Türkiye-Rusya ilişkilerinde tarihi zirve

16 Kasım 2017, 01:13

                                                                                                                                                Haber Analiz

Prof. Dr. Salih Yılmaz

salihyilmaz76@gmail.com

 

Rusya devlet başkanı Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan 24 Kasım uçak krizinden sonra sekizinci defa bir araya geldiler. Bu yıl gerçekleşen dördüncü görüşme olan Soçi zirvesi aslında birçok açıdan önemliydi.

İki lider öncelikle enerji konularını ele aldılar denilebilir. Akkuyu nükleer santrali ve Türk Akımı önündeki engellerin kaldırılması hususunda mutabık kalındı. Enerji konularından sonra, iki liderin konuştukları en önemli konu ise Suriye oldu. Suriye’de çatışmaların sonlanmasıyla siyasi çözüme geçilmesi konusunda anlaşma sağlandı. Suriye ile bağlantılı PYD-Rusya ilişkileri, Putin ile Trump’ın Vietnam’da yaptıkları açıklamalar, Astana sürecinin devamı da ele alındı. Ayrıca iki ülke arasında tarım ürünlerindeki kısıtlamaların bütünüyle kaldırılması, vize rejiminde 24 Kasım öncesine dönülmesi, turizm alanında güçlü işbirliği, Putin’in Tahran ziyaretinde alınan kararlar da masadaydı. Ayrıca açıklanmasa da, Dağlık Karabağ krizinin çözümüne dair Rusya’nın inisiyatif almasına dair bir fikir alışverişi yapıldığı da ifade ediliyor.

İlişkiler 24 Kasım seviyesine döndü mü?

İki liderin de söylediği gibi, ikili ilişkilerin krizden önceki seviyeye geldiği ifade edilebilir. Fakat bu ilişki düzeyi, bazı konularda 24 Kasım krizi öncesini de geçti. Örneğin Akkuyu nükleer enerji santralinin tamamlanması ve Türk Akımı projesi bu ilişki düzeyini stratejik boyuta taşıyabilecek adımlar. Türkiye ilk reaktörün 2023 yılında devreye girmesini isterken Rus tarafının bunun mümkün olmayacağına dair tezleri var. İki lider temel atma konusunda anlaştığına göre, süreç hızlanacak gibi görünüyor. Bu zirvede, Akkuyu’ya dair Türkiye’nin vermesi gereken izinler tamamlanmış, ayrıca projeye ortak olacak Türk şirketleri de belirlenmiş durumda. Böylece Akkuyu’da sorun kalmamış oldu.

Yine savunma sanayisinde, S-400 ve diğer silahların ortak üretimine dair ileri düzeyde bir işbirliği mevcut. Bununla birlikte Türk işadamlarının sorunları, tarım ürünlerinin satışı konusundaki engeller ve vize konusunda, kriz öncesine dönebildiğimizi henüz söyleyemeyiz. Özellikle domates üretimi için kriz döneminde seracılık bakımından epey fazla yatırım yaptığını ileri süren Rusya, Türkiye’den yapılan domates ithalatına 50 bin ton sınırı getirdi.

İki ülke ilişkileri olağan seyrinde ilerliyor dersek yanılırız. Çünkü iki ülke de Batı’dan ve ABD’den gelen baskılar sebebiyle birbirine duydukları ihtiyaçtan dolayı, bu işbirliğini kısa sürede üst seviyeye taşıdılar. Türkiye Suriye krizi sürecinde NATO müttefikleri tarafından yalnız bırakıldı. Hava savunma sistemi konusunda müttefiklerinden yardım alamadı. Hatta NATO müttefiki olan ABD, terör örgütü olarak tanıdığı PKK’nın Suriye kolu olan PYD ile stratejik işbirliğine gitmekten geri durmadı. ABD’nin 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminden sonra takındığı tavır ise Türk toplumu için tam bir hayal kırıklığı yarattı.

Rusya Türk Akımı’nı stratejik yatırım olarak görüyor

Rusya açısından bakıldığında ise Ukrayna krizinden sonra AB ve ABD’nin uyguladığı ambargolardan ülke ekonomik anlamda oldukça etkilendi. Batı, Rusya’yı öcü gibi tanıtmayı başardı. Başta Baltık ülkeleri olmak üzere, tüm dünyada bir Rusya korkusu oluşturuldu. Batı’nın askeri anlamda Karadeniz üzerinden Rusya’yı çevreleme stratejisi önemli oranda gerçekleştirildi. Rusya’nın Ukrayna üzerinden Avrupa’ya sevk ettiği gaz koridoru işlemez hale getirildi. Başta Kuzey Akım-2 olmak üzere, Rusya’nın Batı’ya ulaşma çabaları da ABD’nin politikalarıyla, gerçekleşme ihtimali düşük projeler haline geldi. Rus siyasetçi ve iş adamlarına uygulanan ambargo ile Rusya’dan yabancı sermayenin çıkışı sağlandı. Böylece Rusya’nın hem ekonomik hem de siyasi olarak abluka altına alınması, Batı tarafından bir proje olarak başarıya ulaştı. Rusya’nın bu ablukayı aşabilmesi için Türkiye’ye ihtiyaç duyduğunu söyleyebiliriz. Türk Akımı’nın önemi de buradan geliyor. Çünkü daha önce Bulgaristan üzerinden Batı’ya gaz sevkiyatı yapmayı planlayan Rusya’nın planları AB tarafından engellenmişti. Şimdi Türkiye Rusya’ya gazını ulaştırması için bir nefes oldu denilebilir.

Türk Akımı ve ABD’nin yaptırım tehdidi

Rusya’nın Türkiye ile ilişkilerinde belki de en önem verdiği konulardan biri Türk Akımı projesidir. Fakat bu projenin önünde bazı de önemli engeller var: ABD’nin Rusya’ya yönelik yeni yaptırımları, Türk Akımı’nın da aralarında olduğu projeleri olumsuz şekilde etkileyebilir. ABD yaptırımları hem Türk Akımı’nı hem de Baltık’tan Almanya’ya uzanacak Kuzey Akım-2 projesini hedef alıyor. Henüz ABD’nin açıkladığı yaptırımların niteliği belli olmasa da, Gazprom ile işbirliği içindeki yabancı yatırımcıların tamamı yaptırımlarla karşılaşabilir. Zaten bunu gören yabancı yatırımcılar da beklemeye geçmiş durumdalar.

ABD’de Trump işbaşına gelir gelmez, kendi rüştünü ispat etme gayretiyle Rusya’ya yaptırım içeren yasayı imzalamıştı. Bu yasada Rusya’ya ait boru hatlarının yapımı ve bakımı için yatırım yapan, teknoloji tedarik eden veya Rus şirketlerine hizmet veren şirketlere yaptırım uygulama konusunda başkana yetki verilmişti. Rusya’nın Türk Akımı konusunda hızlı hareket etmesinin en büyük nedeni de bu yaptırıma uğramadan projeyi tamamlamak istemesi. Bu şartlar altında Rusya’nın Türk Akımı’na duyduğu ihtiyacın, Türkiye tarafından anlaşıldığını bilen ABD ve AB ise Rusya’ya uyguladığı tacizin bir benzerini Türkiye’ye de yöneltiyor.

Suriye’de Cenevre sürecine yeniden dönülür mü?

Türkiye ile Rusya arasındaki işbirliğinin en temel konularından birini de Suriye oluşturuyor. İki lider bu toplantıda Suriye krizine, ülkenin toprak bütünlüğü temelinde çözüm sağlanması konusunda anlaşmaya vardıklarını açıkladılar. Fakat burada da önemli bir nokta var: Putin’in Trump ile Vietnam’da yaptığı görüşmede BM’nin 2254 numaralı kararına vurgu yapması, Türkiye’nin Rusya’dan açıklama istemesine neden oldu.

Bu kararda, ABD’nin Suriye’deki gelişmeleri uluslararası bir platforma çekerek Cenevre süreci doğrultusunda kontrolü eline almak istediği görülebilir. Hem Rusya’nın hem de ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahip ülkeler olması, şu anda Suriye masasında olan Türkiye ve İran gibi ülkelerin saf dışı bırakılmak istenmesi olarak yorumlanabilir. Ancak bu konuda kesin bir hükme varmak için erken. Aslında sorun, ABD’nin 2254 numaralı karara vurgu yaparak siyasi çözümden sonra Suriye’deki tüm yabancı güçlerin ülkeyi terk etmesi gerektiğine dair görüşü ön plana çıkarması. Böylece İsrail’in güvenliğini tehdit ettiği düşünülen Hizbullah’ın ve dolaylı olarak da İran’ın Suriye’de istenmediği sonucu çıkıyor. Fakat Rusya’nın Suriye’de İran ile var olan işbirliği, bu sonucun gerçekleşmeyeceğine işaret ediyor.

ABD’nin Suriye’de, kuzeyden PYD ile Ürdün-İsrail sınırına kadar olan bölgede bir güvenli bölge oluşturarak İran’ın “Şii Hilali”ni engellemeye çalıştığını görüyoruz. Böylece İran’ın kara sınırı üzerinden Lübnan’da etkili olmasının önüne geçilmek ve İsrail’e sınır olması engellenmek isteniyor. Zaten İsrail başbakanı Netanyahu’nun BM’nin 72. genel kurulunda yaptığı konuşmada sarf ettiği “İsrail İran’ın Suriye’de kalıcı askeri üsler kurmasını, Suriye ve Lübnan’da ölümcül silahlar üretmesini engellemek için harekete geçecektir” sözleri de, ABD başkanı Trump’ın Vietnam’da Rusya ile vardığı anlaşmayı anlamak için bir ipucu olabilir. Burada hem Rusya’nın hem de ABD’nin İsrail’in hassasiyetlerini dikkate aldığı görülüyor. Fakat Rusya açısından bu tür anlaşma ve açıklamalar riskler doğuruyor. Bir tarafta İran, diğer tarafta İsrail’in olduğu dengeyi ne kadar koruyabileceğini zaman gösterecek. ABD Irak sınırından İsrail’e kadar uzanacak bölgeyi İran’ın nüfuzundan arındırırken, gelecekte enerji hatlarının kullanımı planlıyor da olabilir. Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekâtı ile Akdeniz’e ulaşma şansını yitiren PYD, bu projeyi ABD eliyle İsrail üzerinden gerçekleştirebilir.

Rusya’nın PYD politikası değişiyor mu?

Astana sürecinin gösterdiği şekilde, Suriye’de siyasi çözüme geçilmesinin zamanın geldiği konusunda uzlaşmayla varan Rusya ile Türkiye, bundan sonra sivil bir anayasa ve siyasi çözümün tamamlanmasına önderlik edecekler. Fakat buradaki risk, Astana sürecinde rol almayan ABD’nin, alınan kararları kabul edip etmeyeceğinde düğümleniyor. ABD kendi politikasını yürütüyor.

Türkiye ile Rusya arasında bir de PYD krizi var. Soçi zirvesinden önce, Rusya’nın önderliğini yaptığı Suriye Halkları Kongresi’ne PYD’nin de davet edilmesi Türkiye’nin tepkisini çekti. Her ne kadar Rusya PYD ismini yayınladığı davetli listesinden silse de, bu durum gelecekte iki ülke arasında görüş ayrılıklarına neden olabilir. Burada Rusya’nın nasıl bir strateji izleyeceği önemli. Rusya Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alarak PYD’yi kongreye “resmen” davet etmese bile, PYD ile görüşmelerini sürdürmeye devam edecektir. Çünkü Rusya PYD’yi ABD’nin mutlak kontrolüne bırakmak istemiyor.

Türkiye’nin kendi sınırlarında PKK’nın bir kolu olan PYD üzerinden güvenlik sorunu yaşıyor olması dolayısıyla, muhtemel Münbiç/Afrin operasyonları sık sık gündeme geliyor. Fakat Suriye’de siyasi çözüme geçilirse Münbiç/Afrin operasyonlarının yapılabilmesi de mümkün olmayabilir. Bu nedenele Rusya’nın, PYD’yi masada ikna etmek için Türkiye’nin Afrin operasyonunu gündeme getirdiği, Türkiye’yi ikna etmek için de PYD kartını elinde tuttuğu görünüyor. Türkiye’nin Rusya’ya, ulusal güvenliği için tehdit oluşturan PYD’nin terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olduğunu hatırlattığını, Ankara’nın bu konudaki hassasiyetlerini yineleyerek Türkiye’nin “kırmızı” çizgilerine bir kez daha dikkat çektiğini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından anlıyoruz.

S-400’lerde süre uzatımı Rusya’nın aleyhine işleyebilir

S-400 füze savunma sistemi temelinde Rusya ile savunma alanında atılan ortak adımları Türkiye’nin çok önemsediğini Cumhurbaşkanı Erdoğan da dile getirdi. S-400 konusu NATO ülkeleri tarafından da dikkatle takip ediliyor. Türkiye her ne kadar S-400’leri NATO’dan bağımsız ve kendi milli güvenliği için tedarik ettiğini duyursa da Batı’da bu durumun Türkiye aleyhine kullanıldığını görüyoruz. S-400’lerin alınmasına dair Rus kamuoyunda da bir şüphe var. Bazı çevreler Türkiye’nin S-400 konusunu ABD’ye karşı bir tehdit gibi kullandığını ve aslında onları satın almayacağını dile getiriyorlar. Fakat Türkiye’nin bu konudaki samimiyeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri Rusya’yı ikna etmiş gibi duruyor. Burada en büyük risk S-400’lerin teslim tarihinde yaşanabilir. Rusya ilk teslimat için iki yıl sonraya tarih veriyor. Ancak bu süre zarfında siyasi ve askeri koşullarda meydana gelebilecek değişiklikler, Rusya’dan bu sistemin alınması konusunda pürüze neden olabilir.

Putin-Erdoğan görüşmesinde Dağlık Karabağ dosyasının da ele alındığı, sürecin hızlandırılmasına dair çalışmalar yapılması konusunda görüş alışverişi yapıldığı ifade ediliyor. Nitekim Soçi zirvesinden hemen sonra, Ermenistan cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın Rus mevkidaşı Vladimir Putin’in daveti üzerine, çalışma ziyareti için 15 Kasım’da Rusya’ya gitmesi de bu ihtimali güçlendiriyor.

Soçi Zirvesinden çıkan en somut sonuç, iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da derinleştirilmesi konusunda liderlerin görüş birliği içinde olmasıdır. İki lider stratejik işbirliği konusunda önemli mesafeler kat edilmesine öncülük ediyorlar. Nitekim liderlerin uçak krizinden sonraki dönemde sekiz defa görüşmüş olması, Türkiye-Rusya ilişkilerinin geldiği noktayı gösteriyor. Eğer Putin, Akkuyu’daki temel atma töreni için Mersin’e gelirse, iki lider uçak krizinden sonra dokuzuncu kez buluşmuş olacak.

[Rusya ve Avrasya alanlarında çalışmalar yürüten Prof. Dr. Salih Yılmaz, Rusya Araştırmaları Enstitüsü başkanı ve Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesidir]

 

Yazının orjinali Anadolu Ajansı: http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/turkiye-rusya-iliskilerinde-tarihi-zirve/965769

 

 

YENİ HABERLER

YORUMLAR

Henüz hiç yorum yapılmamış.

YENİ HABERLER