Suriye’de İran faktörü nasıl oluştu?
2010 yılı sonunda Suriye Arap Cumhuriyeti yönetimine karşı gösteriler başlamış ve bu gösteriler 2011 yılı Mart ayında devletin kolluk kuvvetleriyle göstericiler arasında silahlı çatışmaların başlamasıyla bir iç savaşa dönüşmüştür. Gösteriler, ülkede yaşanan ekonomik kriz sonucu işsizliğin artması, devletin istihbarat örgütü Muhaberat’ın keyfi faaliyetleri ve devlet içerisindeki kadrolaşmayı protesto etmek amacıyla başlamıştır.
Göstericiler başkanlık sistemiyle yönetilen Suriye’de Başbakan başta olmak üzere hükumetin istifasını talep ederek gösterilere başlamış daha sonra hükumetin istifasının da ötesinde Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın da istifasını talep etmişlerdir. Bu talepler tamamen vatandaşlık hakları temelli bir demokrasinin yaratılması iddiasıyla öne sürülmüş taleplerdi.
17 Aralık 2010 yılında bu taleplerle başlayan gösterilere karşılık Beşşar Esad’ın talimatıyla yapılan reformlar yetersiz bulununca demokratik haklarını elde etme iddiasıyla hareket eden göstericiler gösterilerin şiddetini arttırmış ve ülkenin çoğu şehrinde destekçi toplamayı başarmışlardır. 2011 Mart ayında gösterilerin silahlı çatışmalara evrilmesi ile beraber muhalif kanat 29 Temmuz 2011 yılında Suriye ordusunda Hava Kuvvetleri mensubu olarak görev yapmış Albay Riyad El Esad’ın önderliğinde Özgür Suriye Ordusu isminde silahlı bir örgüt kurmuşlardır. Örgüt kısa sürede uluslararası alanda Suriye’nin siyasi ve askeri muhalifleri olarak kabul görmüştür.
Türkiye, Avrupa ülkeleri, ABD ve Körfez ülkeleri Özgür Suriye ordusunu muhatap olarak kabul etmiş ve bu örgütün taleplerinin yerine getirilmesi konusunda Suriye Hükumetinden talepte bulunmuşlardır. Suriye Hükumeti belli taleplerin örgütün silah bırakması karşılığında yerine getirileceğini, parti kurmalarına müsaade edileceğini ve birkaç yıl içerisinde yapılacak bir referandumla anayasanın değiştirileceğini taahhüt etse de muhalifler anayasanın değişmesi konularında ısrar etmiş ve talepler gerçekleşene kadar da silah bırakmayı reddetmiştir.
Demokratik hakların elde edilmesi ve bu yönde devletin ıslah edilmesi talepleriyle başlayan gösteriler Cumhurbaşkanı Beşşar Esad’ın mensup olduğu Alevi mezhebini ön planda tutularak muhalefet edilmesi üzerine iç savaşa farklı bir boyut kazandırmış ve kozmopolit bir yapıya sahip olan Suriye Halkında mezhepsel ve ırkçı hassasiyetlerin oluşmasına neden olmuştur.
Suriye’de Alevilere karşı yürütülen propaganda zamanla çığrından çıkmış ve tüm muhalifleri siyasal İslamcı bir kampta toplamıştır. Bu durum Suriye içi grupları değil Suriye’de ırkçı, mezhepçi hedefleri olan dış odaklara da hareket alanı yaratmıştır. Bu gruplar arasında yazımızın konusu olmayan ve bugün Suriye’nin belki de en büyük ırkçı grubu olan terör örgütü PKK bağlantılı, ABD destekli PYD/YPG/YPJ’yi, yine ABD’nin Suriye’de belli hedeflerini yerine getirmek için oluşumuna göz yumduğu sonra “mücadele” ettiği IŞİD’i de gösterebiliriz.
Suriye’de mezhepçi ve ırkçı bir ayrılıktan yararlanarak harekete geçen diğer bir ülke ise Suriye’nin 1980’lerden bu yana stratejik ortağı olan İran İslam Cumhuriyeti olmuştur. 1979 yılında bir devrimle Şii İslam sistemiyle yönetilmeye başlanan İran’ın dış politikası da bu sisteme uygun bir şekilde uyarlanmıştır. Gerçek İslam anlayışının Şii’lik olduğunu ve bu İslam anlayışının dünyaya adalet getireceğini iddia eden bu sistem, dış politikada da bu inanışa göre stratejiler geliştirmektedir. Suriyeli muhaliflerin mezhepçi söylemlere başlamasıyla beraber Suriye yönetimine yakınlığıyla bilinen İran yönetimine Suriye’ye destekten öte Suriye’de Şii inanışının gerektirdiği hususlara göre adım atabilme olanağı yaratmıştır.
Bu olanakları sonuna kadar kullanmayı hedefleyen İran, Suriye’de ilk adımı birden fazla ülkenin maddi, manevi destek verdiği ÖSO’ya karşı mücadele etmekte zorlanan Suriye Ordusu’na önce maddi sonra da insani destek sağlayarak attığını söyleyebiliriz.
Abu Fadl el Abbas Tugayı
2012 yılı Ocak ayında Suriye Ordusu’na mühimmat hibe eden İran İslam Cumhuriyeti daha sonra Suriye’de yönetimin de onayıyla 2012 yılı Temmuz ayında kendine bağlı ve Suriye Ordusu’na destek amaçlı Abu Fadl el Abbas Tugayı’nı kurmuştur. Abu Fadl el Abbas Tugayı ismi Hz Ali’nin beşinci oğlunun isminden esinlenerek verilmiştir.
Örgütün kuruluşu Lübnan Hizbullahı’yla beraber Irak’da bulunan Asahip Ehlil Hak(Hak Ailesinin Dostları) örgütleri üyelerinin bu çatı altında Suriye’ye girmesine yol açmıştır. Abu Fadl Abbas Tugayı Şam’da Hz Zeynep Türbesi(Seyyid Zeynep) civarında konuşlanmış ve burayı korumakla görevlendirilmiştir. Örgütün başlangıçta kuruluş hedefi stratejik olarak İran’ın Lübnan’da desteklediği Hizbullah ve Irak’ta kuruluşunda destek verdiği Asahip Ehlil Hak örgütlerine benzer bir yapıyı Suriye’de de inşa etmek. Lübnan Hizbullahı’yla Asahip Ehlil Hak örgütlerinin ortak özellikleri İran tarafında desteklenmelerinin yanı sıra bulundukları ülkelerin halkları tarafından desteklenmeleridir.
İki örgütün bu stratejiyle kurulup görece başarılı olması İran’ın lojistik destek vermesini kolaylaştırmış aynı yöntem Abu Fadl el Abbas Tugayı’nın kuruluşuyla Suriye’de hedeflenmiştir. Suriye’de Şii nüfusunun %1 civarında olması sebebiyle örgütün propagandası dini mezhep propagandasından ziyade daha kapsayıcı bir dille yapılmış hatta Sünni, Dürzi, Alevi ve Hıristiyanlara hitap eden ortak bir dil kullanmayı hedeflemişlerdir. Kimi zaman Baas ideolojisinin Arap Milliyetçiliğini dilde kullanan örgüt, kimi zaman da vatandaş (Irak, Lübnan, Suriye toprak parçaları) temelli milliyetçilik yaparak kendine destekçi toplamayı hedeflemiştir.
Uygulanan bu stratejiler kısa sürede meyvelerini vermiş ve 2013 yılı başında örgütün silahlı üye sayısı 13 bini aşmıştır. Bunların yaklaşık %5’i Hıristiyanlardan, %15’i Alevilerden, %60’ı Sünnilerden oluşurken örgütün %20’sini de (Lübnan ve Iraklı) kuruluşunda gelen kemik kadro oluşturuyordu. Bu bağlamda örgütün kapsayıcı bir dille propaganda yapması halkta bir karşılık bulmuş ve savaşın ilk zamanlarında Suriye Ordusu’na özellikle Şam ve çevresinde önemli katkılar sunmuştur.
Örgüt yapısının kapsayıcı olması bir yandan destek bulmasına neden olurken öte yandan İran’ın desteklediği örgütlerin Şii propaganda yapma özelliğini engelliyordu. Bundan dolayı bu örgütün yapısı bozulmadan ve Abu Fadl Abbas Tugayı’na bağlı Şii söylemler geliştirecek olan alt gruplar kuruldu.
Bu çatı altında kurulan ilk grup 2013 yılı Nisan ayında Suriye Hizbullahı olmuştur. Suriye Hizbullahı kapsayıcı dil kriterlerinden fazla ödün vermemiş olsa da İran dini rehberi Ali Hamaney’in söyleşilerini bildiri olarak bastırıp kendi üyelerine okutmasıyla mezhep temelli ilk örgütlenme girişimi başlatılmış oldu diyebiliriz. Suriye Hizbullahı yönetim kadrosunun tamamen Lübnanlı olması ve Şii adetleri ön planda tutuyor olması Suriyelilerin bu örgüte katılmasını önemli oranda engellemiştir. Bu süreçte Suriyeli gönüllü savaşçılar Abu Fadl el Abbas’a aidiyetlerini kabul etmiş bunların çok ufak bir bölümü Suriye Hizbullahı’na katılmışlardır.
Suriye Hizbullahı dışında Abu Fadl el Abbas örgütünün alt kolu olarak Irak’tan Irak Hizbullahı, Bedir Tugayları, Mehdi Ordusu gibi Irak’ta aktif çatışmalarda bulunan gruplarda örgüte destek amaçlı Suriye’de bulunmuştur. Bu örgütlerin kendi savaşçılarıyla katılmalarının sebebi Suriye’de Şii propaganda yapıldıktan sonra Suriye Halkının bu örgütlere istenilen desteği vermemesinden kaynaklanmaktadır. Suriye Halkının desteği bir yana Abu Fadl el Abbas Tugayları’na başta katılan kitlelerden ayrılanlar da olmuştur. Burada Abu Fadl el Abbas Tugayı 2014 yılında dağıtılmış olsa da Suriye Halkına düzenli sivil direnişin nasıl olacağı konusunda önemli tecrübeler kazandırmıştır.
Harekat el Nüceba
İran’ın Suriye’de kurduğu Abu Fadl el Abbas örgütünün kuruluş aşamasından dağılmasına kadar incelediğimizde toplumu kapsayıcı bir dille örgütleyip Hz. Zeynep türbesi civarında toplama stratejisi güdülmüştür. Hz. Zeynep türbesi burada bir sembol olarak kullanılmış ve Suriye Savaşında ruhani bir savunma yapılacağı algısı yaratılıp daha sonra mezhepsel hedeflere (Şii yayılmacılığı) odaklanma stratejisi güdüldüğü görülüyor. Mezhepsel hedefler Suriye’nin bir bölgesinde değil her tarafına güdülecektir. Bu hedefler doğrultusunda hareket edilirken aynı zamanda Suriye Devletine müdahale etmeye çalışan diğer devletlerin gruplarına karşı mücadele edilecek ve ruhani algılarla kahramanlık hikayeleri oluşturulacaktır. İşte bu hedefler doğrultusunda kurulan ikinci önemli örgüt Harekat el Nüceba’dır. Örgüt isminin tam Türkçe karşılığı “Vefakar Asiller Hareketi” dir.
Abu Fadl Abbas grubuna katılan Suriyelilerin daha laik bir yapıya sahip olması ve katılımların kapsayıcı bir dil kullanılmasından kaynaklanması dini propaganda yapılmasının önünde bir engel teşkil ediyordu. Bu propagandaya zemin hazırlanması açısından alt örgütler kurulsa da başarılı bir örgütlenmeyi gerçekleştirememiş olunmasından dolayı vatandaşlık (toprakdaş, aynı bölgede yaşayan insanlar) temelli bir milliyetçi dil kullanılmış ve Harekat el Nüceba kurulmuştur.
Örgütün asıl amacı Hz. Zeynep Türbesi civarından örgütlenmekten ziyade Suriye’nin bütün bölgelerinde farklı alt gruplar oluşturarak bir çatı örgütü olmaktır. Örgütün kurucusu Iraklı ve Asahip Ehlil Hak örgütü üyesi olan Ekram Kaabi’dir. Harekat el Nüceba, Şii propagandasını açıkça yapmaya başlamış fakat Abu Fadl el Abbas örgütünden de farklı olarak gönüllü değil de maaşlı savaşçılar toplamayı hedeflemiştir. 2013 yılının başında kurulan örgütün sağladığı maddi olanaklar o dönemde zor günler geçiren Suriye Halkında bir karşılık bulmuş ve çoğu bu olanaklardan faydalanabilmek için Abu Fadl el Abbas örgütüne katılmıştır. Sayılarının yaklaşık 18 bin kişi olduğu tahmin edilmektedir.
Harekat el Nücaba alt örgütleri tarihte Suriye topraklarında yaşanmış ve Şiilik için önem arz eden şahsiyetlerin isimleriyle kurulmuştur. Bunlardan biri olan Ammar bin Yasir Tugayı Şam merkezli kurulmuş olup Suriye’nin Kuzeyinde örgütlenmeyi hedeflemiştir. Örgüt aynı isimle Irak’da da bulunmaktadır. Ammar bin Yasir, Hz. Muhammed’le beraber Mekke’den Medine’ye göç etmiş sahabelerden biridir. Şii inancına göre ise bu sahabe Hz Ali Şiasına bağlı olan sadık sahabelerden biridir. Örgüte adının verilme nedeni sahabenin 657 yılında Muavviye tarafından Suriye’nin Kuzeyinde bulunan Rakka şehrinde katledilmesidir. Örgütün Irak’taki faaliyetleri daha çok Suriye sınırındadır.
Suriye’nin Kuzeyi daha çok Sünni Arap Aşiretlerinden oluşan, aşiret liderlerinin inisiyatifleriyle kitlesel hareket edenlerin bulunduğu bir bölgedir. İran bu aşiret liderlerine Irak’la ticaret yollarını açmış ve bunun karşılığında ise aşiret üyelerinden eğitilmek üzere maaşlı savaşçı temin etmiştir. Ammar bin Yasir Tugayı’na katılımlar daha çok Haseke’de bulunan Şarabiyn Aşireti’nden olmuş ve bu aşiret dışında irili ufaklı katılımlar da görülmüştür. Savaşçı sayısı üç bin olarak tahmin edilmektedir.
Harekat el Nüceba çatısı altında kurulan diğer örgüt ise Hasan Mücteba Tugayı’dır. Hasan Mücteba Tugayı yine Irak kökenli olup Halep ve çevresinde örgütlenmiştir. İçerisinde Suriyeli, Iraklı ve Lübnanlı savaşçılar bulunur. Savaşçıların tamamı ücretli olup Şiiliğe aidiyet açıkça dile getirilmiştir. Örgüt ismi Hz Ali’nin oğlu Hz. Hasan’dan esinlenerek belirlenmiştir.
Hasan Mücteba Tugayı 2013 yılının sonlarında İdlib’te şiddetlenen çatışmalar üzerine kuvvetlerinin tamamını Halep’in Güneybatısına kaydırmış ve İdlib’te bulunan ve tamamı Şii olan Keferya ve Fua köylerini El Nusra’ya karşı savunmaya çalışmıştır.
Harekat el Nüceba grubunun diğer önemli alt örgütü ise Hamad Tugayı’dır. Hamad Tugayı kuruluşunda Palmira (Tedmur) kenti etrafında konuşlanırken Tedmur’un güvenliği sağlandığı 2016 yılında Şam’ın Güneydoğusuna yani Ürdün sınırına 2017 yılı itibariyle de Suriye ordusunun İran Devrim Muhafızlarıyla beraber oluşturduğu Golan Tepeleri’ne yakın kontrol noktalarında konuşlandırılmıştır.
Liva Zülfikar Tugayı
Irak kökenli olup Suriye’de de kurulan diğer bir örgüt Liva Zülfikar Tugayı‘dır. 2013 yılında Şam’da bulunan Hz. Zeynep Türbesi ve Emevi Camii civarında konuşlandırılmış örgüt daha sonraları Ürdün sınırına kaydırılmıştır. Özellikle Suriye’nin Dera kentinde selefi gruplara karşı şiddetli çatışmalara girmiş olan Liva Zülfikar Tugayı, Ürdün sınırının bu gruplardan temizlenmesi aşamasında Suriye Ordusu’na önemli katkılar sunmuştur. Örgütün kurucu lideri Fazıl Suphi 2014 yılı sonunda Dera’daki çatışmalarda hayatını kaybetmiştir. Liva Zülfikar Tugayı üyeleri İranlı, Afgan, Lübnanlı(Hizbullah) ve Suriyeli sivillerden oluşmaktadır.
Ketayip Seyyida Eş-Şüheda
İran’ın Suriye’de kurduğu Irak kökenli en önemli ve geniş grup 2013 yılı Kasım ayında kurulan Ketayip Seyyida Eş-Şüheda grubudur. Bu grubun omurgasını İranlı Devrim Muhafızları oluşturmaktadır. İranlı Devrim Muhafızlarının yanı sıra Lübnan Hizbullahı’nın da militan verdiği bilinmektedir. Şam’ın Doğu Guta bölgesinde Suriye Ordusu’na destek veren grup, 2013 yılında ABD’nin Doğu Guta’da kimyasal silah kullanıldığını iddiasında saldırıdan sorumlu tutulmuştur.
Lübnan Hizbullahı
İran ile Suriye’nin 1980’lerden bu yana Lübnan’da desteklediği Hizbullah örgütü Suriye iç savaşında en çok etkili olan grup olmuştur demek yanlış olmaz. Hizbullah’la Suriye Ordusu arasında ikmal yollarının kesilmesi için 2013 yılında ÖSO, Şam-Beyrut otoyolu üzerinde bulunan ve çoğu Hıristiyan olan Zabadani’ye çıkarma yapmış ve oraları hakimiyet alanına katmıştı. 2015 yılı başında ise Zabadani’de ÖSO bünyesinde bulunan savaşçıların IŞİD’e katıldıklarını ilan etmeleri üzerine bölge IŞİD’in eline geçmiş oldu. 2015 yılı Haziran ayında Lübnan Hizbullahı batıdan, Suriye Ordusu ise doğudan Zabadani’ye çıkarma yapmış ve aynı yılın Eylül ayında (5 Eylül 2015) Zabadani IŞİD’den kurtarılmıştır. Bu tarihten sonra Lübnan Hizbullahı Suriye’ye daha çok katkı sağlamış ve Suriye’de bulunan kimisi çatı kimisi uzantı olan örgütlere savaşçı vermiş ve önemli maddi kaynaklar yaratmayı başarmıştır. Hizbullah’ın Suriye Savaşı sırasında en az 10 bin savaşçıyı Suriye Ordusu için savaştırdığı iddia edilmektedir.
Fatımiler Tugayı
İran’ın Suriye’de yerel unsurlardan yeteri kadar destek elde edememesi ve Suriye’de selefilere karşı savaşma isteğinden kaynaklı kurulmuş bir gruptur. İsmi tarihte bütün Arap devletlerine hükmetmiş Şii Fatımiyyun (Fatimiler) Devleti’nden esinlenerek belirlenmiştir. Savaşçıların tamamı İran Devrim Muhafızlarındandır. Suriye’ye gelen İran Devrim Muhafızları’nın çoğu İran’da mülteci bulunan Afganlar olmasına rağmen aralarında İranlılar da bulunmaktadır. Şam, Dera, Hama, Humus ve Halep’de savaşmışlardır. 2015 yılında sayılarının 10 bini geçtiği iddia edilse de günümüzde yok denilecek kadar az sayıda militanı Halep çevresinde bulundurmaktadır.
Suriye’de Kasım Süleymani faktörü önemli mi?
İran’ın içinde gönüllülerden oluşan “Devrim Muhafızları” isimli sivil ordudan yetişen Kasım Süleymani söz konusu orduda Tümgeneral rütbesinde olan bir askerdir. İran-Irak savaşında birkaç cephede boy gösteren Süleymani, Suriye Savaşında İran’ın etkisi altında kurduğu bütün gruplara danışmanlık yapmıştır. Kasım Süleymani ayrıca Suriye Arap Cumhuriyeti Ordusu’na da öneri niteliğinde savaş stratejileri konulu raporlar verdiği de bilinmektedir. Suriye sahasında özellikle Fatımiler Tugayını kurduktan sonra ismi duyulan Kasım Süleymani Suriye’de sık sık cepheleri ziyaret etmiştir. Bugün Suriye’de bulunan az sayıda Lübnan Hizbullahı savaşçıları, Hasan Mücteba ve Hamad Tugayı’nın Kasım Süleymani etkisi altında olduğu bilinmektedir.
Günümüzde İran-Suriye İlişkileri
İran-Suriye ilişkileri 1980 sonrası devamlı olumlu yönde gelişmiştir. Bu ilişkilerin neden iyi olduğu sorusuna çoğu siyaset analizcisi İran’da bulunan Şii yapının mezhepsel olarak Suriye Arap Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı Hafez Esad’ın ve bugün Cumhurbaşkanı olan oğlu Beşşar Esad’ın mensup olduğu Alevi (Nusayri) mezhebine yakın olduğu iddia edilse de ilişkiler incelendiğinde bu iddianın gerçeklik payı olmadığı görülmektedir.
Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Sosyalist Arap Milliyetçisi ve laik bir yapıya sahiptir. Devlet stratejisi Baas İdeolojisi çevresinde belirlenmiş ve devletin dış politikası yıllarca Arap Birliğinin Sosyalist bir çatı altında birleşmesi için adımlar atma çabası içerisinde olmuştur.
İran İslam Cumhuriyeti ise 1979 yılında yapılan İslam Devrimi’nden sonra dış politikasını ABD ve İsrail karşıtı olarak belirlemiş ayrıca Şii mezhebinin tarihte yayılmış olduğu bütün topraklara yeniden yayılma misyonunu kendine edinmiştir.
Burada iki ülkenin dış politikalarının temelini oluşturan vizyona baktığımızda netice olarak ülkelerin çıkarları çelişmektedir. Fakat iki ülkenin de kendine koyduğu dış politika hedeflerine baktığımızda her iki hedefte de ABD-İsrail karşıtlığı bulunmaktadır. 1980’den bu yana İran-Suriye yakınlaşmasının yegane temeli de budur.
1991 yılında Arap Birliği toplantısında Saddam Hüseyin’in Hafez Esad için “O niye katıldı ki? Bu Arap Birliği toplantısı, Perslerin burada ne işi var?” demesi üzerine Hafez Esad, Saddam Hüseyin’e cevaben soyağacını saymış ve soyunu tarihte Emeviler’den dört halifeye hatta Hz. Muhammed’e kadar dayandırmış ve aynı konuşmada İran ile ortaklığı da değinen Baba Esad, İran’ın emperyalist ABD politikalarına karşı olduğunu ve bundan dolayı ABD ile işbirliği yapan Arap liderlerin kendilerinden utanması gerektiğini dile getirmişti.
İran Suriye Savaşı sonrası Irak savaşı sonucunda elde ettiği gücü Suriye’ye yayma hedefi gütmüş ve devamlı Irak’ta kurduğu örgütleri Suriye’de de kurma çabası içerisine girmiştir. Fakat IŞİD’in 2014 yılında Irak’ta yayılmaya başlaması ve Irak içinde siyasi karışıklıkların baş göstermesi İran’ın Suriye’den militanları çekmesine ve zamanla sahada zayıflamasına neden olmuştur. Bu sürecin akabinde Zabadani’nin terör gruplarından temizlenmesi Lübnan Hizbullahı’nın Suriye’de daha çok etkin olmasının yolunu açtı. Lübnan Hizbullahı’nın yanı sıra İran’ın Suriye istihbaratında gücünü arttırmasıyla beraber sadece sahada değil ayrıca Suriye iç ve dış politikalarında da söz sahibi olabilmesine de olanak sağlamış oldu.
2015 yılında Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad müttefiklerine seslenerek daha çok destek olmalarını istemiş ve İran; gıda, savaş mühimmatı, mazot, gaz yardımlarını arttırmış, Rusya ise 2015 Eylül ayından itibaren Suriye sahasında hem Suriye Ordusu’na stratejik danışmanlık faaliyetlerini arttırarak hem de Orduya destek olarak hava operasyonlarını başlatmıştır.
Rusya’nın Suriye sahasında daha çok etkili olmaya başladığı 2015 Eylül ayından itibaren 2014 yılında Suriye Ordusu’nun kayıplar yaşamasının ve gerekli desteği görememesinin nedenlerinden biri olarak orduya destek veren bazı grupların din olgusuyla hareket etmesi olarak gösterildi. Rusya yapmış olduğu bu tespit üzerine sivil direniş gruplarını “Kaplan” lakaplı Suriyeli General Süheyl Hasan liderliğinde örgütlenmesini sağladı. Kurulan bu grup İran güdümlü gruplara katılımları azaltmış ve 2015 sonrası Suriye Ordusu’nun ilerlemesinde önemli pay sahibi olmuştur. Bu grubun halktan büyük destek almasındaki en büyük unsur mezhep ve ırkçı söylemlerden uzak durarak vatan kurtuluşu propagandası yapmasından kaynaklanmaktadır. Rusya’nın hava operasyonlarıyla destek verdiği Kaplan Grubu Halep, Deyri Zor, Hama ve Doğu Guta cephelerinde etkin rol almıştır.
Siyaset ve istihbarat örgütlerinde etkili olan ve savaş süresince Suriye’ye yapılan yardımların hibe edildiğini sık sık dile getiren İran yönetimi, Suriye’de umduğu siyasi kazançları istediği düzeyde elde edememesinden kaynaklı olacak ki bugün Suriye’nin İran’a borçlu olduğu açıklamalarını yapmaktadır. Açıklamayı İran Meclisi Ulusal Güvenlik Başkanı Haşmetullah Felahatpişe “Suriye’de İran halkının parasını harcadık ve savaş bitmek üzere. Suriye İran halkına borçludur ve bu borcu ödemesi gerekir” sözleriyle yapmıştır. Bunun üzerine Suriye Devleti, Lazkiye’de bulunan ve devletin işlettiği su depolama fabrikasını 10 yıllığına İran’a devretmiş ve yine İran’dan 10 yıllık gıda alım sözleşmesi imzalamıştır. Suriye’nin İran’a ne kadar borcu olduğuysa açıklanmamıştır.
Deniz BÜSTANİ (Suriye’de görev yapan gazetecidir. Ortadoğu üzerine yayınlanmış çalışmaları olup Suriye ana çalışma alanıdır.)
YENİ HABERLER
YORUMLAR
Henüz hiç yorum yapılmamış.