RUSEN[ANALİZ]: Türkiye, Rusya ve İran ile Ankara zirvesinde işbirliği ruhu ön plana çıktı
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin 3 Nisan 2018 tarihinde UDİK kapsamında yaptıkları görüşme ile 9 Ağustos 2016 tarihinden itibaren son 20 ayda 11’inci kez yüz yüze görüşmüş oldular. Yüz yüze görüşme haricinde iki liderin bu 20 ayda yaklaşık 20’den fazla da telefon görüşmesi yaptığı biliniyor.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in yeniden başkan seçildikten sonra ilk yurt dışı seyahatini Türkiye’ye yapmış olması önemliydi. Hatırlarsak 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi sonrası 9 Ağustos 2016’da Erdoğan da ilk yurt dışı seyahatini Rusya’ya yapmıştı.
24 Kasım uçak krizinden 6 ay sonra başlayan normalleşme ile iki liderin inisiyatif alarak ilişkileri stratejik boyuta taşıması aslında dünya dengesini de etkileyebilecek özelliktedir. Krizin aşılmasıyla ilk etapta ticaret hacmi %20 arttı ve 30 milyar dolara dayandı. Hedef ise 100 milyar dolar. Bu dönemde iki ülke arasında stratejik işbirliklerini sıralayacak olursak:
- Tarım ürünleri ve diğer ticari emtiada karşılıklı yaptırımlar kaldırıldı.
- S-400 hava savunma sisteminin alımı için anlaşma imzalandı.
- Türk Akımı doğalgaz boru hattı projesinin inşası başladı.
- Akkuyu Nükleer Santrali’nin temeli atıldı.
- Suriye’de iç savaşın sona erdirilmesine yönelik kararlar alındı.
- Askeri, istihbarat, savunma sanayi alanında işbirliği yapıldı.
Gelinen süreçte Türkiye-Rusya ilişkileri bir yıl öncesine kadar mecburi birliktelik olarak nitelendirilirken artık stratejik bir birliktelik halini aldı. Fakat bu birlikteliği istemeyen Batı, Türkiye’yi Rusya ile yeni bir blok oluşturmakla suçlar hale geldi. Batı’nın görmediği veya görmek istemediği en büyük yanılgı ise iki ülkenin de bu işbirliğinden fayda sağlamasıdır. Örnekleyecek olursak;
Türkiye, Rusya ile işbirliği sayesinde Suriye’de daha etkin bir güç oldu. Çünkü iki lider ne zaman Suriye konulu bir görüşme gerçekleştirdiyse sonuç odaklı kararlar almışlar ve uyulamaya geçirmişlerdir. Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtına Rusya’nın verdiği destek Türkiye’nin operasyon gücünü de kolaylaştırmıştır. Buna mukabil iki liderin görüşmesi sayesinde Rusya, Halep ve Doğu Guta’da silahlı grupların tahliyesinde başarılı olmuştur. Rusya’nın önerisiyle Suriye’de ateşkesin kısmı de olsa yürürlüğe girmesi ve çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulmasında da Türkiye faktörü etkili oldu.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin’in Ankara ziyaretindeki törende yaptığı konuşmada: “Böylesine çetrefilli bir konuda kısa sürede mesafe almamızın sebebi işbirliği ruhudur. Rusya ile bölgesel meseleler hususunda işbirliğine de artırarak sürdürmekte kararlıyız.” vurgusu iki ülke arasındaki ilişkilerdeki terminolojinin açıklanmasına yeni bir katkı yaptı diyebiliriz.
Türkiye-Rusya arasında 3 Nisan 2018’de gerçekleşen 7. UDİK Toplantısında iki ülke ekonomi, siyaset, turizm, sanat, kültür, askeri teknoloji, enerji vd. alanlardaki işbirliğinde mevcut durumu gözden geçirmiş ve gelecek döneme dair hedefler koymuşlardır. Türkiye açısından bakıldığında askeri-teknik iş birliği alanında Rus S-400 hava savunma füze sistemlerinin Türkiye’ye tedariki önceliktir. Bunun yanında diğer Rus askeri ekipmanlarının üretimine dair de önemli kararlar alınmıştır. Örneğin ortak savaş helikopteri üretimi en yakın işbirliklerinden olabilir.
İki lider de Rusya-Türkiye ortaklığının karşılıklı saygı, eşitlik ve birbirlerinin çıkarlarını gözetme ilkeleri üzerine kurulmasında hemfikirler. Bu işbirliğinde enerjiye özellikle önem verildiğini görüyoruz. Rusya ve Türkiye alanında enerji iş birliği stratejik bir nitelik taşır hale gelmiştir. 2023’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıl dönümünde Rosatom ve Türk ortaklarının Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin ilk güç ünitesini açacak olması Türkiye’nin nükleer enerji teknolojisini elde etmesine ve gelecek 20 yılda kendi milli santrallerini yapabilecek seviyeye gelmesine olanak sağlayacaktır. Burada Rusya’nın önemli bir fedakârlık aldığını belirtmeliyiz. Çünkü %49’una ortak bulamadan tüm maliyeti kendisi karşılayacaktır.
Türkiye’nin nükleer enerji planını eleştiren Batı destekli bazı STK’larrın doğalgaz ile elektrik üretimine vurgu yapmaları da oldukça ilginç bir durum ortaya çıkarıyor. Çünkü doğalgaz zengini Rusya ve ABD’nin bile nükleer enerjiye yatırım yaptığını görmezden gelmeleri, Avrupa’daki ülkelerin birinci nesil ve ömrünü tamamlamış nükleer santralleri kapatma planlarını öne çıkarmaları toplumu yanıltıcı bir stratejidir. Türkiye’nin nükleer enerji elde etme gayreti aslında 60 yıllık bir geçmişe dayanıyor. Fakat bir şekilde engellenmiş ve yapılamamış değil yaptırılmamıştır. Türkiye ölçeğinde sanayisi gelişmiş bir ülkenin şimdiye kadar nükleer santral yapamaması aslında sadece iç politika ile açıklanabilecek bir durum değildir.
Türkiye’nin tıpkı nükleer santral gibi hava savunma sistemi konusunda engellenmek istemesi Türkiye-Rusya arasındaki işbirliği ile sonuca ulaşmıştır. ABD’nin ve AB ülkelerinin hava savunma sistemini Türkiye’nin kendi başına üretmemesi, bu teknolojiye sahip olmaması adına çıkardıkları bin bir türlü bahaneye rağmen S400 anlaşmasının yapılması hem ABD’yi hem de NATO’yu telaşlandırdı. Türkiye’yi S400 konusunda eleştiren AB ve ABD’nin bunun alternatifini bir türlü sunamaması da ayrı bir tezat oluşturuyor. Hatta Türkiye heyetinin son ABD ziyaretinde Senato üyelerinin S400 alırsanız F35 satışına izin vermeyiz anlamına gelecek sözleri de bir bakıma tehdit olarak algılanabilir.
ABD’nin bu yaklaşımında hedef sadece Türkiye değil aynı zamanda Rusya’nın askeri teknolojisini Batı ülkelerine girmemesi niyeti de var. Rusya’nın S400’lerin teslimatını Temmuz 2019’a çekmesi ise bir bakıma ABD’den gelen mesajlara cevap niteliği taşıyor. Tüm eleştirilere rağmen Rusya’nın teknoloji transferi ve ortak üretimi kabul etmesi de Türkiye açısından başarıdır. Bu haliyle Türkiye’de Erdoğan, Rusya’da da Putin iktidarda olduğu sürece S400’lerden geri dönüş mümkün gözükmüyor. Hatta Rusya, Türkiye’nin siparişini öne çekerek teslimatı yapmayı garanti ediyor.
Türkiye-Rusya-İran üçlü zirvesinde alınan kararlara baktığımızda ise kararlılık ve sonuç odaklı bir yaklaşım olduğu görülüyor. Türkiye’nin Suriye’de ABD’nin terör örgütleriyle birlikte yürütmeye çalıştığı stratejiye karşılık Rusya ve İran ile yeni bir stratejide anlaştığını söyleyebiliriz. Astana ve Soçi sürecini bir türlü kavrayamayan AB ve ABD’nin hala yanlışta ısrar etmesi de bu işbirliğini hızlandıran faktörlerdendir. Zaten Türkiye’nin Rusya-İran işbirliği Fırat Kalkanı ve Afrin harekâtını kolaylaştırmıştır.
Üçlü zirvede alınan kararlarda Suriye’nin toprak bütünlüğü, Suriye anayasası için somut adımların atılması, Suriye’nin altyapısını yeniden inşa edecek planlar ve mültecilerin geri dönüşüne imkân verecek adımlar dikkat çekiciydi. Bu haliyle Suriye’de bu üç ülke dışında toplumu ilgilendiren kararlar için çalışan başka aktör yok. ABD daha çok bölgede İsrail’in güvenliğini sağlayacak, enerji ve ticaret koridorlarını kontrol edecek bir strateji izliyor. ABD’nin planında ne Esed ne de sivillerin bir değeri bulunmuyor.
Üçlü zirvede Türkiye, sivillerin ülkelerine geri dönüşüne yönelik mesajlar verirken, Rusya ise daha çok altyapı yatırımlarına yönelik mesajlar verdi. Türkiye özellikle Doğu Guta’dan tahliye edilen sivillerin acil ihtiyaçlarının ve tedavilerinin karşılanması ve geri dönecek Suriyeliler için kalıcı konutların inşası konusunda projeler sundu. Peki, nedir bu projeler?
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın üç yıl öncesinde ABD ile yapılan görüşmelerde sınırda iki şehir inşa edilmesine yönelik teklifini hatırlayalım. Obama döneminde yapılan bu teklifin görmezden gelinerek bölgenin ABD tarafından PKK/PYD’ye teslim edildiğine şahit olduk. Böylece ABD’nin neden bu teklife sıcak bakmadığı da anlaşılmış oldu. Bu üçlü zirvede Türkiye’nin İdlib başta olmak üzere Afrin-Cerablus hattında yeni yerleşim yerleri kurarak mültecilerin buralara yerleşmesini sağlama isteği olumlu karşılandı.
Çünkü Fırat Kalkanı harekâtı sonrası 160 bin mülteci kendi ülkelerine döndü. Şimdi ise aynı stratejiyi İdlib ve Afrin’de uygulamak isteyen Türkiye yeni yerleşim alanları kurarak bölgenin güvenli olduğunu sivillere göstermek istiyor. Basında da sık sık yer aldığı gibi İdlib’in Rusya’ya verileceği provokasyonu da böylece boş çıktı. Son 1 aydır planlı biçimde Afrin’e karşılık İdlib’in Rusya’ya teslim edileceği provakasyonu yapanların aslında bu iki ülke arasında kriz çıkarma niyetini de ortaya koydu denebilir.
Bu üç ülke 15 Mart’ta oluşturulan komisyon ile Suriye’de esirlerin değişimi ve kayıpların tespiti konusunda somut adımlar atma konusunda da uzlaştı. Böylece Suriye’de normalleşmeyi destekleyecek önemli bir girişim sonuçlandırılıyor.
Rusya’nın Doğu Guta sebebiyle dünya gündeminde Rusya’yı katliam yapmakla itham eden bazı haberlerin kaynağı olan bir kısım sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerinden rahatsız olduğu bu toplantıda dile getirildi. Bu sivil toplum kuruluşları içerisinde Batı kaynaklı oluşumlar olduğu gibi Türkiye merkezli bazı kuruluşların da isimlerinin zikredildiği anlaşılıyor. Bu nedenle yardım faaliyetlerinin üç ülkenin kuracağı yeni bir mekanizma üzerinden tüm Suriye’ye ulaştırılması hedefleniyor.
Ayrıca TSK’nın acil tıbbi ihtiyaç durumunda kriz bölgelerine tıbbi yardım ulaştırması önündeki engeller de kaldırıldı. Örneğin Doğu Guta veya Şam bölgesinde acil tıbbi ihtiyaç duyan sivillere Rusya’nın da koordinasyonuyla TSK’ya ait hava unsurları yardıma gidebilecek. Türkiye ayrıca Doğu Guta ve diğer bölgelerde fırınlar kurarak halkın ekmek ihtiyacını karşılayacak. Rusya ise Suriye’de bozulan enerji, su altyapısını yeniden kurma niyetini ortaya koyuyor.
Bu üçlü görüşmede Türkiye’nin Suriye’deki mültecilerin yükünü en çok taşıyan ülke olması dolayısıyla Rusya ve İran da kendi deneyimlerinden örneklerle Türkiye’ye yardım konusunda işbirliği kanallarını açmışlardır. Örneğin Rusya, Ukrayna krizi dolayısıyla ülkeye göç eden yaklaşık 3 milyon Ukrayna’lı mültecilerden bahsederken İran da geçmiş dönemlerde ülkeye göç eden 400 bin Afganistan’lı mülteci konusundaki deneyimlerini aktarmışlardır.
Rusya-Türkiye ve İran’ın Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapması ve tüm terör örgütleriyle mücadele konusundaki kararlılığı da iki açıdan değerlendirilebilir. Birincisi ABD’nin PKK/PYD ile işbirliği halinde Suriye’de parçalanmayı güçlendirecek faaliyetlerine bir cevap, ikincisi de Türkiye’nin PKK/PYD ile mücadelesine destektir. Bu üç ülke ABD’nin tersine bölgede yumuşak güç stratejisiyle ilerlemek istiyor. ABD’nin Suriye’deki başarısızlığının acısını Türkiye ve Rusya’dan çıkarma gayretine karşılık bölge ülkelerini barışın olabileceğine dair ikna çabalarını devam ettiriyorlar. ABD, Irak; Afganistan ve Suriye’de terörle mücadele adı altında şimdiye kadar 7 trilyon dolarlık bir bütçe harcadığını söylüyor. ABD’nin bu harcamayı çıkarmaya yönelik faaliyetleri ile terör örgütleri üzerinden kurmaya çalıştığı denklem bu üç ülke tarafından kabul edilmiyor.
Rusya, Suriye’de siyasi barış için acilen Suriye Ulusal Meclisinin devreye girmesini öneriyor. Bunun için de BM çatısı altında Cenevre görüşmelerinin tamamlanarak Suriye’de seçimlere gidilmesi gerekiyor. Putin’in Suriye Ulusal Diyalog Kongresinde alınan kararların uygulanması için yol haritası çizmesi de Suriye’de barış sürecinin her an bozulabileceğine dair endişeler taşımasından kaynaklanıyor. ABD her ne kadar Suriye’den çekilmeye yönelik açıklamalar yapsa da diğer taraftan Türkiye sınırında ve Rakka’da yeni askeri üsler açması söylemlerin gerçeği yansıtmadığını kanıtlar nitelikte. Bu zirvede ABD’nin çekilme tavrının hiç gündeme gelmemesinin ana nedeni belki de bu üç ülkenin artık ABD’nin söylemlerine inanmaması da olabilir.
Rusya, Suriye’de aktif bir ülke olarak Türkiye ile işbirliği halinde ABD’nin ve birçok Batılı ülkenin planlarını altüst etti. Rusya’nın her gün farklı bir provakasyonla karşı karşıya kalması, Batı’nın yeni yaptırımlarıyla yüzleşmesi ciddi anlamda sıkıntı çekmesine de neden oluyor. İngiltere ile yaşanan Skripal krizi Rusya’nın ABD haricinde AB tarafından da hedef alınmasına imkân verdi.
Yeni süreçte ABD’den yeni yaptırımlar gelmesi beklentisi yüksek. Hatta bu yaptırımlar içerisinde dolar swap yaptırımının gelmesi de ihtimaldir. Zaten Rusya bu tehlikeyi gördüğü için hazinesinde altın biriktirmeye son 3 yılda hız vermişti. İngiltere ile yaşadığı casus krizi sonrası bu ihtimaller Rusya’yı ekonomik önlemler almaya itiyor. Dolar üzerinden yapılan saldırıyı en güçlü hisseden ülke ise İran. İran’da dolar ve döviz krizi şimdiden yaşanıyor. Çin’in de bu ihtimali düşünerek uzun süredir altın topladığı biliniyor.
Türkiye’nin üçlü zirveye Afrin operasyonunu başarıyla tamamlamış bir ülke olarak çıkması Rusya karşısında elini de güçlendirdi. Böylece Rusya, ABD’nin kendi alanı olarak gördüğü Fırat’ın doğusunda TSK ile yapılacak bir operasyonun başarısından da emin olmuş oldu. Şu haliyle Türkiye hem Rusya hem de İran için işbirliğinde öncelikli ülke oldu.
Rusya’nın enerji hatlarında yaptırımla karşılaşması Türk Akımının önemini daha da artırdı. Skripal krizi çıktığında Kuzey Akım-2 için Danimarka’nın Türk Akımı için de Türkiye’nin iznine ihtiyaç duyan Rusya, sadece Türkiye’den olumlu cevap aldı. Doğalgazını Batı’ya ulaştırmak için tek yol Türk Akımına bağımlı hale gelen Rusya’nın bu nedenle Türkiye’ye bağımlılığı da artıyor. Düşünülenin aksine Türkiye Rusya’ya değil Rusya Türkiye’ye bağımlı hale gelmiştir. Bu sonuç olumsuz anlamda düşünülmeden iki ülke için de avantajlar içermektedir.
Rusya’nın Türk ekonomisine en büyük doğalgaz tedarikçisi olduğunu düşündüğümüzde iki ülke ilişkilerinin krize girmesi ihtimali de gün geçtikçe azalıyor. Bu birliktelik İran’dan ayrı düşünülecek bir birlikteliktir. Çünkü iki ülkenin işbirliği İran’dan bağımsız ilerlemektedir. İran’ın bu birliğe dâhil olması için Türkiye’nin Türkmenistan’dan almayı düşündüğü doğalgaz ulaşım hattına yıllardır vermediği izni kaldırması gerekiyor. Ayrıca Rusya-Türkiye arasında Dağlık Karabağ hala bir kriz alanı olarak duruyor. Yapacak daha çok iş var. İyi niyet ve karşılıklı güven olduktan sonra çözülemeyecek sorun da yok.
[Rusya ve Avrasya alanlarında çalışmalar yürüten Prof. Dr. Salih Yılmaz, Rusya Araştırmaları Enstitüsü Başkanı ve Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesidir.]
YENİ HABERLER
YORUMLAR
Henüz hiç yorum yapılmamış.