RUSEN Başkanı Prof. Dr. Salih Yılmaz, Soçi Zirvesine dair Fatma Özkan’a konuştu

27 Kasım 2017, 03:55

Prof. Dr. Salih Yılmaz: PYD’nin umudu Soçi’de son buldu

Salih Yılmaz: Türkiye, Rusya ve İran Suriye’nin toprak bütünlüğünü Soçi Zirvesi’nde hukuki bir zemine taşıdı. PYD’nin bağımsız terör devleti kurma hayali bu üç ülkenin garantörlüğüyle yıkılmış oldu.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in davetiyle Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani 22 Kasımda Soçi’de bir araya geldi. Kritik bir evrede gerçekleşen üçlü zirveden 6 yıldır çözümsüzlüğe terk edilen Suriye’de siyasi çözümü getirebilecek tarihi nitelikte kararlar çıktı. Böylece Astana görüşmeleriyle pekişen üçlü işbirliği, süreci yeni ve daha sonuç alıcı bir noktaya taşımış oldu.

Soçi zirvesi neden tarihi önem sahip? Hangi kararlar alındı? Kararlar nasıl realize edilecek? Masa sahaya taşınabilecek mi? Türkiye’nin hassasiyeti ne ölçüde karşılandı? ABD zirvenin sonuçlarını sabote mi edecek, faydalanmaya mı çalışacak? Vekil olarak kullandığı PKK-PYD terör örgütünü desteklemeye devam edecek mi, imha yollarına mı bakacak?

Rusya ve Avrasya konularında çalışan, “Avrasya” adında bir kitabı yakın zamanda yayınlanan Rusya Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Salih Yılmaz ile konuştuk. Yılmaz aynı zamanda Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi.  

***

22 Kasımda Soçi’de Türkiye, Rusya ve İran arasında yapılan üçlü zirve neden önemliydi?

Şöyle ki Soçi’de üç ülkenin vardığı mutabakat sonrası Suriye’de yeni gelişmeler ortaya çıkacak. 2010 yılında başlayan Arap Baharı ile tüm Ortadoğu’nun demokratikleşmesi planı ABD’nin bu plandan dönmesiyle akamete uğramıştı. ABD, müttefikleriyle çıktığı yolda müttefiklerini yarı yolda bırakarak bölgedeki terör örgütleriyle işbirliğini tercih etti. Bu süreç aslında başta DAEŞ olmak üzere PKK’nın Türkiye’ye saldırılarında Batı özellikle ABD’nin seyirci kalması ve Rusya’nın 2015’te Suriye’ye girmesiyle Türkiye’yi tercih yapmaya mecbur bıraktı diyebiliriz. Ardından gelen FETÖ darbe girişimi ve liderlerinin Avrupa ve ABD tarafından koruma altına alınması da Türkiye’nin Rusya-İran işbirliğini güçlendirdi. Ortadoğu’da Mısır’da darbe ile ters çevrilen süreç, Suudi Arabistan’da sözde ılımlı İslam stratejisi, Türkiye’de darbe ile yönetim değişme çabalarının aynı merkezden yönetildiğini söylersek yanlış demeyiz. Türkiye’ye karşı Suriye üzerinden önce DAEŞ kullanılarak bir operasyona girişildi. Ardından PKK’nın çukur terörü geldi. Sonuç alınamayınca da FETÖ devreye girdi. Ondan da sonuç çıkmayınca PYD üzerinden yeni bir operasyona girişildi.

SOÇİ, BATI’DAN GELEN SALDIRILARA BİR CEVAP

Soçi zirvesiyle nasıl bir ilgisi var bunların?

Aslında Soçi zirvesinin yapılan bu tür operasyonlara bir cevap niteliği taşıdığını söylemek mümkün. Türkiye’nin kendi açısından yapılan saldırılara verdiği bu cevap Rusya ve İran açısından da farklı gerekçeler içeriyor. İran da Hizbullah üzerinden kendisine bir bahane üretildiğini iddia ediyor. Rusya ise Doğu Avrupa başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinden kendisine karşı ekonomik ve siyasi abluka düzenlendiğini iddia ederek bir cevap verdi. Bu üç ülke kendilerine yapılan Batı kaynaklı saldırı ve planlara Soçi’de “başaramadınız, biz gereğini yaptık” mesajıyla güçlü bir karşılık verdi diyebiliriz.

ZİRVE PYD’NİN HAYALLERİNİ YIKTI

Soçi zirvesi olup bitenlere cevaben nasıl yeni bir yol haritası çiziyor?

Soçi zirvesinin Ortadoğu’daki planları Soçi Süreci’ni devreye sokarak bozmaya çalıştığını görüyoruz. Neden Soçi Süreci diyoruz çünkü neredeyse bu üç ülke bakanlar kurulunu burada topladılar. Toplantı sonrasında Rusya, Türkiye ve İran liderlerinin ortak bir bildiri yayınlamasını doğru anlamak lazım. Bu bildirinin temelini Suriye’nin egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün korunması oluşturuyor. Çünkü Suriye, DAEŞ’in etkili olduğu dönemlerde dört parçaya bölündü. Şu anda DAEŞ’in bir anda kaybolmasıyla üç parça halinde bir ülkeden bahsediyoruz. Bir tarafta PKK’nın devamı olan PYD, diğer yanda muhalifler, diğer yanda da Esed güçlerinin hâkimiyeti mevcut. Üç ülkenin bildiride bu hususu özellikle vurgulaması PYD’nin bağımsız bir terör devleti kurma hayallerini yıkıyor.

SURİYE’DE ESED’İN KEYFİ YÖNETİMİ BİTTİ

Şimdiye dek yedi kez toplanılan Astana Sürecinde zaten varılan “çatışmasızlık” kararını nereye taşıyor peki Soçi zirvesi?

Suriye bundan sonra Esed’in eskiden olduğu gibi keyfi olarak yönettiği bir ülke olmayacak. Demokratik bir sistem ile şu anda güvenli bölgelerin kısmi özerkliğinin olduğu bir sistem geliyor. Bu süreçte 3 ülke ülkede çatışmaların tamamen durdurulması içinde gayret gösteriyorlar. Hatta İdlib’te çatışmaların sona erdirilmesi adına Katar’ın Türkiye’yle işbirliği yaptığını söylemeliyim. Çatışmasızlık bölgelerinde istikrarın sağlanması ile sivil anayasa yoluyla yönetimsel sınırlar da belirlenmiş olacak.

Türkiye’nin Soçi’de çatışmasızlık bölgelerinin istikrara kavuşturulması süreci işlerken aynı zamanda mültecilerin geri dönüşüne imkân tanıyacak tedbirlerin de devreye sokulmasını istediğini biliyorum. Türkiye mültecilerin daha önceden yaşadıkları bölgelere dönüşünün sağlanarak ülkede nüfus dengesini bozmaya yönelik planları da yok etmek istiyor. Kış aylarına girildiği bu günlerde Suriye’de hayatın iyice zorlaştığını gündeme getiren Türkiye, insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını da masaya getirmiş ve kabul görmüştür. Bu karardan sonra da Şam, Halep, Doğu Guta bölgelerine insani yardımlar ulaşmaya başlamıştır.

SURİYE’NİN GELECEĞİNİ SURİYELİLER BELİRLEYECEK

Ulusal Diyalog Kongresinin amacı nedir ve kimlerden oluşacağı nasıl tespit edilecek? Ne beklemeliyiz buradan?

Suriye Ulusal Diyalog Kongresi; Suriye’de barışın temelini oluşturacak. Burada bir araya gelecek taraflar bir arada çalışacaklar. Peki, neyi müzakere edecekler dersek şu konuların altını çizmek lazım: 1) Sivil Anayasa’nın oluşumu 2) Adil ve şeffaf seçimlerin yapılmasına dair maddeler 3) Seçimlerin tarihi ve geçici hükümetin kurulması 4) Suriye’de şu anda hâkim olunan bölgelerin yönetimsel olarak taksimi ve biçimi.

Suriye Ulusal Diyalog Kongresine paralel olarak bu üç ülke Suriye’nin yeniden inşa edilmesi çerçevesinde atılacak adımlar üzerinde de çalışmalarını devam ettiriyorlar. Suriye’nin geleceğinin Suriyeliler tarafından belirlenmesi konusunda hiçbir çekince yok. Hatta yapılacak seçimlerde ülke içinde ve dışında tüm Suriyelilerin oy kullanması düşünülüyor. Bu karar ile Türkiye ve Ürdün’deki milyonlarca mülteci de oy kullanabilecek.

PYD TÜRKİYE’YE RAĞMEN MASAYA GELEMEZ

PYD’nin masada olması nasıl engellenecek?

Yine bildiride geçen “Devlet başkanları, Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti ve egemenliği ve toprak bütünlüğünü savunan muhalefeti, yakın gelecekte Soçi’de düzenlenecek Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne yapıcı şekilde katılım sağlamaya çağırmışlardır.” ifadesi de önemlidir. Zirveden sonra birçok uzman bunun PYD’nin katılımı ile sonuçlanacağına dair öngörüleri maalesef gerçekçi değil. Çünkü bu kongreye katılacaklar üç ülkenin ortak rızasıyla gerçekleşecek. 1000 kişinin katılacağı bir kongreden bahsediyoruz.

Soçi zirvesinde tarafların uzlaşısı önemliydi. Rusya’nın Esed’in geçiş hükümetine başkanlık etmesi başta olmak üzere seçim sistemi, yeni Anayasa yapılması, genel af ilanı gibi önceliklerin yer aldığı teklifleri üzerinde görüşmeler olumlu geçtiği anlaşılıyor. Suriye’de siyasi yol haritasının netleştirilmesi için taraflar 19 başlık üzerinde 15 Ocak 2018 tarihine kadar heyetler arası görüşmeler tamamlanıp metinler ortaya çıkarılacak. Üzerinde anlaşılmayan konuları liderler ayrıca görüşecekler.

RUSYA VE TÜRKİYE ETKİN

Soçi zirvesi kararlarının ve olası sonuçlarının Türkiye için anlamı ne?

Türkiye artık doğrudan Suriye’nin geleceğinde söz sahibi bir ülkedir. Astana Süreciyle başlayan bu işbirliği ile bu üç ülke bunu hukuki bir evreye de taşımıştır. Türkiye, Rusya ve İran ile birlikte Suriye’de oluşacak yönetimsel değişime ve ülkenin inşasına karar verecek en etkin güçlerden olmuştur. Hatta Suriye’de inisiyatif Rusya ve Türkiye üzerinden yürüyor. İran daha çok Esed ve Rusya ile ortak bir karar üzerinde hareket ederken Türkiye’nin kararlarda tek başına etkin olduğunu söylemeliyiz. ABD’nin de PYD dışında bir etkisi kalmadı. Bu etki de Rusya ve Türkiye’nin işbirliği ile çökebilecek niteliktedir. Bu haliyle Rusya-Türkiye ikilisinin kararları ön planda. Türkiye’nin siyasi çözüm ile birlikte tıpkı Rusya gibi askeri varlığının da uzun sürede Suriye’de kalabileceğini öngörebiliriz. İdlib’te kurulan karakolların ne kadar kalacağı ve süresi belli değil.

MASADA KONUŞULAN SAHAYA NASIL YANSIYACAK?

Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması kararı sahaya nasıl yansıyacak, nasıl realize edilecek? Rusya’nın, İran’ın, PYD üzerinden ABD’nin ve ÖSO üzerinden Türkiye’nin kontrol ettiği alanlar nasıl yönetilecek?

Rusya, İran ve Türkiye’yi bir araya getiren en temel unsurlardan birisi Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması meselesidir. Bu anlaşma üç ülkenin beklentisini karşılıyor. Fakat sivil anayasanın hazırlanması sürecinde şu anda güvenli bölge olarak ilan edilen yerlerde güçlü yerel yönetimler ve milli mecliste temsil hakkı tanınması planlanıyor. Bu haliyle her bölge özerk bir yerel yönetime kavuşuyor. Böylece muhalifler ile Esed arasındaki yedi yıllık mücadelede gelecekte bunun tekrarlanmaması adına güçlü yerel sistem tercihi söz konusu. Merkeze bağlı bu yönetimlerin alacakları kararların ise onaya tabi olasılığı var. Zamanla yerel güçler arasındaki mücadele demokrasi üzerinden halledilmeye çalışılacaktır. Fakat bu geçiş sürecinde garantör ülkelerin varlığı da devam edecek. Rusya daha önce hazırladığı sivil anayasada federasyon sistemini önermişti. Fakat bu öneri mümkün gözükmüyor. Federasyon sistemi aynı zamanda parçalanmanın da ilk kıvılcımlarını atabilecek nitelikte. Şimdilik güçlü yerel yönetim, gevşek merkezi sistem, kararların onayı, milli meclis olarak niteleyebileceğimiz bir sistem üzerinde duruluyor.

ALTI YILIN ACISI NASIL AŞILACAK?

Altı yıl boyunca orada oluşan bloklaşmalar, silahlanmalar, çatışmalar, acılarla dolu hafıza nasıl aşılacak peki?

Ülkeler ve yönetimler bu hafızayı tutmayacaklardır. Ama halkın hafızasında bu acılar uzun yıllar kalacak. Zaten baktığımızda hemen hemen her aileden bir kişi ya hayatını kaybetmiş veya sakat kalmış durumda. İşte burada ülkenin yeniden inşa sürecinde üç ülkenin birlikte hareket etmesiyle bu acıların hafifletilmesi mümkün olabilir. Fakat silahsızlanma olayı zamana yayılacaktır. Hiçbir grup veya aşiret veya topluluk kendisini güvende hissedene kadar elindeki silahları teslim etmeyecektir. Zaten hazırlanacak sivil anayasa ile blokların mümkün olduğunca kendi sözlerinin geçtiği bir yönetimsel düzen planlandığından diğerleriyle iletişimleri çok fazla olmayacaktır. Halk da yavaş yavaş üzerlerinde bir oyun oynandığının farkına vardı. Tüm taraflar bu çatışmalardan ders aldı. Buna Esed de dâhil diyebiliriz.

ESED AKTÖR DEĞİL PİYON

Suriye’nin geleceği konusunda başlangıç noktasına yani Esed’le devam noktasına geri mi dönülmüş oldu neticede?

Bunu söylemek mümkün değil. Çünkü her ne kadar Esed suni olarak iktidarda kalıyorsa da halkın lideri olamayacak. Kullanılan ve kontrol edilen bir piyon vasfını kaybetmeyecek. Zaten geçiş hükümetinin kurulması, seçimlerin yapılması ile Esed’in uzun süre iktidarda kalabileceğini de düşünmüyorum. Esed şu anda siyasi barışın çözümünde kullanılan bir aktör olarak kullanılıyor. Özellikle İran’ın bu konuda ısrarı var. Rusya’da bunu bir gerekçe olarak gösteriyor. Ama zamanla Suriye’de Esed de olmayacak. Türkiye’nin Esed konusundaki tavrında bir değişiklik yok. Kaldı ki Esed’le doğrudan bir müzakere de yürütülmüyor. Esed’in son Soçi ziyaretinde Putin ile görüşmesinde de görüldüğü gibi Esed’in bu süreçte görüşü alınmıyor, tam tersi alınan kararlar kendisine iletilip uyması isteniyor.

DEAŞ İSLAM’A ZARAR VERMESİ İÇİN VAR EDİLDİ

Neredeyse tüm dünyanın savaştığı, ama yenmeyi bir türlü başaramadığı DEAŞ artık Suriye’de yok mu şimdi? Hiç olmayacak mı? Nasıl aniden buharlaşabildi? BBC’nin ortaya çıkardığı 250 DEAŞ militanının ABD bilgisi PYD eliyle tahliye edilmesi bize neyi gösterdi?

DAEŞ’in kullanım süresi bitti desek yeridir. DAEŞ’in savunduğu fikirler özellikle Sovyetlerin dağılmasından sonra başta Kafkasya olmak üzere Orta Asya ve Türkiye’de de Batı tarafından bir güç olarak kullanıldı. İslam’a yeterince zarar vermesi sağlandı. Rusya, Çin gibi ülkelere karşı da kullanıldı. Dikkat ederseniz DAEŞ’in Amerika’da veya İsrail’de bir eylemini hiç duymadık. Hep Müslüman ülkelerde saldırılar düzenledi. Bir bakıma kaos için silah olarak kullanıldı. Şimdi DAEŞ üzerinden İslam ülkelerinin baskı altında tutulması ile aslında birçok ülkenin sekülerleşmesi ile batı değerlerine sadık kalması amaçlandı. Dediğiniz gibi 20 bin yabancı militanın olduğu DAEŞ bir anda buhar oldu. Hatta liderleri Bağdadi’nin bile nerede olduğu belli değil. Geçen hafta İstanbul saldırısının faillerinden Ahmet Çatayev’in Gürcistan’da öldürüldüğü basına servis edildi. Gerçi cesedini henüz görmedik ama öyle servis ettiler. Düşünün ki Çatayev, Rakka’da yaşayan DAEŞ’in etkili liderlerindendi. Bir anda Gürcistan’da ortaya çıktı. Gürcistan savaşı ve Çeçen savaşları sırasında kendisinin Batı ile çalıştığını herkes biliyor. Bu adamı İngiltere, Amerika zamanında gözaltına almış ve bırakmış.

DEAŞ’IN YENİ HEDEFİ ORTA ASYA

Niye?

Çünkü hepsine bir şekilde çalışmış. DAEŞ militanlarının başta Avrupa olmak üzere Kafkasya, Orta Asya ülkelerine taşındığını söyleyebiliriz. Böylece istedikleri zaman bu bölgelerde yeniden terör saldırıları düzenleyebilecek kapasiteye sahip oldular. Bu haliyle yeni hedefin Orta Asya olduğunu da söyleyelim. Orta Asya’da bir karmaşayla Yeni İpek Yolu Projesini hedef alabilirler.

DEAŞ’I UYUTTULAR VAKTİ GELİNCE…

DEAŞ nereye gitti peki sizce?

Bir yere gitmedi. Sadece isim ve amaç değiştirerek ileride yeniden kullanım için evlerine taşındılar. Zamanı gelince başka bir isimle yeniden ortaya çıkacaklardır. 20 bin militan uykuya geçti. Bir gün bir sebep için uyandırılacaklar.

MISIR VE S.ARABİSTAN’I DEAŞ İLE TERBİYE ETTİLER

DEAŞ herhangi bir ülkede veya Allah korusun Türkiye’de bir terör saldırış düzenlese bunun hesabı kime sorulacak?

DAEŞ zaten Türkiye’de, Avrupa’da Mısır’da baskı unsuru olarak kullanıldı. Hatta bugünlerde Mısır’da bir camiye düzenlenen saldırılarla bağlantı kuruluyor. Bundan 10 yıl önce Mısır, ABD, İsrail gibi ülkelerle sınırlı ilişki kurarken şimdi bakıyoruz ki bu ülkelere muhtaç konuma getirildi. Mısır bir bakıma DAEŞ ile terbiye edildi. Mısır, İsrail ile tarihte yaptığı savaşları unuttu ve şimdi Filistinlileri terörist ilan eden bir duruma geldi. Hatta Sina Yarımadasının DAEŞ eliyle boşaltılarak Filistinlileri bu bölgeye yerleştirme projesinde taşeron rolü üsteleniyor. Türkiye’yi PKK ve FETÖ ile terbiye etmeye çalışanlar belki bunu başaramadılar. Fakat Suudi Arabistan ve Mısır’ı DAEŞ ile yola getirdiler.

DEAŞ’IN SİLAHLARI DA PYD’NİN ELİNDE

DEAŞ silahlarını kime bıraktı? ABD’nin ağır silahlar verip eğittiği PYD’ye mi?  

DAEŞ’in 2014 yılından beri elindeki silahların önemli bir kısmını PYD’ye sattığını biliyoruz. Binlerce militanını ülke dışına taşıyan örgütün giderken silahları götürmediğini düşündüğümüzde bu silahların PYD’ye kaldığını söyleyebiliriz. ABD eskiden demokrasi silahıyla ülkeleri kendisine bağımlı hale getiriyordu. Şimdi ise terör örgütleri üzerinden bir strateji izliyor. Bunda da kısmen başarılı oldu. ABD, PYD’nin Türkiye’ye karşı politikalarını biliyor, görüyor. Fakat görmemezlikten geliyor. Dünyada artık kapitalizm savaşı acımasızlaştı. Eskiden çalışmadan sömürüye alışan ülkeler iyice açgözlü hale geldiler. Onların aç gözlülüğü sınır tanımamazlıklarını da artırdı. ABD, Rakka operasyonu bittikten sonra verdiği silahları toplayacağı sözünü vermişti. Fakat ne silahlar toplandı ne de verilen diğer sözler tutuldu.

SURİYE’NİN ENERJİ KAYNAKLARI YÜZDE 80 PYD ELİNDE

PYD bahsini biraz daha açalım isterim. DEAŞ’ın boşalttığı yerlere yerleşen PYD’nin durumu, ele geçirdikleri ne olacak? Türkiye PYD’nin herhangi bir masaya oturmaması için çaba sarf ediyor. Masa da bunu başarmış da görünüyor fakat saha nasıl olacak?

ABD’nin desteğiyle PYD, kendi kendine yetebilecek bir ekonomik güce kavuşturulmak isteniyor. Şu anda PYD’nin Suriye’nin enerji kaynaklarının yüzde 80’ninde hâkim olduğunu görüyoruz. Yani petrol konusunda tekel durumuna geldi. Bu durum Rusya-ABD arasındaki anlaşmazlıklardan birisi. Rusya bu hali kabul etmiyor. PYD’nin hâkim olduğu bölgeler petrol ve gaz sahaları olduğu gibi enerji hatlarının taşınabileceği güzergâhları da içeriyor. Irak’tan başlayıp İsrail’e kadar uzanacak bir enerji koridoru şu haliyle gerçekleşmiş durumda. Fakat bunu gerçekleştirmek için İran ile Esed’i aşmak zorunda kalan bir blok var. Son Soçi ziyaretinde Esed’in bu tehlikeyi gündeme taşıdığı anlaşılıyor. Bu nedenle de PYD’nin Ulusal Kongrede olmasına taraf olmadığını dile getirdiği, PYD’nin etkisizleştirilmesi konusunda Putin’den yardım istediği sızan bilgiler arasında. O zaman her ne kadar ABD desteğiyle bir sürece girmiş olsa da PYD’nin Suriye’nin geleceğinde önemli bir rolü olmayacak.

PYD ASIL IRAK ŞENGAL’DE TEHDİT

Bu PKK-PYD tehlikesini kontrol altına alır mı?

PYD konusunda asıl tehdit bence Irak/Şengal’de duruyor. Irak’taki varlıkları daha sürdürülebilir gibi. Özellikle Barzani referandumundaki başarısızlık PKK/PYD etkisini Irak’ta güçlendiriyor. Suriye’de ABD desteği ile bir PYD’nin geleceği yok. Fakat Rusya, PYD’ye arka çıkarsa işte asıl tehdit o zaman başlar. Bu haliyle Türkiye’nin politikaları doğru ve sistematik biçimde gelişiyor. Rusya’nın PYD’yi Esed yönetimi içerisinde eriteceğini görüyoruz. PYD yerine yerli Kürt gruplar desteklenerek bunların ülkeyi terk etmesi, terk etmese de onlara karşı durabilecek milli unsurların ortaya çıkacağı görülüyor.

TÜRKİYE’NİN PYD HASSASİYETİ

Türkiye PYD konusunda çok hassas, gereği sağlanabilecek mi?

Türkiye, PYD’nin olduğu hiçbir yerde olmayacağını baştan kesin bir dille vurguladığından PYD’nin terör örgütü olmasını Rusya ve İran’ın da kabul ettiğini söylemeliyiz. Çünkü üç lider de Suriye’de terör örgütleriyle mücadelede anlaştılar. Bu zirvenin belki de en önemli sonuçlarından birisi de budur. Daha önce Rusya, PYD ile ilişkilerini devam ettirme konusunda ısrarcıydı. Şimdi ise kongre sürecinde hiçbir terör örgütüne yer verilmeyeceği vurgusu aslında PYD’yi işaret ediyor. Üç ülkenin DAEŞ, El-Nusra, PKK-PYD konusundaki hassasiyetleri sonuçlanmış duruyor. Bundan sonra PYD’nin kademeli olarak etkisizleştirileceğini ve bölgede asıl söz sahibi yerli Kürt unsurların ön plana çıkarılacağını anlıyoruz. Kongrede PYD masada olmayacak evet fakat Suriye’de Kürtlerin temsilcileri ENKS ile daha önce bölgede faaliyet yürüten Özgürlük Partisi, Gelişim Partisinin kongreye davet edilmesi mümkün gibi.

ABD ÇIKARLARI RİSKE GİRERSE PYD’DEN VAZGEÇER

Astana’da ABD dışlanmıştı. Soçi’de de öyle oldu. Sonuçları ABD kabullenecek mi? PYD bu kararları sabote eder mi?

Astana’da ABD dışlanmadı aslında. ABD’nin kendisi mümkün olduğunca Astana’dan uzak durmaya çalıştı. Fakat üç garantör ülkenin Astana’da başarı elde etmesi ABD’nin tahmin edemediği bir şeydi. Şimdi gelinen noktada Suriye’deki barış sürecini ABD’nin Cenevre’ye taşımaya çalıştığını görüyoruz. Astana Görüşmelerinin üç garantör ülkesi de ABD’nin bu hamlesine karşı Soçi’de toplanarak Suriye’deki tüm tarafların katılımıyla siyasi barışın ilkelerini belirleyip bunu Cenevre’de tasdik ettirmek istiyorlar. BM’nin 2254 sayılı kararına vurgu ile Soçi’deki kararların oraya taşınması hali var. ABD, bu süreci bir, PYD üzerinden bozmaya çalışabilir. PYD’nin masada olmadığını iddia ederek bölgede bir karışıklık çıkarma ihtimali var. Fakat böyle bir süreç de tıpkı Irak’ta olduğu gibi Rusya, Türkiye ve İran’ın toptan PYD ile mücadelesi ile yok edilecektir. Esed’in de PYD’den rahatsız olduğu düşünüldüğünde PYD kartı o kadar da kullanışlı değil. Zaten Cumhurbaşkanımızın son Trump görüşmesinde Trump’ın artık silah yardımında bulunulmayacak sözleri de PYD’ye dair ipuçlarını veriyor. ABD de Suriye’de siyasi çözüme gidilirken kazanımlarını korumaya çalışacaktır. PYD eğer bu kazanımların korunmasının önünde engel ise onu devre dışı bırakmaya da hazır olur.

RİYAD-2 TOPLANTISI BİR ENGEL ÇABASI

ABD bu süreci başka nasıl bozmayı deneyebilir?

Batı’nın hem Astana’yı hem de Soçi’yi sobate etmek için yine yerel güçleri kullanmasına örnekler var. Örneğin Suudi Arabistan desteğiyle Suriye’de muhalifler tarafından oluşturulan İdlib merkezli sivil yönetim, Kurtuluş Hükümeti’nin lideri, Astana anlaşmasının Esed rejimini kurtarmayı amaçladığını söyleyerek Suriye Ulusal Kongresine katılmayacaklarını yeni duyurdu. Astana ve Soçi görüşmelerinin Rusya’nın hilesinden ibaret olduğunu savunan Kurtuluş Hükümeti lideri Dr. Muhammed el Şeyh’in bu görüşleri acaba kendisinin mi yoksa ABD’nin mi diye sorgulamak gerekiyor. Rusya’nın Soçi kentinde toplantının yapıldığı günlerde Suudi Arabistan’ın Riyad şehrinde Riyad-2 Toplantısı adı altında bir araya gelen ABD/Suudi Arabistan destekli muhalifler Rusya ve İran’ın Suriye konusunda çözüm bulacağına güvenmediklerini ilan ederek bu süreci etkisizleştirmeyi denediler. Hatta bu oluşum muhaliflerin gerçek temsilcileri gibi gösterilerek Türkiye’nin İdlib’teki gücü de kırılmak isteniyor. Fakat Türkiye’nin Katar ile birlikte bölgedeki muhalifler üzerindeki etkisi tartışmaya açık değil. Buradaki risk Riyad-2 adı altında toplanan muhaliflerin Tahriru’ş Şam ile Türkiye arasında bir çatışma çıkartarak süreci sonlandırmak istemeleri olabilir. Bu muhaliflerin ABD ve Suudi Arabistan tarafından desteklenmesindeki amaçlardan birisi de Türkiye’nin İdlib ve çevresinde kalıcı bir karakol, karargâh, üs kurup etkisini uzun süre devam etmesini engelleyebilmektir.

OPERASYON SONRASI AFRİN’DE PYD SİLİNİR

İdlip sonrası Türkiye’nin yeni hedefi Afrin mi? Ne beklemeliyiz?

Türkiye, Afrin operasyonuna çoktan başladı. Bu süreç Türkiye’nin İdlib’e asker sevkiyle başlatılmıştır. Afrin sınırlarında gözetleme noktaları kuruluyor. Sayın Cumhurbaşkanımız Soçi’de bu konuyu sıkça dile getirdiğini kendi ağzından söyledi. Malum Afrin’de yaşayanların çoğu şu anda mülteci konumunda. Bu mültecilerin evlerine dönmesiyle yapılacak bir seçimde zaten doğrudan PYD’nin etkisi bölgede yok oluyor. Şöyle ki Afrin’in gerçek nüfusun yüzde 50’si Araplardan, yüzde 30’u Kürtlerden, geri kalanı da Türkmenler ve diğer gruplardan oluşuyor. Suriye’de siyasi çözüme geçildikten sonra yapılacak bir seçimde mültecilerin de oy kullanacağı hesaplandığında Afrin’de PYD’nin kalması mümkün değil. Eğer buna itiraz ederler de silaha başvurularsa bu üç garantör ülke birlikte müdahale eder.

TÜRKİYE SURİYE’DEN ÇEKİLECEK Mİ?

Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov, Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını azaltabileceğini açıkladı. Açıklama, Türkiye, Rusya ve İran’ın katılımıyla Soçi’de düzenlenen zirvenin ardından geldi. Geçtiğimiz haftalarda ABD’den de bir çağrı gelmişti, “yabancı savaşçılar Suriye’yi terk etsin” şeklinde. Türkiye’nin de Suriye’de askeri var. Bu durum ne anlama geliyor?

Rusya’nın Suriye’de askeri varlığını azaltacağına dair geçen yıllarda da bir açıklaması oldu. Bir kısım birlikler ve askeri teçhizatlar çekildi. Fakat kısa süre sonra geri çekilenden fazlası getirildi. O nedenle açıklamadan çok icraata bakmak lazım. Bir de kimin ne kadar güç bulundurduğunu ve ne kadarını geri çektiğini bilmek mümkün değil. Bu açıklama daha çok ABD’ye yönelik bir açıklama gibi duruyor. Çünkü ABD, aldığı son kararla Suriye’de varlığını artırıyor. Hatta Rakka’da yeni bir ABD askeri üssü kurulması kararı alındı. Sivil anayasa ve seçimler sonrası yerel yönetimler güçlendikten sonra bölgelerin farklı ülkelerle yaptıkları anlaşmalar geçerliliğini devam ettirir. Örneğin İdlib’te kurulacak yönetim ile Türkiye’nin yapacağı bir anlaşmaya müdahale etmek zor. Ayrıca 69 şehit verdiğimiz Fırat Kalkanı harekâtından sonra bölgeyi elini kolunu sallayarak terk edecek bir Türkiye de yok. Bunu kimse de beklemesin. Bu tür açıklamalar ülkelerin birbirini yoklama, sınama, aba altından sopa gösterme teknikleri diyebiliriz. Türkiye ne yaptığını biliyor. Günümüzde olduğu gibi gelecekte de Türkiye, askeri olarak da Suriye’de varlığını sürdürmeye devam edecek.

Suriye’nin normalleşme sürecinde ABD üslerinin durumu üç garantör ülkeyi de rahatsız ediyor. Zaten son Trump görüşmesinde Cumhurbaşkanımızın Rakka’da kurulan ABD üssüne dair çekincelerini ilettiği açık. Suriye barışı ile birlikte hem Rusya’nın hem de ABD’nin kurdukları üsleri boşaltmaları meselesi sorun olabilir.

Rusya’nın Trump’la ilişkilendirilerek bir baskı ile karşılaştığı, Suriye’de bunun etkisinin görüldüğü eleştirileri var. Ne diyorsunuz?

Rusya, Suriye‘de çok yönlü bir siyaset izliyor. Rusya’nın kendi çıkarını maksimize etmeye yönelik çabaları büyük oranda başarılı oldu. Bu kazanımlarını korumak için Türkiye ve İran’a ihtiyacı var. Türkiye ve İran’ın kazanımlarını koruması da yine Rusya ile işbirliğine bağlı. Fakat bu süreçte Rusya’nın ABD ile ilişkilerinde farklı bir seyir olduğunu görüyoruz. ABD’nin her türlü provakatif saldıklarına karşı sabırla bekleme ve iletişimi koparmama yolunu seçiyor. Rusya’nın sabrı ise ABD’yi daha çok saldırganlaştırıyor. Örneğin Rusya, Trump ile ilişkilendirilmesinde her iki türlü de kazanıyor. Çünkü Trump’ın baskı altında olduğu gerçeği Rusya’yı güçlendirdiği gibi hem ABD hem de diğer ülkelerdeki halk nezdinde Trump’ karşı mücadele eden üst aklın dengesini bozuyor.

TÜRKİYE VE RUSYA ARASINDA GÜVENSİZLİK VAR MI?

Rusya-Türkiye ilişkilerinin tam oturmadığı, bir güvensizlik olduğuna dair eleştirilere dair değerlendirmeniz nasıl?

Bu tür eleştirilerin olması normal. Sonuçta yüzlerce yıl savaşmış iki medeniyetin biranda birbirine güvenmesini bekleyemeyiz. Önemli olan bölgemizde karşılıklı çıkar ölçüsünde yaptığımız işbirliğidir. Rusya’da Türkiye’nin politikalarının tanıtımına dair bir eksiklik var. Türk-Rus ilişkileri Putin-Erdoğan inisiyatifinde ilerliyor. Bu iki liderden birisinin yönetimde olmaması ilişkileri farklılaştırabilir. Planlı bir vizyonumuz yok. En azından Türkiye’nin Rusya ile gelecek vizyonu planlı değil. Rusya’nın ise bu konuda ne yaptığını bilen bir tarafı var. Türkiye’de çok fazla Rusya uzmanı yok. Rusya adına konuşanların çoğu ya uzman değil veya operasyonel olarak Türkiye’deler. En etkili kurumlarda Rusya adına konuşanlara baktığımızda Rusya’da bir tane haberinin olmadığını görürüz. Rusya’nın dikkate almadığı, sözüne itibar etmediği kişilerin Türkiye’de el üstünde tutulması manidar. Bazı şeyler var ki kurumların planlı Rusya politikası yerine günü kurtaran anlayışa sahip olduğu süreçlerden geçiyoruz. Rusya’da olmayan kurumların temsilcileri Türkiye’de Rusya adına konuşuyor. Birisi de böyle bir kurum var mı gerçekten diye Rusya elçiliğine sormayı akıl etmiyor. Türk toplumu planlı biçimde bazen ABD’ye karşı, bazen de Rusya’ya karşı provoke edilmeye çalışılıyor. Bunu artık bir düzene koymanın zamanı geldi. Devlet, polis, istihbarat inisiyatif alıp bu kişilere engel olmalı.

AVRASYA İDEALİ ZOR AMA İMKANSIZ DEĞİL

Sizin bir “Avrasya” kitabınız var. Kitapta Rusya ve Türkiye’nin Avrasya’da nasıl işbirliği yapabileceğini anlatıyorsunuz. Gerçekten mümkün mü bu?

Türkiye ve Rusya’nın Avrasya coğrafyasındaki rekabeti iki ülkeye de kaybettiriyor. 1700’lü yıllarda başlayan amansız mücadelede hem Osmanlı Devleti hem de Rusya Çarlığı yok oldu. Bu iki ülkeyi birbirine düşürenler ise şimdi sefasını sürüyor. Ben Rusya-Türkiye ilişkilerine duygusal bakanlardan değilim. Kaldı ki Rusya ile yaşadığımız uçak krizi sırasında Rusya’ya ve Putin’e en sert eleştirileri yapanlardan oldum. Fakat işbirliği yapılması gerektiği konusunda da inisiyatif alıp çalışmalar yürüttük, yürütüyoruz. Orta Asya ve Kafkasya’da bizimle aynı dini veya dili paylaşan birçok topluluk var. Bu topluluklar hem Rusya’nın hem de Türkiye’nin işbirliğinde birleştirici bir role sahip olabilir. Avrasya ideali zor fakat imkânsız değil. Bunun yolu ben merkezli bir siyasetten öte her ülkenin kendi kimliği ile işbirliğinde bileşmesiyle olabilir. Özetlemek gerekirse “Avrasya Medeniyeti” bölgeye barış getirecek, bölgenin dış saldırılara karşı güçlü olmasını sağlayacaktır. Buna dair fikirlerimi “Türkiye-Rusya Avrasya Paktı Mümkün mü?” adlı kitabımda geniş biçimde anlattım.

SURİYE SAVAŞININ KAZANANI ABD VE RUSYA

Altı yılda çok şey kaybedildi. Bir kere geri getirilemeyecek olan; insanlar öldü. Göçler oldu. Şehirler yıkıldı… Bu savaşta şimdi kim ne kazanmış oldu?

Bu savaş başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu ülkeleri için bir ders niteliği taşıyor. Türkiye, Suriye sayesinde kimin dost kimin düşman olduğunu gördü. Bu savaşın kazananı Rusya ve ABD’dir. Hem Türkiye hem de diğer bölge ülkeleri bu iki ülkenin inisiyatifiyle bölgede etkinler. Ortadoğu halkları için ise yıkıcı bir sonuç getirdi. Öncelikle İslam üzerinde bir tahribat yapmaya çalıştılar. Kısmen de başardılar. Sünni-Şii ayrılığını derinleştirerek hem Şii ülkelerin kendi arasında hem de Sünni ülkelerin kendi arasında bir çatışmanın temelleri atıldı. Suriye’de barış olduktan sonra Ortadoğu’nun huzura ereceğini zannediyorsak yanılıyoruz. Sırada İran, Lübnan, Yemen duruyor. İran en büyük hedef ve bu hedefe yavaş yavaş ilerleniyor.

Yazının orjinali için bakınız: http://www.star.com.tr/roportaj/prof-dr-salih-yilmaz-pydnin-umudu-socide-son-buldu-haber-1279492/

 

 

 

 

 

YENİ HABERLER

YORUMLAR

Henüz hiç yorum yapılmamış.

YENİ HABERLER