RUSEN [ANALİZ]: Prof.Dr. Salih Yılmaz, Suriye’de Dengeler Değişiyor mu? Hangi Ülke Ne İçin Suriye’de?
Rusya neden Suriye’de?, Rusya Suriye’de ne yapmak istiyor? Planı nedir ?
Rusya’nın Suriye’de olmasının birçok sebebini söyleyebiliriz. Öncelikle Putin’in 2000 yılında iktidara gelmesiyle Rusya’nın ekonomisindeki güçlenme Rusya’yı eski post-Sovyet ülkelere doğru ilerleyen NATO ve AB’ye karşı hamle yapmaya itti. Bu hamle içerisinde ilk kırılma Gürcistan’da yaşandı. Rusya’ya göre Gürcistan’ın NATO’ya dâhil edilmesi veya AB’ye alınması kendisine karşı yapılan bilinçli bir hareketti. NATO’nun Gürcistan üzerinden Rusya’ya komşu olması demek Kafkasya’nın da istikrarsızlığı anlamına gelebilirdi. Rusya ilk hamlede bunu engelledi. Bunu engellediği gibi Gürcistan içerisinde Güney Osetya ve Abhazya ile önemli bir çatlak da açtı. İkinci hamle ise AB’nin Ukrayna’yı birliğe dâhil etme girişimi sonrasında geldi. Ukrayna krizinin patlak vermesiyle Donbass bölgesi bağımsızlığını ilan etti. Her ne kadar uluslararası meşruiyeti olmasa da Rusya kendisini çevrelemeye çalışan AB/NATO’ya karşı güvenlik duvarı oluşturdu diyebiliriz. Bu hadiseler sonrasında Batı’dan Rusya’ya karşı ambargolar geldiğinde Rusya’nın cepheyi genişleterek Suriye’ye odaklandığını görüyoruz.
Çünkü Rusya’ya karşı en büyük hamle yapan ABD’nin Suriye ve Irak’ta olması Rusya’nın bu hamleyle ABD’yi başarısız kılabilecek unsurları değerlendirmesine neden oldu. Rusya’nın Suriye’ye girmesiyle Ukrayna krizinin ikinci plana atıldığını söyleyebiliriz. Belki Rusya da Suriye’ye girmeye karar verdiğinde bu kadar etkili olabileceğini düşünmüyordu. Rusya’nın Suriye hamlesi yeni gelişmeleri de tetikledi.
Rusya’nın Suriye’ye giriş gerekçesinde DAEŞ ile mücadele ile Tartus Üssünün korunması vardı. Fakat geldiğimiz noktada Rusya, DAEŞ ile mücadelenin başarıyla tamamlandığını ilan etti. Ayrıca Tartus Üssü ile ilgili 49 yıllık yeni bir anlaşma yaparak varlığını da garanti altına aldı. Bundan sonra Rusya’nın Suriye’deki varlığı da yeni açıklamalar ölçüsünde değerlendirilebilir.
Rusya’ya göre Suriye, Ortadoğu’ya açılan önemli bir kapı. Malum Rusya’nın tarihten itibaren Akdeniz’e açılma stratejisi var. Rusya, Suriye’ye gelerek Akdeniz’deki varlığını garanti altına aldı. Ayrıca ABD’nin Ortadoğu’da Sünni ülkeler üzerinden kurduğu hâkimiyeti de sonlandırdı. Çünkü Suriye kriziyle birlikte Türkiye, Katar ABD’nin ekseninden çıktı. Suudi Arabistan merkezli bir krizle de ABD’ye karşı yeni bir cephe açılmış oldu.
Rusya aslında Suriye’de varlığını güçlendirerek Ukrayna’da pazarlık masasında elini güçlendirmek istiyordu ve bunu da şimdilik başardı diyebiliriz. Çünkü Ukrayna krizi artık konuşulmaz oldu. ABD’nin Irak ve Suriye’de tek başına kurmaya çalıştığı hâkimiyet yok oldu. Rusya’nın Suriye’ye ani girişinde Esed’in yıkılmak üzere olmasının da etkisi vardı. Eğer Rusya, Suriye’ye gelmeseydi belki de şimdi Esed olmayacaktı.
Tabi aynı zamanda enerji savaşlarını da söylemek gerekiyor. ABD’nin başta Katar olmak üzere, Irak, Suudi Arabistan, Akdeniz’deki enerji sahalarında hâkimiyet kurarak bunları farklı yollardan Batı’ya ulaştırma çabaları Rusya için bir tehdit oluşturuyordu. Nasıl ki ABD, Ukrayna ve Doğu Avrupa üzerinden Rusya’nın enerji ihracını engellemişse Rusya da Suriye’de ABD’nin kurmayı planladığı enerji koridorlarını bloke etti. Çünkü ABD, Irak üzerinden yeni bir hatla Suriye’yi de kullanarak enerjiyi Akdeniz’e ulaştırmayı planlıyordu. Hala da bu fikrinden vazgeçmiş değil. Suriye’de doğalgaz ve petrol yataklarının PKK/PYD kontrolüne verilmesi tesadüf değil. ABD’nin planına göre enerji üzerinde etkili kılınan PKK/PYD’ye yeni bir devlet oluşturularak Irak’tan İsrail’e kadar uzanan bir hat, Musul/Kerkük’ten şu andaki Türkiye’nin operasyonları devam ettirdiği kuzeyden de yeni bir hat ile Akdeniz’e ulaştırılacaktı. Türkiye sınırlarındaki plan şimdilik çöktü. Fakat İsrail’e kadar uzanan diğer hat hala ABD’nin ısrar ettiği bir plan gibi duruyor.
Rusya, Suriye’ye gelerek NATO ülkeleri arasında da anlaşmazlıkları derinleştirdi. Çünkü Türkiye’ye en büyük müttefiki ABD’nin uyguladığı politikalar Türkiye’yi NATO yerine Rusya ile işbirliğine zorladı. Hatta Türkiye-Rusya işbirliği ile Menbiç’te ABD-Türkiye’nin karşı karşıya gelme ihtimali NATO’yu dağıtabilecek bir ihtimaldir. Rusya’nın Suriye’deki varlığı İran’ı da rahatlattı. İran’ın bölgedeki etkinliği hem İsrail hem de ABD açısından olumsuz bir durum. ABD, İran’ı Suriye’de etkisiz kılmak istiyorsa Rusya ile anlaşmak zorunda. ABD’nin Rusya ile anlaşabilmesi için ise tavizler vermesi gerekiyor. Rusya ayrıca Suriye’ye geldikten sonra hem yeni silahları deneme fırsatını yakaladı hem de dünya silah pazarında önemli bir pay elde etti. Bu haliyle Rusya’nın çift kutuplu dünya iddiası başarılı oldu demeliyiz. ABD, Rusya’ya karşı politika üretmekte zorlanıyor. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de Suriye’de başarısız olması. Suriye’de devam eden savaş dünyadaki tüm dengeleri değiştirdi. ABD’nin tek başına yürüttüğü politikaya karşı Rusya’nın yeni ortaklarla kurduğu dengenin ağır bastığı görülüyor. Bu dengede Türkiye’nin rolü oldukça önemli. Çünkü Türkiye hangi tarafta olursa o tarafın başarısı daha fazla gibi duruyor.
Türkiye- Rusya son dönemde çok yakınlaştılar. Rusya ne kadar Türkiye dostu?
Rusya-Türkiye ilişkilerine daha çok çıkar ölçüsünden bakmak lazım. İki ülkenin de şu anki dünya dengesinde birbirine ihtiyacı var. Söylediğimiz gibi Rusya en büyük gelir kaynağı doğalgazı Batı’ya ulaştırmak için Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor. Zaten Türk Akımı Projesinin hızlı ilerlemesinde Rusya’ya Doğu Avrupa yolunun kapatılmasının da etkisi var. Diğer taraftan Türkiye için ABD’nin oldubittilerine karşı Rusya’nın askeri desteği önemli. S400 anlaşması buna örnek verilebilir. NATO müttefiklerimizin satmadığı hava savunma sistemini Rusya hiç düşünmeden verdi. Hatta Hindistan, Çin ile yapılan S400 müzakereleri uzun yıllardır sürmesine rağmen Rusya ilk anlaşmayı Türkiye ile imzaladı.
Uluslararası ilişkilerde devletlerin stratejileri belirlenirken çıkarlar her zaman ön plandadır. Dostluk toplumlar arasında olabilir. Fakat devletlerin dostu olmaz. Bu nedenle Türkiye-Rusya ilişkilerini devletlerin kazan kazan politikası ölçüsünde değerlendirmek lazım. Herşey karşılıklı. Tarihte olan hadiseler ülkelerin politikaları belirlenirken bazen etkili olabilir. Hem Rusya hem de Türkiye, bulundukları coğrafyada uzun süre rakip olmalarından dolayı birbirlerine şüpheyle yaklaşabilirler. Fakat dünyada dengeler değişiyor. Bu denge değişimi de Rusya ve Türkiye’yi işbirliği yapmaya zorluyor. Çünkü iki ülke de saldırı altında.
Şam yönetimine ait milisler Afrin’e neden girmek istedi? Arkasında Rusya mı var?
Aslında 20 Ocak 2018’de Afrin’de başlayan Zeytin Dalı Harekâtı öncesinde ve sonrasında birçok provakatif eylemlerle karşılaştık. Önce Hmeymim üssünde Rus uçaklarına saldırı oldu. Bu saldırıyı Türkiye destekli muhalefet üzerine yıkmaya çalıştılar. Sonrasında Rus uçağı düşürüldü ki bu uçağın düşürülmesinde kullanılan füzenin de Türkiye destekli grupların etkin olduğu bölgeden atıldığı iddia edildi. Bu iki eylemde amacın Türkiye-Rusya arasında devam eden güçlü işbirliğine şüphe düşürmek olduğunu söylemeliyim. Hemen ardından Rusya’nın Afrin operasyonuna karşı olduğu ve hava sahasını kullandırmadığı dedikoduları basına servis edildi. Tüm bunlarla Türk-Rus işbirliğinde delik açamayan aktörlerin devam eden Afrin operasyonu sırasında Esed destekli milislerin Afrin’e girerken çektikleri videolar ortaya çıktı. Şimdi sormak lazım. Eğer gerçekten Esed güçleri Afrin’e yardıma gidiyorsa bunu neden davul zurnayla duyurma ihtiyacı duyuyorlar. Bunun farklı sebepleri olabilir.
Tel Rifat bölgesinde Rus polis güçleri var. Rusya’nın bu geçişlere bilerek izin verdiğini basında işleyerek Türk-Rus işbirliğinde yeni bir kırılma yapmak istemiş olabilirler.
Bu olayın içinde İran nerede duruyor?
Suriye’de Kuvvetüşşabi adıyla yeni bir oluşumu diriltmek istiyorlar.
Afrin’e giren Esed destekli milisler içerisinde İran bağlantılı grupların olduğu bir gerçek. Bunun geçmişine baktığımızda da ilginç bilgiler çıkıyor.
İran Devrim Muhafızları Ordusunun üst düzey komutanlarından General Hüseyin Hamedani, Sınırdışı Operasyonlar Komutanı (Kudüs Gücü) General Kasım Süleymani’nin yardımcısı olarak Suriye’de operasyonlarda aktif görev alıyordu. Tuğgeneral Hüseyin Hamedani DAEŞ ile mücadelede 2015 yılı sonlarında Suriye’nin Halep kentinde öldürüldü.
Tuğgeneral Hamedani, İran’ın ülke dışındaki askeri istihbarat ve milis operasyonlarını yöneten Kudüs Ordusu Komutanlarındandı. Hamedani, Beşar Esed rejimini ayakta tutabilmek için İran tarafından Suriye’ye gönderilen Fatimiyyun ve Zeynebiyyun Tugayları ile Lübnan’daki Hizbullah örgütünün Suriye’de yürüttüğü operasyonların başındaki isim olarak biliniyordu. Hamedani aynı zamanda İran’da 2009 yılında yapılan tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası muhaliflere baskı yaptığı gerekçesiyle AB’nin yaptırım uyguladığı İranlılar arasındaydı. Hamedani, 1980-88 İran-Irak Savaşı’nda görev almış ve 2005 yılında Devrim Muhafızları Komutan Yardımcılığı’na getirilmişti. Hamedani’nin Suriye’de Esed’in varlığını sağlayabilmek için daha bölgeye gelir gelmez İran’daki Besic ve Irak’taki Haşduşabi birliklerini örnek alarak kurduğu milis kuvvetlerden birisi de Kuvvetüşşabi’dir.
Şu anda Afrin’e giren milisler işte bu Kuvvetüşşabi birlikleridir. Bunlar genelde yerel güçlerden oluşmaktadır. Şimdi burada sorulması gereken iki husus var. Kuvvetüşşabi acaba İran menşeili Kudüs Gücünden habersiz mi bu hamleyi yaptı yoksa bağımsız mı davrandı. Eğer koordineli bir hareket ise o zaman İran’daki yönetimin Suriye’de Kudüs Gücüne sözünün geçmediğini, Kasım Süleymani’nin bağımsız hareket etiğini söylememiz gerekir. Fakat diğer taraftan Kuzey Irak’taki referandum sırasında Kasım Süleymani’nin bizzat sahaya inerek Türkiye ile birlikte ortak amaçlar doğrultusunda Talabani aşireti üzerinde bir misyon üstlendiğini gördük.
Diğer bir olasılık ise Türkiye’nin Rusya ile işbirliği yaparak Afrin’de bir başarı kazanmasıyla İran’ın bu dengede geri planda kalması, ben de varım hatırlatması olabilir. Ayrıca Türkiye-ABD arasındaki görüşme trafiği de İran’ın Afrin’de sahaya inerek Türkiye ile ABD’ye karşı pazarlık yapmak istediği şeklinde de yorumlanabilir. Sanki bu olasılık daha mümkün gibi duruyor.
Bir diğer neden ise Kuvvetüşşabi’nin yerel milislerden oluşması nedeniyle bunların bağımsız hareket ediyor olmasıdır. Şii milislerden kurulu bu oluşumun Afrin operasyonu sırasında çektikleri videolarda Şiiliğe vurgu yapmaları da tesadüf değil. Böylece Afrin’deki savaşı Şii-Sünni mücadelesine dönüştürmek isteyen bir Esed planı da devreye giriyor. Fakat her ne şartta olursa olsun bu hareketler İran’a zarar veriyor. İran’ın hem Türkiye hem de Rusya nezdinde güvenilirliğini şüpheli hale getiriyor.
Türkiye’nin Tillerson ile görüşmesi bunun bir nedeni midir?
ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un Türkiye ziyaretinde yapılan görüşmelerde Menbiç ve Kuzey Suriye’de iki ülkenin görüşme yapma konusunda mutabık kalmaları Rusya’yı da İran’ı da rahatsız etmiş olabilir. Rusya bu görüşmelerden haberdar olmak ve bilgilenmek istediği için bunu zorlayıcı etkenlere ses çıkarmamış da olabilir.
Fakat burada en önemli etkenin İran olduğunu söylemeliyiz. İran, Türkiye’nin ABD ile olan müzakere ihtimalinden rahatsızlık duyuyor. Malumunuz Esed sırf Türkiye’ye karşı yeni bir cephe olsun diye Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD’nin alan elde etmesine göz yumdu. Şu haliyle Türkiye’nin PKK/PYD tehdidini bertaraf etmesinden sonra sıranın kendisine geleceğinden endişe duyan Esed, bilerek bu tür provokasyonları yapmış olabilir. Kaldı ki Suriye’deki varlığını Esed’e bağlayan İran da Esed’in zayıflaması ihtimaline karşı PKK/PYD kartını yeniden devreye sokmuş da olabilir. Fakat burada şunu vurgulamak lazım. İran’ın Suriye’deki politikaları tek merkezden yönetilmiyor. Bir tarafta Ruhani yönetimi, diğer tarafta Devrim Muhafızları ve Kasım Süleymani, diğer tarafta Hizbullah var.
ABD’nin Afrin politikası nedir? Tillerson, Türkiye’ye neler önerdi?
Hatırlarsanız 20 Ocak’ta Afrin’de Zeytin Dalı Harekâtı başladığında ABD’den bir açıklama gelmişti. Bu açıklamada Afrin’deki PKK/PYD ile ilişkilerinin olmadığı, DAEŞ ile mücadelede onlarla işbirliği yapmadıkları bu nedenle de Afrin Operasyonuyla ilgilenmedikleri minvalinde bir vurgu yapılmıştı. Fakat gelinen noktada daha yeni ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, “Bizim doğuda birlikte çalıştığımız bazı güçlerin Afrin’e doğru gittiğini görüyoruz. Afrin’de olup bitenler DAEŞ’e karşı mücadeleden dikkati başka tarafa çekiyor. Bizim doğuda birlikte çalıştığımız bazı güçlerin, Afrin’e doğru gittiğini görüyoruz. Onların ailevi ilişkileri var, orada aile bağları var; belki de sebeplerin bir kısmı budur. Tekrar, bu bir dikkat dağılması. Çünkü artık eskisi gibi DAEŞ ile mücadele etmemiz gerektiği gibi edemiyoruz.” açıklaması Türkiye açısından kabul edilemez bir durumdur. ABD anlaşılıyor ki Türkiye’yi yeniden oyalamak istiyor. Bu açıklama ayrıca Türkiye’ye karşı bir tehdit de içeriyor. Yani Pentagon diyorki bizimle anlaşma yapmazsanız Doğu’dan yardıma giden PKK/PYD’ye ses çıkarmayacağız.
ABD’nin, Esed rejimi-YPG arasında varıldığı ileri sürülen anlaşmayla ilgili bilgilerinin olmadığını ve Afrin’de ABD’nin bulunmadığını söylemesi de inandırıcı gelmiyor. Çünkü şu an itibariyle PKK/PYD ABD’den izinsiz değil açıklama yerinden bile kıpırdayamaz. Burada yeni bir tiyatro oyununun kurgulandığını söylemeliyiz. Zaten son gelişmelere baktığımızda Esed rejimi ile PKK/PYD arasında yapılan görüşmelerin sıklaştığı Tel Rifat ile Halep bölgesinde bazı yerlerin değişmesine yönelik anlaşma yapıldığını da söyleyelim. Yani PKK/PYD Halep kırsalında elinde tuttuğu bazı bölgeleri Esed rejimine teslim edecek Esed de bunun karşılığında hem milis desteği verecek hem de PKK/PYD milislerinin Tel Rifat üzerinden Afrin’e girmesini sağlayacak. Buradan şunu çıkarabiliriz. ABD, PKK/PYD üzerinden Esed ile de bağlantı kuruyor. Onu harekete geçirerek Türkiye-Rusya’yı zorlamaya çalışıyor.
Bu tabloya baktığımızda Türkiye’nin Zeytin Dalı Harekâtından korkan PKK/PYD, İran, Esed ve ABD aynı amaçlar doğrultusunda Afrin’de bileşip hareket ediyorlar. Suriye’de gelinen durum bu.
Tillerson, Türkiye’ye Suriye’de çözüm için Wilson İlkelerini öneriyor.
Tillerson’un son Türkiye ziyaretinde Menbiç ve Fırat’ın doğusundaki PKK/PYD varlığının nasıl yok edileceğine dair müzakereler yapıldı. Ankara ziyaretinde Türkiye ile ABD arasında mekanizma kapsamında üç çalışma grubu kurulacağı duyuruldu. Sonuç odaklı kurulan bu mekanizmaya göre birinci çalışma grubunda Türkiye’nin FETÖ ve iki ülkede tutuklu yahut hüküm giymiş kişilerin durumları, İkinci çalışma grubunda Suriye’deki ‘terörist’ grupların yenilgiye uğratılması için iki ülkenin nasıl işbirliği yapacağı, Menbiç’te çözümün nasıl olacağı, üçüncü çalışma grubunda ise PKK ile mücadele konusu ele alınacak. Türkiye bu çalışma gruplarında kendisinin oyalanması ihtimaline karşı çözüm için süre şartı koşuyor.
İlginçtir ki Tillerson’un Türkiye’ye Menbiç ve Fırat’ın doğusu konusunda bir takım öneriler sunduğu da güvenilir kaynaklardan aktarılıyor. Tillerson’un önerilerine göre Suriye’nin kuzeyinde Arapların çoğunlukta olduğu bölgelerde yönetim Araplara devredilsin. Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde ise yönetim ve denetim Kürtlerde olsun. Türkiye yönetime gelecek Kürtlerin belirlenmesinde söz söyleme hakkına sahip olsun. Türkiye aynı zamanda tüm kuzeyde ABD ile birlikte denetim noktaları kurarak yönetimde veya şehirlerde PKK/PYD’nin olup olmadığını denetleyebilsin.
Şimdi bu önerilere baktığımızda aklımıza Birinci Dünya Savaşı sonrası açıklanan Wilson İlkeleri geliyor. Wilson İlkeleri de buna benzer şekilde çoğunlukta olan bölgelerde yönetimin devredileceğini ilan etmişse de buna ne Fransa, ne İngiltere ne de diğer İtilaf devletleri uymuşlardı. Sanki bu öneriler zaman kazanmak ve PKK/PYD’yi kurumsallaştırmak için yeni plan gibi duruyor.
Tillerson’ın önerileri arasında ABD ve Türk askerlerinin Menbiç’te birlikte konuşlanması da var. Yani ABD bölgedeki varlığından vazgeçmeyecek.
ABD’nin özgür bir PKK/PYD Devleti kurma dışında şu anda Suriye’de PKK/PYD’ye dair alternatif bir planı olmadığı anlaşılıyor.
ABD’nin PKK/PYD’ye verdiği silahlar internetten satılıyor.
Tillerson’ın ziyaretinde “YPG’ye ağır silah asla vermedik, geri alacağımız bir şey yok.” ifadeleri de yine Türkiye ile ne kadar uzlaşı istediklerinin de kanıtı gibi. Ancak ABD’nin PKK/PYD’ye vermiş olduğu ağır silahların internetten serbestçe satıldığını Türkiye kanıtlarıyla ABD’ye sundu. PKK/PYD’nin Suriye’de ABD’den aldığı silahlar üzerinden diğer terörist gruplarla silah ticareti yaptığı da bu şekilde ortaya çıkmış oldu. Hatta düşürülen Rus uçağının PKK/PYD üzerinden alınan füze ile vurulduğu anlaşılıyor. PKK/PYD’nin hem Rusya’yı hem de Türkiye’yi zor duruma düşürmek için ABD’den yardım adı altında aldığı silahları bazı terör gruplarına para karşılığında transfer ettiği, bu sayede silah pazarını PKK/PYD’nin yönlendirdiği görülüyor.
ABD Savunma Bakanı Mattis’in “YPG’yi PKK’ya karşı savaştırabiliriz” ifadesi de Pentagon’un Suriye’de sahada ne kadar duyarlı, farkında ve ciddi olduğunun göstergesidir. Çünkü böyle bir teklif uygulanabilir mi? ABD buna inansaydı belki de bu teklifi yapmazdı. Gerçi ABD’deki karmaşaya baktığımızda bu tür tekliflerin gelmesini de normal karşılamak gerekiyor.
Trump yönetimi, siyasi görevli tüm elçileri görevden aldıktan sonra dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı 57 ülkede henüz diplomatik temsilci görevlendiremedi. Hatta bütçeyi bile çıkaramayan bir ABD yönetiminden bahsediyoruz. Bu haliyle ABD’de Pentagon’un planı başka, Trump’ın planı başka, Dışişlerinin planı başka, CIA/FBI’in planının başka olduğu görülüyor. Bu tür tekliflerin gelmesi şaşırtıcı olmasa gerekir.
Rusya, Zeytin Dalı Harekâtını ne kadar destekliyor, Türkiye’nin Afrin’e girmesini istiyor mu?
Rusya’nın Afrin Operasyonunu ne kadar desteklediğini gelişen süreçler gösterecek. Ancak son bir yıldır hem Astana hem de Soçi’de yapılan görüşmelerde Türkiye’nin Afrin konusunu her görüşmede masaya getirdiğini biliyoruz. Rusya’nın Afrin Harekâtına dair Türkiye’nin endişelerini anladığını söylemeliyiz. Zaten bu uzlaşı nedeniyle Türkiye son 1 yıldır bu operasyona hazırlandı. Eğer böyle bir operasyon ihtimali olmasaydı zaten bu hazırlıklar yapılmazdı. Burada dikkat çeken husus Türkiye bir taraftan 1 yıldır Afrin için hazırlanırken Rusya da Kamışlı’da Esed ile PKK/PYD’nin görüşmelerinde arabuluculuk yapıyordu. Eğer Kamışlı görüşmelerinde Esed ile PKK/PYD arasında bir anlaşma olsaydı Afrin Operasyonu konusunda Rusya ile uzlaşı olacak mıydı? Kamışlı görüşmelerinde PKK/PYD’nin Esed ile uzlaşıyı kabul etmeyerek tümden ABD’nin kontrolüne girmesi Rusya’nın Türkiye’ye verdiği destekte etkili oldu diyebiliriz. Bu haliyle Rusya’nın politikasını iki türlü değerlendirebiliriz. Bir taraftan PKK/PYD’yi ABD ile işbirliğinden dolayı Türkiye üzerinden terbiye ederken diğer taraftan da Afrin’de şu anda devam eden operasyonlarda kendine duyulan ihtiyacı öne çıkararak Türkiye ile ilişkilerde yeni denklemler kurmak istiyor olabilir.
Fakat gelinen noktada Rusya’nın Türkiye’nin güvenlik endişelerini anladığını, ABD’nin kurmaya çalıştığı terör devletine karşı olduğunu, PKK/PYD üzerinden ABD’nin Suriye’yi parçalama ve toprak bütünlüğünü tehlikeye atacak adımlarını bozma konusunda Türkiye ile fikir birliğinde olduğunu söylemeliyiz. Zaten Afrin konusunda Rusya-Türkiye arasında oluşabilecek bir anlaşmazlık Astana’yı da Soçi’yi de dağıtabilecek bir girişim olur. O nedenle Afrin Operasyonu konusunda Rusya’dan değil de ABD veya İran’dan bir olumsuz girişim beklentisi daha fazla.
Türkiye-Rusya arasında Afrin üzerinde anlaşmaya gelince buradan PKK/PYD’nin tümden atılması konusunda iki ülke de mutabık. Fakat Afrin’in tümden terörden temizlenmesi sonrasında yönetimin nasıl şekilleneceği konusunda netleşmiş bir durum yok. Zaten dikkat ederseniz Afrin’de konuşlanmış Rus polisi güçleri tümden sahayı terk etmedi. Sadece TSK’nın operasyonları için Tel Rifat bölgesine geri çekildi. Bu birlikler gündüz vakitleri hala Afrin’e girip çıkıyorlar. 20 km’lik bir mesafede hareket alanları Türkiye ile koordineli biçimde yürütülüyor. Afrin tamamen terörden arındırıldıktan sonra bu bölgede Türkiye-Rusya arasında ortak bir kararının yürürlüğe girebileceğini söyleyebilirim. Detaylar için biraz daha beklememiz ve operasyonun tamamlanması gerekiyor.
Rusya’nın desteği olmadan Şam yönetiminden bahsedebilir miyiz? Şam-Rusya ilişkisi hangi düzeyde?
Esed varlığını Rusya’ya borçlu. Eğer Rusya, Suriye’ye müdahale etmeseydi zaten Esed düşmüştü. Bunu Esed de biliyor. Rusya’nın Esed yönetimi üzerinden Suriye’de meşruiyet elde ettiğini söyleyebiliriz. Esed de Rusya üzerinden varlığını pekiştirerek kendisini anlaşma masasında taraf olarak kabul ettirmek istiyor. Hatırlarsanız sıkça Türkiye ile Esed arasında resmi görüşmeler yapılması gerektiğine dair hem Türkiye’de bazı çevreler hem de Rusya’da diplomatik kaynaklar söylemlerde bulunuyorlar.
Çünkü Esed’i meşru bir yönetici olarak Türkiye’nin kabul etmemesi dengeleri değiştiriyor. Ancak herneşartta olursa olsun Rusya’nın Esed politikasında Esed olmazsa olmaz diye bir tavır yok. Rusya, Esed’siz bir çözüme de razı olabilir. Rusya’nın önceliği Esed’den çok Suriye’de var olan kazanımlarını garanti altına alabilecek yönetim. Burada İran’ın Esed’siz bir çözüm istemediğini söylemeliyiz.
Rusya- ABD Suriye konusunda ne kadar ayrılar? Yarın bir araya gelip anlaştık derler mi?
Daha önce de dediğimiz gibi devletlerin politikaları çıkarlar doğrultusunda değişebilir. Belki ABD ile Rusya arasında şu anda Suriye merkezli bir alan elde etme yarışı olsa da geçen yıl iki ülke dışişleri bakanlarının en çok görüşen diplomat olduğunu söylemeliyiz. Burada belirleyici ülke ABD’dir. Rusya kendisine karşı yapılan akıllı yaptırımları ve blokajı sakin biçimde karşılıyor. Rusya’dan yapılan açıklamalarda da sık sık ABD ile görüşmeye ve sorunları çözmeye hazırız vurgusu var. Rusya’nın beklentilerini ABD karşılayacak mı ona bakmak lazım. Mesela Rus doğalgazının Batı’ya ulaşmasına izin verecek mi? Ukrayna krizinde Rusya’nın ortaya koyduğu şartları kabul edecek mi? Suriye’de Rusya’nın politikalarını kabul edebilir mi? Bir de ABD’nin oluşturduğu bir Rusyafobi var. Bu politika Baltık ülkeleri, Polonya ve ABD toplumunda zirve yapmış halde. Bundan geri dönüş ABD için kolay olmayacaktır. ABD, Ortadoğu’da, Orta Asya’da, Asya Pasifik’te alan kaybettikçe daha da agresifleşebilir.
ABD-Rusya arasında Suriye özelinde kanallar açık gibi duruyor. Çünkü Afrin, Fırat’ın doğusu ve Deyrizor’daki anlaşmazlıkları görüşmek üzere Ortadoğu stratejisinin mimarı Vitaly Naumkin 27 Şubat’ta Washington’a gidiyor. Naumkin’den önce Sergey Narişkin, Aleksander Bortnikov’un da ABD’ye gittikleri iddia ediliyor. Bu tablo Rusya-ABD arasında da bir uzlaşı arayışı olduğu izlenimini veriyor. Yani Suriye’de aktörler arasında hiçbir ihtimal olasılık dışı değildir.
Böyle bir anlaşma sonrasında Türkiye nasıl bir duruma düşer?
Suriye krizi Ortadoğu’da yeni bloklaşmalara sebep oldu. Bir tarafta Rusya-İran-Esed rejimi, bir tarafta ABD-İsrail-Suudi Arabistan diğer tarafta da Türkiye-Katar bloğu var. Bu blok içerisinde Türkiye ile Katar’ın Rusya’ya yakın politikalar yürüttüğü gözlemleniyor. Lakin ABD’nin Ortadoğu’da politik değişimi buradaki tüm blokların tarafını da değiştirebilir. Örneğin ABD’nin İran’a operasyon yapmama olasılığı İsrail’i bağımsız politika üretmeye itebilir. Türkiye’nin ABD ile uzlaşması Rusya’nın İsrail ile birlikte politika üretmesine neden olabilir. Böyle bir olasılıkta İran, tek başına kalıp Hindistan veya Çin’e yaklaşabilir.
Türkiye, eskisi gibi tehlikeyi sınırları içerisinde kabul eden bir ülke değil. Tehditlerle sınır dışında mücadele ediyor olması lider ülke pozisyonunu pekiştirdi. Bu haliyle Türkiye tek başına da birçok ülkeyle yeni bir denge oluşturabilecek güce erişti. Türkiye-Katar-Pakistan-Irak-Çin ihtimali hiç de olasılık dışı değil. Fakat Türkiye-Rusya ilişkilerinin gün geçtikçe derinleştiğini görüyoruz. Bu şartlarda iki ülkenin birbirine zarar verecek bir politik tavır içerisine gireceğini düşünmüyorum.
Putin’in Türkiye politikası nedir?
Aslında Putin’in Türkiye politikasıyla Rusya’nın Türkiye politikasını birbirinden ayırmak gerekiyor. Türkiye-Rusya ilişkileri Putin-Erdoğan inisiyatifiyle ilerliyor. Bu durum aynı zamanda tehlikeler de içeriyor. Çünkü iki liderden birisinin olmaması demek iki ülke arasında ilişkilerin geleceğine dair şüphelerimizi de artırıyor. Tıpkı Türkiye’de Rusya karşıtı Batı cephesi olduğu gibi Rusya’da da Türkiye karşıtı bir cephe var. İki ülkede de bu karşıtlar hem bürokraside, hem ekonomi çevrelerinde hem de siyasette varlar. Bu nedenle gelecek 2 yıl iki ülkenin ilişkilerinin sağlam temellere dayanması açısından önemli. Eğer Türkiye ve Rusya stratejik alanlarda işbirliğine giderlerse bunları birbirinden koparmak zor. ABD’nin S400 alımına bu kadar itiraz etmesinin nedenlerinden birisi de bu tür alışverişlerin ilişkileri derinleştirebilme ihtimalidir. Çünkü iki ülke arasında askeri teknoloji, ortak silah üretimi, enerji yatırımı, turizm, tarım, güvenlik, istihbarat vd. alanlarda sürdürülen temaslar bağları güçlendiriyor.
Putin’in Türkiye’yi sevdiğini ve Türk toplumuna saygı duyduğunu biliyoruz. Ayrıca Putin’in Kremlin’deki yakın bürokratları içerisinde Türkiye dostu kişilerin sayısı oldukça fazla. Fakat diğer taraftan Putin’in devlet çıkarlarını ön planda tutan politik tavırda olduğu biliniyor. Bu nedenle Putin öncelikle Rusya’nın çıkarlarını düşünecektir. Türkiye eğer bu çıkarlar içerisinde yer alıyorsa gereğini yaptığı örnek olaylarla sabit. Tüm bunların dışında iki ülke ilişkilerinde Putin’in Erdoğan ile dostluğu önemli bir faktör. Bu iki lider neredeyse her hafta veya her ay telefonla olayları müzakere edebilecek bir samimiyete sahipler.
Putin özelinde şunu söylemek gerekiyor. Rusya’nın Türkiye politikası Türkiye-ABD ilişkilerini etkileyebilecek ve yönünü de belirleyebilecek bir etkiye sahip. Eğer Rusya, Türkiye’nin PKK/PYD hassasiyetini dikkate alır da gidilen bu yolda bir kazaya mahal vermezse Türkiye-ABD ilişkileri belirli seviyede kalır. Ancak Rusya yön değiştirir de Esed ile PKK/PYD arasında bir seçim yaparsa Türkiye, ABD ile olan müzakerelerinde yeni bir sayfa açabilir. Rusya’nın Türkiye’ye Afrin operasyonunda sonuna kadar vereceği destek ABD’nin Ortadoğu’da ve Suriye’de varlığını da etkileyebilecek ihtimalleri içeriyor.
Rusya ve PYD/PKK ilişkisi nedir? Otonom/bağımsız Kuzey Suriye konusunda Rusya ne düşünüyor?
Rusya’nın PKK/PYD politikasından önce Kürt politikasına bakmak lazım. Ruslar daha Çarlık döneminde Kürtler konusunda çalışmalar yapmıştır. Sovyetler Birliği Döneminde Kürdoloji üzerine çalışmalar vardır. Sovyetlerin İran, Irak, Türkiye ve Suriye’deki Kürtler üzerinde bir etkisi tarihten itibaren var. Suriye krizinde gelinen noktada ise Rusya’nın politikaları Türkiye veya ABD ile olan ilişkilerine bağlı olarak değişiyor. Rusya’nın Türkiye ile ilişkileri iyiyse o zaman PKK/PYD politikalarında Türkiye’nin tezlerine yakın olduğunu görüyoruz.
Rusya, PKK/PYD’nin ABD güdümünde bir güç olmasına karşı. Türkiye de bunu güvenlik sorunu olarak görüyor. Bu haliyle iki ülkenin PKK/PYD politikasında yakınlaşma var. Zaten Rusya’nın ABD eliyle Kuzey Suriye’de elde ettiği alan Rusya’nın stratejilerine de tehdit oluşturuyor. Çünkü tüm enerji sahalarını ele geçirmiş, Rakka, Deyrezzor gibi bölgelerde hâkimiyet kurmuş bir PKK/PYD’yi Rusya da istemiyor.
Rusya, Suriye’de enerji bölgelerinin PKK/PYD elinde olmasını istemiyor. Bu bölgeler ya Esed rejimine devredilmeli veya Esed rejimi ile birlikte yönetilmeli görüşünde.
Rusya 2016-2017 arasında PKK/PYD ile Esed görüşmelerinde yaptığı aracılıkta bir kısım bölgelerin Esed rejimine teslim edilmesini önermişti. Bu teklif PKK/PYD tarafından kabul edilmedi.
Rusya’nın Suriye’de nasıl bir PYD istediğine baktığımızda 2012 yılındaki Suriye Anayasası temel alınarak 2017 Astana Görüşmelerinde masaya getirilen Yeni Suriye Anayasası bazı ipuçlarını veriyor. Bu anayasaya göre Rusya, Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde kültürel bir özerklik teklif ediyor. Bu planda Kürtlerin milli bir ordusu olmayacak, dış işlerinde Şam’a bağlı olacaklar, kendi başlarına anlaşma imzalayamayacaklar. Fakat yerel yönetim çoğunlukta oldukları bölgelerde Kürtlere bırakılacak. Yerel Polis gücü oluşturabilecekler. Rusya’nın Suriye’deki planını Kuzey Irak modeli olarak açıklayabiliriz.
Rusya’nın bu tekliflerinin gelinen noktada PKK/PYD tarafından kabul edilmediğini söylemeliyiz. Zaten yapılan görüşmelerde Suriye’deki Kürtlerden çok Kandil’in duruma müdahil olması da çözümsüzlüğün baş etkenlerinden gözüküyor.
Rusya, Türkiye’ye S-400 füze savunma sistemlerini satıyor. Anlaşmanın şartları nelerdir? Üretim ve yazılım konusunda Türkiye ile işbirliği yapılacak mı?
Türkiye-Rusya arasındaki S400 anlaşması askeri anlamda dengeleri değiştirebilecek bir anlaşma olduğu gibi Amerika’ya karşı psikolojik üstünlüğü elde etme açısından da önemlidir. Düşünün NATO’nun en önemli üyelerinden birisinin Rusya’dan S400 alması NATO’nun acizliğinin de göstergesidir. Burada Türkiye’nin politikasında sonuna kadar haklı olduğunu söyleyelim. Türkiye ne diyor? Ben NATO müttefiklerimizden hava savunma sistemi almak istedim fakat satmadılar. Ben de ihtiyacımı Rusya’dan giderdim diyor. Buna kim itiraz edebilir ki? ABD bana göre bu anlaşmanın sonuca ulaştırılacağını düşünmüyordu.
S400 anlaşmasına göre biri opsiyonlu iki adet S-400 sisteminin satın alınması öngörülüyor. İlk sistemin 2020’nin birinci çeyreğinde teslim edilmesi planlanıyor. S400 sisteminin kontrolü tamamen Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olacak. Rusya’dan iki sistem ve dört batarya alınacak. Zaten NATO müttefikleriyle füze savunma sistemi alınmasına dair görüşmelerde kabul edilemeyecek şartlar öne sürdüklerini biliyoruz. Örneğin ABD ve AB ülkelerinin Türkiye’ye hava savunma sistemi satmak için yaptıkları görüşmelerde öne sürdükleri şartlardan birisi füze sistemlerini Ermenistan ve Yunanistan sınırlarına yakın bir noktaya konuşlandırmaması idi. Fakat Rusya ile yapılan anlaşmada bu şart bulunmuyor. Ayrıca S400 füze savunma sistemlerinin kontrolünün Türk ordusunda olacağı, bazı füze parçalarının Türkiye ile ortak üretileceği konusunda da mutabakat var.
Rusya- İran ilişkisinin özelliği, niteliği nelerdir? Türkiye’ye karşı bir denge midir?
Rusya-İran ilişkilerinin tarihsel bir geçmişi var. Bugünden kurulan bir işbirliği değil. Sovyetler Birliği Döneminde Soğuk Savaşın da verdiği politik düzende Rusya’nın İran’ı desteklediğini görüyoruz. Sovyetlerin dağılmasından sonra ise yeni Rusya’da Avrasyacılık politikaları içerisinde İran önemli bir yer kaplıyor. Hatta Rusya Devlet Başkan Yardımcısı Yuriy Uşakov, İran’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olmasının vaktinin geldiğini düşündüklerini 2017 yılında açıklamıştı. İran, ŞİÖ’ye üyelik için başvuru yaparak Rusya-Çin arasında bir koruma kalkanı elde etmeye çalışıyor. Rusya ise İran’ı ŞİÖ’ye üye yaparak Batı’nın Rusya’ya dönük tehditlerine karşı İran’da bir duvar oluşturmak istiyor. İran’ı aşmadan Rusya’ya ulaşılamayacağı düşüncesiyle Batı tehdidine karşı yeni bir güvenlik duvarını örmek istiyor.
İran, 2005 yılında gözlemci statüsü elde ettiği Şanghay İşbirliği Örgütü’ne tam üyelik gerçekleşeceğine inanıyor. Rusya ise İran’ın bu isteğini önce heyecanla karşılasa da zamanla bekleterek Batı’ya karşı bir anlaşma kozu olarak tutuyor. İran’ın güvenlik endişesiyle sarıldığı Şanghay, İran’ın İslam Devrimini ihraç etme, İsrail ile olan problemleri, ABD’nin hedefinde olması gibi sebeplere bağlı olarak Rusya’nın inisiyatifindedir.
10 Ocak 2018’de İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile Rusya mevkidaşı Sergey Lavrov Moskova’da biraraya geldiler. Bu görüşmede Suriye politikaları ve ABD Başkanı Donald Trump’ın İran ile yapılan nükleer anlaşmayı askıya alma ihtimali ele alınmıştır. İran Dışişleri Bakanı Zarif’in bu toplantıdan sonra yaptığı açıklamada Rusya’nın İran ile yapılan nükleer anlaşmasının uygulanmasına dair verdiği destek ile iki ülkenin Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma yönündeki kararlılığının devam ettiğini ilan etmiştir.
İran’ın son dönemde Rusya-İran ittifakını uluslararası camiaya gösterme çabaların içerisinde olduğunu söylemeliyiz. Fakat özellikle Türkiye’nin Suriye’de etkin olmasıyla Moskova-Tahran uyumu ikinci plana atılmıştır. Çünkü Rusya’nın Suriye’de İran ile birlikteliğinde çok da fazla ısrarcı olmadığı, her iki ülkenin Orta Doğu politikalarında stratejik farklılıklar olduğu belirginleşti. Rusya’nın Ortadoğu politikalarında var olan ekonomik ve askeri kazanımları korumak varken, İran’ın Ortadoğu politikalarında daha çok siyasi etkinlik göze çarpmaktadır. Rusya daha çok ABD’nin Ortadoğu’daki istikrarsızlık oluşturma ile ülkeleri parçalama politikasına karşı mücadele verdiğini belirtmektedir. Örneğin Rusya’nın 2015 Suriye müdahalesinde Esed’in düşmesini engellemek önemli bir faktördür. Bu sayede Esed üzerinden Suriye’de uluslararası bir meşruiyet de kazanmaya çalışmaktadır.
İran’ın Ortadoğu’daki politikalarına baktığımızda ise Irak, Suriye, Lübnan hattında kendi etkinlik sahasını kurmak veya İslam Devrimini hâkim kılmak stratejisinin ön planda olduğu görülüyor. İran aynı zamanda Suudi Arabistan merkezli etkinliği de kırmak istiyor. Bu talepler Rusya’nın politikalarıyla birleştiğinde ise askeri alanda kendisine yer bulabilme kapasitesini artırıyor. Rusya-İran ittifakında İran hedef ülke olduğundan uluslararası camiada uzlaşma ihtimallerini de zayıflatıyor. Bu nedenle de Rusya-İran ittifakı Suriye’de heran çözülebilecek bir yapıdadır. Diplomatik girişimlerde İran’ı Suriye’de taraf olarak kabul etmeyen ABD, İsrail, Suudi Arabistan gibi ülkeler Rusya’nın politikalarının değişmesine de etken olabilir. Çünkü İran destekli milisler ile Hizbullah’ın Ortadoğu’daki faaliyetleri İsrail için önemli bir tehdit olarak görülüyor. Rusya’nın İran’ın bu tür faaliyetlerine destek olması İsrail karşısında Rusya’nın da hedef olmasına neden olabilir. Bu ihtimali gören Rusya’nın son dönemde İran ile ilişkileri daha dikkatli yürütmeye çalıştıkları görülüyor.
İran’ın Suriye’deki politikasında Esed’e tüm muhalifleri yok edene kadar destek olmak vardır. Bu hedef Rusya ile çelişiyor. Rusya’ya göre Esed’in bir bölgede etkin olması yeterlidir. İran’ın Suriye’de siyasi barış sürecinde muhalifler ve Kürt gruplarla görüşülmesine çok da istekli olmadığı birçok toplantıda ortaya çıktı. Bu haliyle İran-Rusya ittifakı Suriye’de farklı bir yön çiziyor. Bu ayrılık iki ülkenin Yemen ve Afganistan’da da ayrı politikalara sahip olmalarından kaynaklıdır. Yemen’de Husiler tarafından eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in 5 Aralık’ta öldürülmesinden sonra Rusya-İran arasında politik ayrımın derinleştiğini söylemeliyiz. Bu tarihten sonra Rusya’nın Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile daha sıkı ilişkiler kurmuştur. Afganistan’daki farklılık ise Rusya’nın Taliban’ın da içinde olduğu çözüm üzerinde çalışmasıdır. Rusya, Afganistan’da siyasi barış sağlanması önünde İran’ın sınırlarına yakın bölgelerde Taliban’a verdiği askeri desteği tehlikeli olarak algılıyor.
Rusya-İran ittifakı her ne kadar kırılmalar yaşayabilecek riskler taşısa da ABD’nin Ortadoğu’da yürüttüğü politikalar bu iki ülkeyi birlikte hareket etmeye zorluyor. ABD’nin eski Rusya Büyükelçisi Michael McFaul, Ağustos 2017’de verdiği röportajda da belirttiği gibi nükleer anlaşmanın feshedilmesi Tahran-Moskova’ya etkileşimini güçlendirecektir. Suriye’de İran’ın var olan kara gücü Rusya için avantajdır. Fakat ABD’nin Afganistan konusunda Rusya ile işbirliği yapma isteği Rusya-İran arasındaki işbirliğini de etkileyebilecek riskler taşıyor. ABD ve Rusya’nın Taliban’ı Afganistan’da siyasi sürece dâhil etme planı İran’ı devre dışı bırakabilir. Ayrıca ABD’nin Rusya-Türkiye önderliğinde yapılan Astana ve Soçi sürecine destek olarak İran’ı bu süreçten dışarıda bırakma planı olduğundan da bahsetmeliyiz. Çünkü ABD-Rusya arasında yapılacak bir anlaşma tıpkı Obama döneminde olduğu gibi Rusya’yı İran’dan uzaklaştırabilir.
Rusya-İran ittifakı her ne kadar güçlü gibi gözükse de Ortadoğu’da ayrışan politikalar ve amaçlar bu iki ülke arasındaki işbirliğini kırılgan hale getirmektedir. Bu süreç ABD’nin atacağı adımlarla belirginleşecektir. ABD’nin atacağı adımlarla Rusya-İran ittifakını çatlatması ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını da uzatabilir. Aynı politika Rusya-Türkiye arasında da geçerlidir. ABD’nin Türkiye’nin taleplerine olumlu karşılık vermesiyle oluşabilecek uzlaşı Rusya-Türkiye ilişkilerinin yönünü de değiştirebilir. Bu ihtimallerin yakın dönemde gerçekleşebileceğini öngörmesek de uluslararası arenada her an her şeyin olabileceğini unutmamak gerekiyor.
Rusya açısından bakıldığında İran, Türkiye’ye karşı bir denge değil de daha çok Batı ve ABD’ye karşı bir denge olarak görülüyor. İran’ın politikalarında tarihten itibaren Türkiye’yi bölgede rakip olarak görme tavrı İran’a zarar verdi. İran, Türkiye’nin Türkmenistan’dan alacağı doğalgaz için önerdiği hattı kabul etmeyerek, Türkiye-Orta Asya arasında anlamsız bir blok oluşturarak kendisini cezalandırıyor. İran şu anda bir varoluş mücadelesi veriyor. Bu mücadelede İsrail-ABD hedefinde olması sadece kendisini değil Türkiye ve Rusya’yı da etkileyebilecek riskler içeriyor.
Rusya, Suriye’den kısa süre önce askerlerini çekeceğini açıkladı. Askerlerini Ukrayna’ya mı gönderdi? Rusya bu karmaşa arasında Ukrayna’ya mı girecek? Planı nedir?
Rusya’nın DAEŞ ile mücadelede başarı kazanıldığı ve askerlerini Suriye’den çekeceği açıklamasının doğru anlaşılmadığı kanısındayım. Çünkü Rusya, Suriye’den askerlerini çekiyorum derken bence bir değişimi kastediyordu. Bildiğimiz gibi Suriye’de Çeçenistan başta olmak üzere federasyona ait askerler de görev yapıyordu. Bu askerler görevlerini tamamladıktan sonra çekildiler. Ancak Rusya üslerden veya güvenlik noktalarından çekilmedi. Bunu asker değişimi veya saha da değil de belli noktalarda asker bulunduracağı biçiminde algılamak gerekiyordu.
Rusya ile Ukrayna arasındaki kriz savaş ile çözülemeyecek bir duruma geldi. Bu sorun karşılıklı uzlaşı ile çözülebilir. Taraflara baktığımızda masada sadece Rusya ve Ukrayna bulunmuyor. Ukrayna-Rusya arasındaki krizde masada ABD, Almanya, Fransa ve Türkiye de var.
Türkiye ile Esed rejimi arasında bir iletişim olduğundan bahsediliyor. Türkiye, Esed ile görüşecek mi?
Türkiye’nin Esed konusundaki duruşunda bir değişiklik olduğunu düşünmüyorum. Fakat gayrı resmi temasların ama doğrudan veya Rusya aracılığıyla yürütülmesi mümkün. Bu temasları da hükümetin değil de devletin ilgili kurumlarının yapması muhtemeldir. Çünkü özellikle Rusya’nın Türkiye’yi Esed rejimiyle görüşmeye ikna etmeye çalıştığını biliyoruz. İran da bu konuda ısrarlı. Fakat burada kritik bir husus var. Eğer Türkiye, Esed rejimini resmi olarak muhatap kabul ederse masada taraf olarak yeni bir aktör doğacaktır. Esed rejiminin Türkiye’nin karşısına aktör olarak çıkması da hem şu anda Türkiye’ye destek olan muhaliflerin desteğinin kesilmesine hem de Türkiye’nin Esed’den izin almadan Suriye’de hareket edememesine neden olabilir.
Şu durumda Türkiye’nin Esed ile doğrudan temas kurması iç politika açısından da riskler taşıyor. Türkiye’de toplum siyasetle içiçe yaşıyor. AK Parti hükümetinin böyle bir hamlesi toplumdan tepki alabilir. Zaten Suriye genelinde katliamlarına devam eden, Doğu Guta’yı çocuk, yaşlı demeden hergün vuran bir Esed ile Türkiye’nin görüşmesi de düşünülemez.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın olağanüstü şartlar gerektirdiğinde belli sorunları çözmek için ilgili birimlerimiz yani istihbarat birimimiz doğrudan ya da dolaylı belli temaslar kurabilir açıklaması Türkiye’nin politikasına dair ipuçlarını veriyor.
Şu an için Türkiye’nin daha çok Rusya aracılığıyla mesajlarını ilettiğini söylemeliyiz. Buna ek olarak devletin resmi kurumlarının da sahada gerektiği anda temaslar kurduğu anlaşılıyor. Zaten askeri anlamda Rusya-Türkiye arasında ortak bir bağlantı mevcut. Bu bağlantının yeterli olmadığı yerlerde de yerel güçler veya Esed ile bağlantılı kişilerle görüşmenin itiraz edilecek bir tarafı yok. Ama Esed ile doğrudan bir resmi temasın olduğunu düşünmüyorum. Kaldı ki Türkiye, Suriye’de Esed’siz bir çözüm olursa var olan rejimi muhatap olarak alabilir. Suriye’de var olan katliamların ve ölümlerin suçlusu Esed gittiğinde Türkiye’nin rejim ile masada buluşmasında bir sorun yok gibi. Tek ölçüt katliamların durması, adaletli bir siyasi barış, muhaliflerin haklarının korunması olacaktır.
Çin’in Suriye’ye 5 bin asker göndereceği söyleniyor. Çin’in Suriye planı nedir?
İsrail uçağının Esed rejimi tarafından düşürülmesinden sonra Çin’in Suriye’ye dair açıklamaları biranda ilgi çekti. Sanki Çin’in Suriye’ye yeni gireceğine dair görüşler ortaya çıktı. Fakat Çin zaten baba Esed döneminden itibaren Suriye’deydi. Örneğin eskiden beri Esed rejiminin en büyük silah tedarikçilerinden birisi Çin’dir.
Çin’in Suriye’de savaş başlamadan önce Esed hükümetiyle yaptığı anlaşmayla Suriye’nin kuzeydoğusundaki Şeyh Mansur, Qudeh ve Tişrin petrol sahalarını alması bu geri dönüşün ilk sebeplerindendir. Çin’in kamu petrol ve doğalgaz şirketi SINOPEC’in hem petrol hem de doğalgaz çıkarma hakkının iç savaşla birlikte uygulanamaz hale gelmesi Çin’i rahatsız eden unsurlardandı. Bu sahaları ele geçiren DAEŞ’in daha sonra bölgeyi PKK/PYD’ye teslim etmesinden sonra Çin’in PKK/PYD ile görüşerek bu sahaları geri istediği ve ABD’nin olumsuz cevabıyla karşılaştığını biliyoruz. ABD’nin dünyada enerji piyasalarını kontrol etme planı ile Rusya, Çin, İran gibi potansiyel petrol ve doğalgaz üreticileri/alıcıları bir şekilde enerji piyasalarında etkisiz kılındı. Çin’in Suriye’ye döneceğini açıklamasının İsrail uçağının düşürülmesinden hemen sonra gelmesinin farklı bir sebebi daha var. Bilindiği gibi Asya-Pasifik’te Çin ile Hindistan arasında uzun süredir bir gerginlik devam ediyor. Bu gerginlikte Hindistan’ın en büyük silah tedarikçisi ise İsrail’dir. Çin birçok defa İsrail’i Hindistan’ı silahlandırmaması konusunda uyarmışsa da başarılı olamadı. İsrail’in Esed ile sıcak çatışmaya girmesiyle Çin’in bu durumu değerlendirerek Esed’den yana tavır alması ise sürpriz olmadı. Çünkü Çin, İsrail’i Hindistan’ı silahlandırdığı için bir bakıma Suriye’de cezalandırmak istiyor da denebilir.
Çin’in sahaya inmesinde Suriye’nin imarında rol kapma isteği de var diyebiliriz. 200 milyar dolara mal olacak imar faaliyetleri içerisinde Çin’in rolü Esed’e bağlı olarak belirginleşebilir. Kaldı ki İpek Yolu Ekonomi Kuşağında önemli bir durak olan Suriye’de Çin’in etkin olmaması en büyük projesine sahip çıkmaması anlamına da gelir. Çin’den gelen açıklamada Çin’in Suriye’de askeri bir üs kurma planlarının olduğu da anlaşılıyor.
İran, ABD’nin baskısına karşı bir çıkış yolu mu arıyor?
İran’ın hamleleri Çin, Hindistan, Pakistan, ABD ve İsrail’i karşı karşıya getirebilir.
İran özellikle Trump’ın başkan olmasıyla İsrail destekli lobilerin nükleer anlaşmayı iptal edeceği düşüncesinde. Zaten Trump da son kez bu anlaşmayı uzattığını açıklamıştı. Bu anlaşma aslında İran’a kısmi de olsa ekonomik bir rahatlama sağlamıştı. Çünkü petrol satışına izin veriyordu. Geldiğimiz noktada İran’ın Trump ve Pentagon merkezli yeni bir ablukaya karşı Asya-Pasifik’ten çıkış aradığını görüyoruz. Bu çıkış ABD’nin en son açıkladığı Güvenlik Belgesinde Asya-Pasifiğe yaptığı vurguyu da doğruluyor. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, geçtiğimiz hafta üç günlük bir Hindistan ziyareti gerçekleştirdi. Bu ziyarette İran’ın Batı’dan gelen ablukayı Hindistan üzerinden delmeye çalışacağını anlıyoruz. Ruhani’nin Hindistan ziyaretinde Başbakan Narendra Modi ile yapılan görüşmelerde Çabahar Limanı’nın genişletilerek Hindistan’ın Afganistan ve Orta Asya ülkelerine bağlanması, Tahran-Yeni Delhi arasındaki ticaret hacminin arttırılması kararı alındı.
İran’da Ruhani yönetimi İslam Devrimi temelli ekonomi politikalarını değiştirmek istiyor gibi duruyor. Çünkü İran’da toplum ekonomik sıkıntıya bağlı olarak patlama noktasına geldi. Halk İran’ın nükleer anlaşmayla elde edilen petrol gelirinin Irak ve Suriye’deki askeri ve siyasî varlığı güçlendirmek için harcanmasına tepki de duyuyor. İran toplumu bu durumdan Devrim Muhafızlarını sorumlu tutuyor diyebiliriz. İran’ın ekonomik çıkış formülünde 2016 yılında Güney Kore Cumhurbaşkanının İran ziyaretinde yirmi farklı alanda imzalanan işbirliği anlaşması bir başlangıçtı. Fakat bu anlaşmalar Kuzey Kore krizi sonrası Güney Kore’nin ABD’ye bağımlılığının artması sonrasında ABD tarafından etkisiz kılındı. İran yönetimi Güney Kore’nin İran’a yapacağı yatırımlara karşılık Kuzey Kore krizinde arabuluculuk yapacağına dair sözler vermişti. Fakat ABD’nin Asya-Pasifik’te görünmesiyle bu arabuluculuk da imkânsız hale geldi.
İran’ın yeni çıkış yolu Hindistan gibi duruyor. İran bu planın ilk adımlarını 2016 yılının Mayıs ayında Tahran’da gerçekleştirilen İran, Afganistan ve Hindistan arasındaki üçlü ekonomik görüşmelerde atmıştı. Geçen haftaki Hindistan ziyaretinde Çabahar Limanı ön plana çıktı. İran, Hindistan’dan ulaşım alanında altyapı yatırımları yapmasını, Hindistan’dan teknik ve mali destek yapmasını, kara yolu, demir yolu ve limanları yenileyerek birlikte kullanmayı talep ediyor. Hindistan’a yapılan teklifte Çabahar Limanı’nın yük kapasitesi 80 milyon tona çıkarılacak, Çabahar’dan Meşhed’e demir yolu ve kara yolu bağlantısı sağlanacak ve bu hat Meşhed’den Afganistan’a bağlanacak. Hem İran hem de Hindistan, Çabahar Limanına stratejik bir alan olarak bakıyor. Hindistan’a göre bu liman sayesinde Orta Asya’ya ulaşmak ve etkin olmak mümkün olacak. Çünkü Hindistan’ın Pakistan ile olan sorunları Orta Asya’ya ve Avrupa’ya ulaşımında bir engel teşkil ediyor. Bu plan içerisinde Çin’in yürürlükte olan Yeni İpek Yolu Projesine de bir alternatif oluşturulmaya çalışıldığı gözüküyor.
Fakat burada da bir açmaz var. Çin-Hindistan ilişkileri uzun süredir sorunlu. Hindistan, İran üzerinden Rusya ve Doğu Avrupa’ya çıkış yolu arasa da kullanacağı hat yine Yeni İpek Yolu ile belirlenmiş hat. Bu nedenle Çin-Hindistan, Çin-İran arasında da bir gerilim oluşturabilecek bir plan olarak duruyor. Hindistan, İpek Yolu’nu kullanma eleştirilerine karşılık Çabahar Limanı üzerinden Afganistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Rusya’nın doğusuna yük sevkiyatını İpek Yolunu kullanmadan yapabileceğini söylüyor. Peki Hindistan’ın bu planı içerisinde Çin’e karşı bir duruş da var mı derseniz evet diyebiliriz. Biliyorsunuz ki Çin de Pakistan’da Guvader limanını yenileyerek güçlü atılımlar yaptı. Hindistan’ın İran’dan ucuz enerji alarak kendi mallarını da Avrupa’ya ulaştırmak için yollar aradığı anlaşılıyor. Bu tabloya baktığımızda Şanghay İşbirliği Örgütü içerisinde de bir çatlak oluşabilir. Hindistan’ın İran’la bu işbirliği ABD’nin Pakistan politikasında da değişiklik yapabileceği ihtimalini doğuruyor. Fakat burada açmaz şu ki ABD, Asya-Pasifik’te en güçlü müttefiklerinden birisi olan Pakistan’ı Çin’e kaptırdı. ABD ve İsrail’in yakın ilişki içerisinde olduğu Hindistan’ın İran’la stratejik bir planda işbirliği yapması da hem ABD’yi hem de İsrail’i hayal kırıklığına uğratacak nitelikte.
Yunanistan ile Ege’de kriz, Güney Kıbrıs’ın doğalgaz arama faaliyetleri ile Türkiye hedef mi alınıyor?
Şöyle söyleyebilirim Yunanistan’ın Ege’de gerginliği arıttırabilecek faaliyetlerde bulunması ile Güney Kıbrıs’ın hak iddia ettiği alanlarda doğalgaz arama çalışmalarının Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü Zeytin dalı Operasyonu ile Türkiye-ABD, Türkiye-Almanya ilişkileriyle doğrudan bir bağlantısı olabilir. Kaldı ki Almanya’ya yapılan Başbakan Binali Yıldırım’ın ziyareti ve Tillerson’un Türkiye ziyareti sonrası hem Yunanistan’dan hem de Güney Kıbrıs’tan krizi hafifletecek açıklamalar geldiğini gördük.
Şu anda dünyada enerji lobisi, silah lobisi arasında bir iletişim var. Bu iki lobi aslında paralel bir işbirliği içerisindeler. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin (GKRY) tek taraflı olarak Kıbrıs Adası’nın doğusunda KKTC açıklarında doğalgaz arama faaliyetleri bir bakıma provokasyondur. Buna Türkiye’nin izin vermeyeceğini bile bile bu tür bir tavır sergilenmesi Türkiye’yi Avrupa’da ve uluslararası platformlarda zor duruma düşürmekle alakalıdır.
Doğu Akdeniz’deki enerji kavgasının Suriye krizi başlamadan öncesine dayanan bir geçmişi var. Bu geçmiş içerisinde ABD, İsrail, Mısır, Lübnan, Güney Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs, Türkiye, İtalya vb. aktörler var. 2010 yılında İsrail’in Hayfa kenti açıklarında büyük bir doğalgaz rezervi tespit ettiğini açıklaması ve bu rezervi dünya piyasalarına sunmak için yollar araması mücadeleyi kızıştırdı. İsrail bu rezervleri Batı’ya taşıyamasa da en yakın komşusu Mısır’a satarak ekonomik kazanç elde etti. İsrail-Mısır arasındaki anlaşmaya göre yıllık 65 milyar m3 doğalgaz İsrail tarafından Mısır’a satılacak. Bunun maliyeti de 15 milyar dolar civarındadır.
Türkiye’nin buradaki tavrı önemlidir. Çünkü İsrail’in bulduğunu iddia ettiği doğalgaz yatakları Kuzey Kıbrıs’a kadar uzanıyor. Güney Kıbrıs’ın tek taraflı ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge ise Kuzey Kıbrıs sınırlarını da içerisine alıyor. 1982 yılında BM’de imzaya açılan ve 163 ülkenin onayladığı uluslararası deniz anlaşmasına göre Türkiye’nin izni olmadan Kıbrıs çevresinde arama yapılması mümkün değil. Türkiye bu anlaşmaya taraf değil ve imzalamadı. Bu anlaşmada birden fazla ülkenin kıyısı olduğu bölgelerde ülkelerin kendi aralarında paylaşım anlaşmaları yapması gerekiyor. Burada sorun Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanımaması. Türkiye’nin burada yapması gereken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile yaptığı sınır anlaşmasını değil de kendi bölgesini tıpkı Karadeniz’de olduğu gibi ilan etmesidir. Türkiye, Karadeniz’de bunu yapmış ve önemli avantajlar elde etmişti.
Türkiye’nin 1982 BM Anlaşmasına Akdeniz ve Ege gibi iç denizlerde bu anlaşmanın uygulanamayacağı gerekçesiyle taraf olmaması da bir bakıma avantajdır. Çünkü Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Mısır ve İsrail ile yaptığı sınır belirleme anlaşmalarını Türkiye tanımıyor. Burada İsrail ve Mısır’ın Türkiye’yi zor duruma düşürmek için politik manevra yaptığını söylemeliyiz. Türkiye ile Mısır’ın, Suriye ile Lübnan’ın MEB’leri iç içe geçmiştir. Bu sorunlar genel olarak ülkelerin birbirleri arasında imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge Antlaşmaları ile düzenlenip çözümlenmekte ise de Türkiye’nin Mısır ve GKRY ile olan ilişkileri şimdilik buna engeldir.
Türkiye’nin burada da tavrı net. Kıbrıs’ta barış olmadan bu tür faaliyetlere izin vermeyeceğini vurguladı. Türkiye’yi aşamayacaklarını bilerek bu tür davranışlarda bulunmaları ise olsa olsa politik manevralardır.
YENİ HABERLER
YORUMLAR
Henüz hiç yorum yapılmamış.