RUSEN [ANALİZ]: Prof. Dr. Salih Yılmaz, ” İsrail’in ‘Game Story’ Stratejisinde Rusya ve Türkiye ”

31 Mayıs 2018, 02:23

 

 

İngiliz mandası altındaki Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması XIX. yüzyılın ikinci yarısında gündeme geldi. Bu amaçla 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde bir kongre toplandı. Bu kongrede Yahudilerin Filistin’de bir “yurt” edinmesi kararı alınmış ve İsrail’in kuruluşu için ilk resmi adım atılmıştır. Osmanlı Devleti hâkimiyetinde bulunan Filistin’e göç etmek isteyen Yahudileri, II. Abdülhamid’e başvurarak Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını ödemek karşılığında kendilerine toprak verilmesini istemişlerdi. Talepleri kabul edilmeyen Yahudiler I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devletinin parçalanmasıyla ABD Başkanı Wilson’ın da desteğiyle İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un 2 Kasım 1917’de İngiltere’nin Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını kabul ettiğini resmen bildirmesiyle harekete geçtiler.

 

 

Balfour Deklarasyonu” olarak adlandırılan bu mektup sonrası Yahudiler, Filistin’e göçe başladılar. II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere, ABD’nin de desteğini alarak 1947’de Filistin sorununu Birleşmiş Milletler Teşkilatına götürdü. İngiltere, 14 Mayıs 1948’de Filistin’deki manda yönetimini tek taraflı olarak kaldırdı ve aynı gün İsrail Devleti’nin kurulduğu ilan edildi. İsrail’in kuruluşunun ilanında sonra Arap-İsrail savaşları başlamış ve Filistin sorunu günümüzde devam ediyor.

 

 

İsrail, Filistin topraklarında devletin hâkimiyetini sağlayabilmek için başta ABD olmak üzere AB ülkelerinde yönetim ve ekonomi üzerinden etkisini artırarak taraftar bulmaya çalışmıştır. İsrail devleti için güvenlik sorunu olarak kabul edilen Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ve Libya Devlet Başkanı Kaddafi ABD üzerinden etkisiz hale getirilmiştir.

 

 

İsrail, kendi güvenliği için Arap coğrafyasında demokrasi planıyla Arap Baharı Projesine destek olmuş ve yönlendirmiştir. Fakat Mısır’da gerçekleşen Arap Baharının kendi aleyhine evrildiğini gördükten sonra Arap Baharı’nın İsrail için olumlu değil olumsuz olacağını kavrayarak tersine bir politika gütmüştür. Arap Baharı’nın başlangıcı ve sonrasında bölgedeki ülkelerin ekonomileri çökerken diğer taraftan da ABD’ye bağımlı hale gelmişlerdir.

 

 

İsrail’in belki de en önemli başarılarından birisi de Arap ülkelerinin İsrail düşmanlığını İran faktörü üzerinden etkisiz hale getirmek olmuştur. ABD Başkanı Obama Döneminde İran’ın kontrollü olarak Ortadoğu’ya yerleşmesi sağlanarak İran Devriminin tüm Arap ülkelerini saracağı endişesi Arap ülkelerine hissettirilmiştir. Bu politikada bir taraftan Körfez’deki Arap devletleri İran üzerinden korkutulurken diğer taraftan da İran yönetiminin bu hayale inanması sağlanmıştır.

 

 

İran’ın İslam Devrimini tüm Ortadoğu’ya yayacağız hayaline kapılması ve bu tuzağa düşmesi sonrasında Ortadoğu’da İsrail hedef olmaktan çıkmıştır. Özellikle Yemen’de İran’a saha açılarak bölgede BAE ve Suudi Arabistan’a tehdit algısı oluşturulmuş ve bu ülkeler ABD’ye muhtaç hale getirilmiştir. İsrail uzun süre Arap devletleriyle doğrudan ilişki kurmamış ve ABD üzerinden kendi politikalarını yürütmüştür. Fakat İran korkusuna kapılan Körfez ülkeleri artık ABD üzerinden değil İsrail ile doğrudan ilişki kurmaya başlamışlardır. Böylece son 30 yıldır sürdürülen politikanın ilk ayağı başarıyla tamamlanmıştır.

 

 

İsrail stratejik planında tüm Arap devletlerinin daha küçük parçalara bölünmesi önceliktir. Örneğin Irak’ın Şii ve Sünni devletler ve Kürt tarafının ayrılması olarak planlanmışsa da bu plan Türkiye ve Rusya dolayısıyla başarısız olmuştur. Aynı plan ABD üzerinden Suriye’de de uygulanmak istenmişse de Astana süreciyle devreye giren Rusya-İran-Türkiye ittifakıyla başarısızlığa uğratılmıştır.

 

 

Günümüzde ABD’nin politikalarında enerji kaynaklarını kontrole etme ve İsrail’in güvenliğini sağlama stratejisi önceliklidir. SSCB Döneminde Ruslar, Basra Körfezindeki enerji kaynaklarını kontrol etme ve maden zengini Güney Afrika’nın  kontrolünü ele geçirmek için Batı ile yarışa girmişti. SSCB’de Gorshkov doktrini olarak adlandırılan bu plana göre enerji kaynaklarının kontrolü planlandığı gibi Sovyet nükleer doktrini ile de Batı tehdidi sonlandırılacaktı. SSCB Döneminde Ortadoğu politikası çerçevesinde İsrail’in yayılmacı politikalarına izin verilmemiştir. Hatta SSCB yönetimi Arap-İsrail savaşlarında İsrail’in ilerlemesini durdurmaması halinde savaş tehdidini içeren nota bile vermiştir.

 

 

SSCB, 1950’li yılların ikinci çeyreğinden sonra İsrail’e karşı Arap ülkelerini destekleyen ve onları kendi korumasına almayı hedefleyen bir politika inşa etmeye çalışmıştır. Hatta Mısır-İsrail savaşında Rus pilotlar İsrail’e karşı savaşmışlardır. 1967 yılında Kremlin, İsrail’i nota vererek İsrail ile tüm diplomatik ilişkilerini kesmiştir. SSCB’nin Arap ülkelerine yaptığı silah yardımı sayesinde Ortadoğu’da denge korunmaya çalışılmıştır. SSCB’nin yıkılması sonrasında öncelikle Sovyet Nükleer Doktrini, ABD ile yapılan anlaşmalarla etkisiz kılınmak istenmiştir. Rusya’nın ekonomik anlamda Batı’ya bağımlı hale getirilmesi sağlanarak ülkede Yahudi lobisinin etkinliği artırılmış ve ekonomi Yahudi oligarklara teslim edilmiştir. Fakat bu Yahudi Rus oligarkların İsrail Devleti ile bağlantıları tespit edilenleri tasfiye edilmiştir. Rusya’daki Yahudilerin önemli bir kısmının da İsrail hükümetini desteklemediğini söylemeliyiz.

 

 

Rusya’nın ekonomik anlamda büyümesi Ortadoğu’da sürdürülen 30 yıllık politikayı tehdit ettiğinden Ukrayna üzerinden yeni bir kriz çıkarılarak Rusya hedef haline getirilmiştir. Böylece Rusya kendi iç sorunlarıyla uğraşırken ABD ve İsrail’in Ortadoğu politikaları başarıyla devam ettirilmiştir. Günümüzde İsrail yönetimi Rusya ile ilişkilerini olumlu biçimde devam ettirirken diğer taraftan da ABD üzerinden Rusya’nın yaptırımlarla hareket edemez hale getirilmesini desteklemektedir.

 

 

Böylece kötü adam ABD olurken İsrail iyi adam rolünü oynamaktadır. Rusya’nın SSCB Döneminden kalma İsrail’e karşı denge politikasını terk etmesi günümüzde Rusya’nın bölgede etkisizliğinin de nedenlerindendir. Rusya’nın daha fazla yaptırımlara maruz kalmamak adına İsrail’e ses çıkarmaması aslında sonunu hazırlıyor.

 

 

Türkiye’nin İsrail ve ABD politikalarındaki rolüne bakacak olursak genel anlamda uzun yıllar ABD politikalarını destekleyen ülke olmuştur denebilir. Zaten ABD’nin politikalarına karşı oluşabilecek bir yönetim iş başına geldiğinde de Türkiye’de askeri darbeler olmuştur. Türkiye, İsrail ile ilişkilerinde Filistin meselesini her zaman gündeme getirmiş ve arabulucu rolü üstlenmeye çalışmıştır.

 

 

Fakat İsrail son dönemde uzlaşmayı terk ederek Filistinlileri soy sayan ve Kudüs’ü tümüyle işgal etmeyi amaçlayan, bunu da tüm dünyaya zorla kabul ettirmeye çalışan bir politika izlemektedir. İsrail’in bu politikaları İsrail’de yaşayan özellikle genç kuşak birçok Yahudi tarafından da protesto edilmektedir. Aynı durum Rusya ve ABD’de yaşayan genç kuşak Yahudiler için de geçerlidir. İsrail yönetimi kendisine karşı çıkan Yahudileri vatandaşlıktan atmakla tehdit ederek susturmaya çalışmaktadır.

 

 

Şu anda İsrail’in uygulamaya çalıştığı siyaset doğrudan Netenyahu ve Trump politikalarıdır. Netenyahu yönetiminin hedef aldığı ancak yıkamadığı veya diz çöktüremediği tek yönetim Türkiye’dir. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef alınmasının, 15 Temmuz darbe girişiminin, hendek terörünün altında yatan sebep de yine Türkiye’de yönetimi değiştirerek ABD-İsrail ortak yönetiminin politikalarını kabul edebilecek bir yönetim dizaynının parçasıdır.

 

 

Körfez ülkelerini İran korkusuyla İsrail’e yaklaştıran, Mısır’ı darbeyle kendisine muhtaç bir yönetim haline getiren, Rusya’yı yaptırımlarla hareketsiz hale getiren İsrail’in Türkiye’de başarısız olması gelecek dönemde kendileri için kırılgan bir politika tehdidi olarak görülmektedir. İsrail’in “Game Story” olarak adlandırdığı bu yeni stratejide Rusya’nın tavrı dünya dengelerini değiştirebilecek niteliktedir. Rusya’nın İsrail’e karşı güttüğü bu sessiz kalma siyaseti devam ettirilirse gelecekte sıra kendisine de gelecektir. İran, Türkiye, Rusya hedefi hem ABD hem de arkasındaki İsrail için uzun süreli bir stratejidir.

 

 

Ortadoğu’da huzur ve barış ortamını bozarak bundan ekonomik gelir elde eden ABD’nin diğer taraftan İsrail’in politikalarını uygulamaya koyup elçiliğini Kudüs’e taşıması dünyada uluslararası hukuka olan inancı yıkmıştır. Dünya sadece ABD ve İsrail’in keyfi politikaları uğruna daha güvensiz ve daha huzursuz hale getirilmiştir.

 

 

[Rusya ve Avrasya alanlarında çalışmalar yürüten Prof. Dr. Salih Yılmaz, Rusya Araştırmaları Enstitüsü Başkanı ve Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesidir.]

 

YENİ HABERLER

YORUMLAR

Yazıya 1 yorum yapılmış.

halit tarlak 31 Mayıs 2018

şu şekilde de yorumlanabilirmi üstadım,biz yani şimdiki sayın cumhurbaşkanımız;putin dolayısıyla rusya arasındaki bu sıcak ilişkiler karşılıklı menfaat gereği olan ilişkilerdir.herhangi vazgeçilmez olmasa dahi menfaat çakışması ile bu ilişkiler bozulabilir denebilirmi?temkinli güven midir bu?her iki taraf içinde,yoksa obama ,putin ve akabinde,netenyahu putin görüşmelerinde yapılan türkiyenin bilmediği gizli anlaşmalar varmı?varsa eğer bunları sezmek mümkünmü? bahse konu görüşmeler putinin son amerika ve son israil ziyaretleri.

YENİ HABERLER