İran Türkleri
İRAN TÜRKLERİ
Cansu TARAKÇI
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü
Özet
İran Türkleri, Farslar’dan çok önce İran topraklarına gelip yerleşmiş ve bu kültüre katkıda bulunmuştur. Ayrıca buraya gelen diğer boylardan etkilenerek onlardan birçok kültür ögesini benimsemiştir. Gerek İran Türkleri tarih boyunca bu topraklarda devletler kurmuş gerekse yönetilen konumunda olmuştur. İran Türkleri günümüzde yine aynı bölgede yaşamaya devam ettikleri için ve bu bölgenin kimliğini oluşturan yapı taşlarından biri olması bu makale açısından önemlidir. İran’da birçok devlet kurulmuştur. Bunlar; Proto-Elam, Elamlar, Mana, Med, Ahameniş, Seleukid, Part, Sasani, Emevi, Abbasi, Tahiri, Saffari, Samani, Büveyhi, Gazneli, Selçuklu, Harzemşah, İlhanlı, Muzaffari, Celayirli, Timuri, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi, Afşar, Zend, Kaçar, Pehlevi ve İran İslam Cumhuriyeti. Bu devletlerin Gazneli, Selçuklu, Harzemşah, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi, Afşar, , Kaçarlar İran Türkleri tarafından kurulmuştur.İran’da yaşayan İran boyları ise İran Devleti tarafından araştırılmadığı için elimizde net somut bir delil yoktur. Ancak tarihçilerin araştırması ile Azerbaycan Türkleri, Horasan Türkleri, Türkmenler, Kaşkaylar, Hamse Türkleri, Huzistan Türkleri, Hamse Türkleri, Huzistan Türkleri, Kirman Türkleri, İsfahan (Orta İran) Türkleri, Horasanî ve Boçağçiler, Sungur Türkleri, Karâyîler, Karaçorlular, Kazaklar, Afşarlar, Karapapaklar, Halaçlar, Bayatlar, Kaçarlar, Şahsevenler, Şahayağı (Şayağı/Şayagı) Türkleri olarak sıralayabiliriz.
Anahtar Kelimeler: İran, İran Türkleri, İran halkları, İran Hanedanları, İran boyları
Giriş
Türkler kadim yurtları olan Orta Asya’yı çeşitli sebeplerden (kıtlık, savaş vb.) terk ederek Çin’den Avrupa’ya kadar Dünya’nın birçok yerine göç etmişlerdir. Göç edilen yerlerden biri de İran coğrafyası olmuştur. Şüphesiz İran coğrafyasına Türklerden önce ve sonra birçok milletten insan gelmiştir. Ancak, Türkler bu bölgeyi uzun bir süre vatanı olarak kabul etmiş, devletler kurmuş veya kurulan devletlerin halkları içerisinde yer almış ve bu bölgenin coğrafi, ekonomik ve tabii kaynaklarından faydalanmıştır. Özellikle İran’ın birçok bölgesine dağılan Türkler, bu bölgenin kültüründen etkilenmekle birlikte bölgenin kültürüne de katkıda bulunmuştur. Günümüzde halen bu topraklarda yaşayan İran Türkleri vardır.
A.Tarih
A.1.Müslümanların Fethine Kadar İran Türkleri’nin İran’a Gelişi
Türkler Orta Asya’dan iki büyük göç ile kadim yurtlarını terk etmiştir. İkinci büyük göç milattan 4-5 bin yıl önce batı yönünde doğru günümüzde Kafkasya, Azerbaycan, İran ve Irak coğrafyasına olmuştur. Ancak, Türklerin Orta Asya’da yaşarken bile İran halkı ile ilişki kurulduğu bilinmektedir. Bu etkileşimi sağlayan temel unsurlar ise İran üzerinden giden kervan yolları ve yapılan ticarettir. Ayrıca her iki milletin de at ile ulaşım kültürü olduğu bilinmektedir. Birçok Türk boyu İran’ı, Anadolu’ya geçerken köprü olarak görürken, bazıları ise burada yaşamaya karar vermiştir. İran, eski zamanlardan beri Türk yurdu olmuştur. Anadolu`nun Türkleşmesinden önce İran Türkleşmesi tamamlanmış ve Anadolu`nun Türkleşmesine önemli katkılarda bulunmuştur.[1]İran gerek coğrafi konumundan gerekse kültürel bakımdan yaşanabilir olması bu bölgeyi yerleşilebilir olmayı kılmıştır. Bu yüzden birçok millet bu bölgeye yerleşmek istemiştir. İran, tarihin hiçbir döneminde, gerek etnik, gerekse siyasi, kültürel, sosyal, dilsel ve diğer alanlarda tek yönlü bir ülke profiline sahip olmamıştır.[2]
İki büyük göç rotasından batı tarafına giden Türk kavimlerinden bir kısmı İran’ın ilk çağlarında İran’ın kuzeyine yerleşmiştir. M.Ö.II. bin yılın ortalarına doğru ise Hint Avrupalıların bir kolu, Ariler adıyla kuzeyden Baktriyana bölgesine göç etmiş ve oradan iki kola ayrılarak bir kol batıya İran yaylalarına, diğer kol ise Kuzey Hindistan’a gelerek yerleşmişlerdir.[3] Aryan, Eski Hint kökenli Hint-Avrupa dili konuşan ve eski İran’da ve Kuzey Hindistan alt kıtasında tarih öncesi zamanlara yerleşmiş olduğu düşünülen insanlara verilen isimdir.[4] İran kelimesi günümüzde belli sınırların coğrafi adıdır. Ancak bir kavim adı olan Arî kelimesi günümüzde değişerek İran adını almıştır. Ulaş Töre SİVRİOĞLU çoğunlukla yabancı kaynaklardan yararlanarak derlediği ‘‘Aryan Teorisi ve Türk Tarih Tezi’’ adlı makalesinde[5] Aryanlar’ın öz yurdu Orta Asya olan bir Türk kavmi olduğunu iddia eden kaynaklara değinmiştir. İran’ın güney ve güneybatısında Elam uygarlığı vardır. Elam uygarlığı İran’ın uygarlık seviyesine büyük katkı bulunmuştur. Elam medeniyeti uzun yıllar ayakta kalsa da eski gücünü gösteremeyerek Asur ve Babil’in boyunduruğu altında yaşamıştır. Elam devleti iyice yıpratılmış olmasına rağmen tamamen ortadan kaldırılmış değildi ve yer yer Elam isyanları söz konusu oluyordu. Bu nedenle Asur-banipal Elam üzerine yürümüş ve Asurlular kesin bir zafer kazanmışlardır.[6] M.Ö.2 bin yılın sonunda Azerbaycan’da yaşayan Guti ve Lullubi medeniyetleri Manna devletini kurmuştur. Babil, Akkad, Kassi ve Elamların, Gutti-Lullubi topraklarına ara sıra saldırısı bu halkları zorunlu olarak birleşmeğe itmiş ve kuşkusuz baskı sonucunda küçük yerli birleşmeler yaratılıp sonraki Manna ve Med birleşmelerinin ilkin temelleri oluşmuştur.[7] Bu birleşim yine de Asurlular’ın saldırılarını sonlandırmamış, aksine Urmiye Gölü batı kesimlerinin topraklarını yağmalamış, yakıp yıkmış, mallarına el koymuş ve insanları köle olarak kullanmıştır. Medler, Babil ile ortaklık kurarak bin yıllık Asurlular’ı yıkmıştır. Medler, hükümdarlıklarının özellikle son yüzyılında güçlü bir iktidarlık kursa da M.Ö.6.yüzyılda Medler’in idaresi altında yaşamayı sürdüren Persler’in bir kolu olan Ahamenişler II. Kyros’un liderliğinde ayaklandı ve Medler’i yıktı. (M.Ö. 550-330) ve İran Türkleri bu dönemde Akamenişler’in zulmüne maruz kalmışlardır.[8]
Ahameniş İmparatorluğu sonraki 1000 yıl içinde Batı Avrasya tarihinin büyük bölümüne egemen olacak olan üç büyük İran imparatorluğunun ilkidir.[9] İmparatorluk illere (satraplıklara) bölünmüştü ve her biri, doğrudan krala rapor veren yetkililer tarafından sık sık denetlenen bir satrap tarafından yönetiliyordu. Anadolu’nun batı kesimlerindeki küçük medeniyetleri ele geçirerek deniz ticaretine de katkı sağladı. Ancak Anadolu’yu satraplık ile yönetmeye kalkınca Anadolu’nun kontrolünü kaybetmeye başladı. Makedon Kralı Büyük İskender milattan önce 334’te Anadolu, Suriye ve Mısır’ı aldıktan sonra Ahameniş İmparatorluğuna yani İran’a yöneldi. Nitekim M.Ö.331’de İran Kralı Dara’yı yenerek İran’daki Fars hakimiyetinin gücünü kırdı. Bu dönemde özellikle İskender doğu ile batıyı bir sentez haline getirmeye çalışmıştır. Makedon kral Hindistan’a kadar uzanan topraklarının yönetimini ölümünden sonra üst düzey komutanlarına bırakmıştır. Komutanın bu bölgeleri kontrol altında tutamaması sonucu M.Ö.250 yılında Makedonya İmparatorluğu parçalandı. Sonra ortaya çıkan dört Helenistik imparatorluktan biri olan Seleukos İmparatorluğu’na bu bölge kaldı.
Seleukos, iki yüzyıl boyunca süren bir hanedan kurdu; bu dönemde Helenistik sanat, Yunan ve Yakın Doğu sanatsal geleneklerinin kaynaşmasıyla gelişti.[10] Türk dili konuşan Partlar/Eşkanîler 477 yıl İran’a hâkim olurlar. Part devletinin yaptığı önemli gelişmeler İskender ile birlikte gelen Yunan esintilerini silmeye çalışmaktır. Eşkaniler, Fars asıllı olan Akamenişler gibi kendi dillerini devletin resmî dili yapmazlar. Part ve Pehlevî dili devlet dili olarak kabul edilir. Eşkaniler devlete resmî bir din de belirlemezler. Zerdüştlük, Hıristiyanlık ve Budizm halk tarafından benimsenir. İran’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesinden ve İslamlaştırılmasından önceki son büyük İran İmparatorluğu olan Sasani İmparatorluğu ise aslında bu dini boşluk otoritesinden yararlanarak yönetimi ele geçirmiştir. Partların tam tersine dil olarak Farsça konuşulması istenmiş ve Türkçe ve Türkçe konuşanlar önemsiz görülmüştür. Devletin dini Zerdüştlük olmuştur. Sasani İmparatorluğu’nda Yahudiler ve Hıristiyanlar da yaşamaktaydı. Bu insanlar ayrı bir vergilendirme sistemine tabi tutulmuştur. Bu imparatorluk döneminde Hun, Kuşan, Akhun-Eftalit, Avar, Sabir, Hazar, Göktürkler gibi çeşitli Türk kavimleri Sasani ordularında görev yapmışlardır. Ayrıca İran’da ortaya çıkan Mazdek inancı gibi bazı akımların bertaraf edilmesinde de önemli rol oynamışlardır. Son Sasani hükümdarı Müslüman Araplara karşı Türklerden askerî yardım istemek zorunda kalmıştır.[11] Sâsaniler zamanında İran’da sanat, müzik ve mimari alanlarında önemli gelişmeler olmakla birlikte posta ve haberleşme de ilerlemiştir.
A.2.Müslümanların Fethinden Safeviler’e Kadar İran ve İran Türkleri
Türkler, İran coğrafyasına bu dönemde göçler yaşasa da asıl büyük ve kalıcı göçleri İslâmiyet’i kabullerinden sonra, yani 8. yüzyılın başlarından itibaren olmuştur. Sâsani-Bizans mücadelelerinden yararlanan Araplar, İslâm’ın gücünü kullanarak Ortadoğu’nun birçok bölgesine yayılmaya başlamıştır. Hz. Ömer’in 642’de Nihavent Savaşı’nda İran’daki Sasani Devleti’ne son verip İran’ı almasından sonra Türkler ile Müslüman Araplar sınır oldu. Böylece, Müslüman Araplar ile Türklerin ilk yakınlaşmaları başladı. Yağma veya Sulh yolu ile Türkler ile anlaşan Araplar fethettikleri-özellikle-İran coğrafyasına Türkleri iskân ettirdiler. Türkler bu dönemde Araplar’ın İslamiyet kültürünü ve dilleri olan Arapça’dan etkilenmiştir. Araplar ise Türkler’in yıllardan beri süre gelen devlet yönetim sisteminden faydalanmıştır. Emeviler döneminde Irak berberi ve Türk asıllı askerler ordularında yer almıştır. Ancak çok nadir olarak komutanlık yapmışlardır. İran topraklarında da varlığını devan ettiren Emevi ve Abbasi İmparatorlukları dönemlerinde İran halkı Müslümanlaştı. Yine de Fars ve Kirman gibi uzak eyaletlerde Zerdüştîler kendi inançlarını korunmaya devam etmiştir. Emeviler döneminde Arap milliyetçisi bir politika izlenmiştir. İran bu dönemde yaşanan Hz.Ali-Muaviye çekişmesinde Hz.Ali’nin yanında yer alarak safını belli etmiştir. Emevilerin yıkılması Abbasilerin kurulmasında önemli rol oynayan İran asıllı komutan Ebu Müslim’in çoğunluğu Arap ve İranlılardan, bir kısmı ise Türklerden oluşan ordusu vardır. Emeviler döneminde Arap milliyetçiliğinin yerini Abbasiler zamanında Farslar ve Türklerin devlette üst yönetimlere gelmesi ile yıkılmıştır. Abbasiler dönemi Sâsani devlet ordu yönetim teknikleri kullanılmaya devam etmiştir. Özellikle 9.yy’ın sonlarında Abbasiler geniş topraklara hükmetmeye başladı. Bu onlara avantaj yerine dezavantaj sunmuştur. Çünkü merkezden uzak topraklarda yerel yönetimler ortaya çıkmaya başlamış, bunun üzerine devlet zayıflamaya başlamıştır. Bu probleme çözüm olarak Orta Asya’dan Türk savaşçıları orduya dahil edilmiştir. Bu seferde yönetim içerisine Türk etkisi artmaya başlamıştır. Bu bölgeye getirilen Türkler, sadece İran’ın Türkleşmesine katkı sağlamamış, Ortadoğu’nun Türkleşmesine katkıda bulunmuştur. Mısır’da ilerde kurulacak olan Tolunoğulları ve Ihşidileri bu savaşçı Türkler kurmuşlardır.
Abbasiler’in yıkılışından sonra İran’da küçük devletçikler oluşmaya başladı. Tâhiriler (821-873) Horasan’da,Saffâriler(867-1003) Sistan’da, Sâmaniler (874-999) Maveraünnehir’de ve Büveyhîler (945-1055) Deylem’de İran asıllı devletçikler kurmuşlardır. Bu devletler de Türkleri orduda kullanmıştır. Büveyhîler kendilerini Şii İslam’ın koruyucusu ilan etmiş, bu yüzden Şii İslam’ı kabul etmeyen halka karşı zulüm etmiştir. Büveyhi Devleti önce birkaç parçaya bölündü. Ardından Büyük Selçuklular tarafından 11.yy. da hakimiyetlerine son verildi. Ataları İranlı mı Türk mü olduğu belli olmayan Sâmaniler ise Abbasiler’in Türkler’i orduda kullanma taktiği benimsemiştir. 900’lerden sonra devletin kaderi yavaş yavaş Türkler’in eline geçmiş ve Türkler’den sağladıkları destekle Samanîller varlıklarını devam ettirmişlerdir.[12]Ancak Türk komutanlar görevlendirildikleri bölgelerde kendilerini benimseterek önce hâkimiyet kurup, daha sonra bağımsızlık ilan ediyordu. En bilinen örnek ise Samanilere bağlı olup daha sonra Gazne’de hâkimiyet kuran Alp Tekin Gaznelidir. Gazneliler, zamanında Gazneli Mahmud’un yaptığı icraatlar ardından kurulacak olan Selçuklu İmparatorluğu’na zemin hazırlamıştır.
1029 yılından itibaren Orta Asya’dan gelen Oğuz Türkleri doğu ve kuzey İran’a göç etmeğe başlamıştır. İran’ı fethe çıkan Tuğrul Bey, oğullarını İran’ın çeşitli yerlerine yollar ve bütün kuzey İran’ı alır. 1040 yılında İran toprakları artık Türk devleti olan Selçuklu’nun idamesindeydi. Bu tarihler aynı zamanda Ortadoğu bölgesinde 20.yy’a kadar sürecek olan Türk hakimiyetinin başlangıç yıllarıdır.[13]Selçuklu hâkimiyetinin siyasi merkezi eski İran şehirleri olan Nişabur, Rey, İsfahan, Merv ve Hemedan’dır. Büyük Selçuklu Veziri Nizamü’l-Mülk’ün çabaları neticesinde askeri cephesi Türkler’e bürokrasi cephesi İranlılar’a dayanan, hukuk olarak Sünni İslam’ı esas alan bir devlet sistemi kuruldu[14]. Büyük Selçuklu ve Gazneliler hiç şüphesiz Samanîler’in yönetim sisteminden etkilenmiştir. Özellikle Abbasi devlet teşkilatından faydalanan Samaniler bu devlet teşkilatını kendi idarelerinde çalışan memurların Gazneliler hizmetine geçmeleriyle Gazneliler Nizamü’l-Mülk (1018-1092) gibi bir devlet adamı vasıtasıyla da Selçuklular üzerinde etkili olmasında rol oynamışlardı.[15] Bölgeyi kontrol altına alan Selçuklular yine de Fars kültüründen oldukça etkilenmiştir. Bunun sebebi Nizamu’l-Mülk gibi devlet adamlarının Fars asıllı olmasından kaynaklanmaktadır. Melikşah’ın 1092’de ölümünden sonra oğulları arasında taht kavgalarıyla imparatorluk zayıfladı. Toparlamak için son hanedan üyesi Sultan Sencer çaba göstermiştir, ancak Karahıtay istilası (536/1141) ve Oğuz isyanı ile 1153’ün sonunda yıkıldı. Selçuklu Devleti’nin yıkılışından sonra İran’ın siyasi hakimiyeti küçük hanedanlıkların eline geçti. Selçuklu atabeğleri güç ve nüfuzlarını arttırmaları onların müstakil hanedanların ortaya çıkmasına sebep oldu. Atabeg kökenli hanedanlar Azerbaycan’da İldenizliler (1148-1225) ve Fars’ta Salgurlular (148-l 286) oldular. Yezd Atabegliği (1141-1318) Yezd ve çevresine hakim oldu. Daha sonra bu alanda yeni bir Türk devleti olarak Harzemşahlar İmparatorluğu (1097-1231) faaliyet göstermiştir.
Uzun yıllar varlığını gösteremeyen bu devlet Cengiz Han İmparatorluğu’nun 1219 yılında başladığı Batıya yayılma politikası ile Türkmenistan, Özbekistan, İran ve Azerbaycan’a alan bölgeleri fethetmesine denk gelmiştir. Moğollar fethettikleri bölgelerin tarihlerini neredeyse silmiş, yapılan mimari eserler, kütüphaneler hanlar, kervansaraylar yıkılmıştır. Böylece İran’ın köklü hazineleri olan Arap-Türk-İslamî eserler günümüze ulaşamamıştır. Ayrıca Moğollar Semerkand, Herat, Tus ve Nişabur’da kalan insanları ayrım gözetmeksizin katlettti. Ancak Moğollar’ın yaptığı bu fetihlerin kalıcılığı olmadı. Cengiz Han’ın ölümünden sonra sadece oğlu Ögedey Han zamanında İran ve Azerbaycan’daki Moğol hakimiyeti kuvvetliydi. Sonrasında İran’da Cengiz Han’ın torunu hakim olarak İlhanlılar Devleti’ni kurdu. Hülagü İran’da bürokratik ve idari alanda İran geleneklerini benimsemiştir. İlhanlılar döneminde Tebriz ve Meraga gibi şehirlerde önemli imar faaliyetleri yapılmıştır. Böylece İlhanlılar devrinde yoğun göç alarak İran coğrafyası Türkleşmeye devam etmiştir. Getirilen bu Türkler ile yerli göçebe Türkler kısa sürede kaynaşırlar. Hatta yönetimde bulunan ve sayıları az olan Moğollar bile Türkleşir.[16] Mengü Han başa geçince Ögedey Han’ın torunu Hülagü İran’a 1255 yılında tayin olmuştur. Hülagü bir taraftan uzun zamandan beri dini otoriteyi temsil ederek hüküm süren Abbasi Halifeliğini, diğer taraftan düzenledikleri suikastlar ile birkaç asırdır Ön Asya’ı dehşet içinde bırakan Bâtınileri ortadan kaldırarak İslam idaresi altında bulunan bu toprakları gayrimüslim Moğol ve Türk idaresine kurmuş ve doğulu Türk ve Moğol devlet sistemini ve kanunlarını İslamî devlet usulü ve şariatın yerine getirmiştir.[17] İlhanlı Devleti’nin siyasi birliğinin sona ermesinin ardından İran’da hakimiyet birtakım küçük hanedanlar arasında paylaşıldı. İran topraklarında Celayirliler ve Muzafferiler devlet kurdu. Ancak bu devletlerin varlığı uzun sürememiştir. Çünkü yine Dünya Moğollar’ın işgali ile karşı karşıya kalmıştır. Timur atası Cengiz Han gibi işgal ettiği toprakları yakıp yıkmıştır. Timur Mâveraünnehir’i Akdeniz’e bağlayan büyük bir imparatorluk kurdu. Timuriler 1452 yılına kadar devam etti. Bu tarihten itibaren İran topraklarının büyük bir bölümü Karakoyunlular Devleti’nin kontrolünde olsa da, çok kısa süre sonra 1468 yılında Uzun Hasan yönetimindeki Akkoyunlu Devleti bölgenin hakimiyetini eline geçirmiştir.[18] İlhanlılar ve Timurlular döneminde Moğolca ve Türkçe kelimeler Farsça’ya girmiştir. Özellikle İlhanlılar zamanında Türkçe ve Moğolca’nın edebi ve konuşma dili olarak kullanılmasından dolayı Farsça’da Türk ve Moğol kelimelerinin etkisi görülmektedir.
A.3.Safeviler’den Günümüze Kadar İran ve İran Türkleri
Erdebil’in Türk asıllı ünlü şeyhi Şeyh Safiyüddin’in torunu Haydar ile Akkoyunlu Devleti hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı Halime Begüm’ün evliliğinden dünyaya gelen Şah İsmail, Akkoyunlu Devleti’ni yıkarak 1501 yılında Tebriz’i başkent yaparak Safevi Hanedanlığı Şii ekseriyetli bir devlet yönetimi olmasını sağlamıştır. Türkmen aşiretleri arasında yaygın destek bulmuştur. Günümüzde halen İran’da devam eden Şiiliğin köklü temelleri bu dönemde atılmıştır. Burada daha önceden yaşayan Sünni ve Mecusiler ya geri dönmeyecek şekilde topraklarını terk etmiş ya da Şii İslam’ı kabul etmişlerdir. Şah İsmail Alaüddevle üzerine giderken izin almadan Osmanlı topraklarından geçmekle onların doğu sınırını ihlal etmiş hatta Orta Anadolu bölgesindeki yoğun Şia propagandaları ile açıkça Sünnî Osmanlıların iç bütünlüğünü sarsar duruma gelmişti[19]. 1512’de Osmanlı Devleti tahtına oturan Yavuz Sultan Selim, kısa sürede bu ayaklanmaları batırır isyana katılan 40 bin askeri cezalandırır. Şah İsmail bu olayı karşılıksız bırakmayarak geçmişte Timur’un Anadolu’yu ele geçirmesini hatırlatır. Bunun üzerine büyük bir hazırlık yapan Sultan Selim 1514’te Şah İsmail ile Çaldıran’da savaşa tutulur. Osmanlı batıdan aldığı topları ve tüfekleri kullanarak Safeviler’i mağlup eder. Öyle ki seneye Tebriz’i ve bütün İran’ı fethetmek için gelecekken yeniçerilerin baskısı ile bu fetihten vazgeçer. Şah İsmail’in Çaldıran savaşını kaybetmesinin en önemli sonucu kaybettiği Diyarbekir değil, yenilmezliğine gölge düşmesidir. Şah İsmail’in ölümü ile taht oğlu on yaşındaki Tahmasb’a kalmıştır. Zaten Şah İsmail’in ölümü ile aşiretler arası taht mücadelesi ile zayıflayan devlet küçük sultanın gelmesi ile ilk başta düzen kurulamadı. Tahmasb’ın ölümü ile İran’da iç karışıklıklar devam etti ancak Şah 1. Abbas döneminde (1587) devlet toparlanmaya başladı ve en parlak çağını yaşadı. Onun döneminde ateşli silahlar kullanılmaya başlanmış, modern ve düzenli bir orduya geçilmiştir. Merkezi şehirler başta olmak üzere edebiyat, mimarî, güzel sanatlar alanlarında özgün ve güçlü bir kültür de büyük ölçüde Safevî devrinde olmuştur. Düşünce ve bilim hayatındaki gelişmeler de dikkate alındığında, bugün İran’a atıfla anılan medeniyet mirasının önemli kısmının Safevî devrinin ürünü olduğuna şüphe yoktur.[20]
Safevi Devleti’nin zayıflamasıyla İran coğrafyası Afgan işgaline sahne olmuştur. Afşar Şahı Nadir Şah bu zayıflamadan yararlanarak ülkeyi ele geçirmiştir. Nadir Şah, 1735 yılında Gürcistan’ı fethettikten sonra Kaşkay ve Şahseven Türklerinden 60 bin aileyi Horasan’a göç ettirmiştir.[21] Türk Şahı olan Nadir Şah, Timur’un stratejilerini taklit etmiş ve Hindistan üzerine yürümüş, İndus nehrinin batısındaki bütün toprakları ele geçirdi. Yaptığı bu fetihler sonucu zehirlenerek öldürülmüştür. Nadir Şah’ın generallerinden -kökeni Horasanlı olan- Kerim Han taht kavgalarının önüne geçmek için çabalamıştır. Bu konuda başarısız olunca Zend Hanedanlığı kurmuştur. Zend Hanedanlığı kısa süreli olmuştur. Çünkü İngilizler tıpkı Hindistan’ı sömürdükleri gibi İran’ı da sömürmek istiyordu. Zend Hanedanlığı için bu dönemde sadece İngilizler sorun teşkil etmemiştir. Hanedanlığı tehdit eden iç çekişmeler yaşanmıştır. Kerim Han’ın sarayında gözaltında bulunan Kaçar Türk beylerinden Ağa Muhammed Han Kaçar karışıklıktan faydalanarak Esterabad’a çekilerek orada 1779’da hükümdarlığını ilân eder.[22] Kaçarlar dönemi İran’da 130 yıl sürece karışıklıklar dönemidir. Ağa Muhammed Han İran’ın tarihlere geçecek en acımasız lideri olur. Zendlerle iyi geçinen Kaşkay Türklerini de cezalandırır. Geri kalan Türkleri ya sürgüne yollar ya da sarayda rehin tutar. En fazla toprak kayıpları bu devirde yaşanmıştır. 1804-1813 yıllarında devam eden Rus-İran savaşları ile Ruslar Kafkasya’ya girmeye çalışması ile başlamıştır. Savaşın sonucu İran’ın büyük kayıplar vermesi ile bitmiştir. Kaçar Hanlığı’nın Bütün bu olaylara rağmen yenilik ve değişimin olduğu aşiret merkezli yapının giderek merkezileşmeye başladığı dönemdir. İran Dışişleri Bakanlığı’nın kuruluşu, Nasıreddin Şah döneminin en önemli devlet adamı Emir Kebir’in Rusya’ya gidip Rus elçiler ile görüşmesi gibi önemli gelişmeler bu döneme denk gelmiştir. O, İran’a uygun ıslahatlar yapmasını iyi bildi. Çünkü Rusya’da edindiği tecrübelerini kullandı. Batı’dan örnek aldığı ekonomik, askeri ve kültürel değişimler yaptı.
1979 İslam Devrimi’nin başlangıcı 1891 yılında Tütün İsyanı ile başlamıştır. Tütün isyanı Şii devlet adamları ve aydınları dışında esnaf ve tüccarlar tarafından da desteklenmiştir. İran hükümetinin kaynak olarak ‘’İngiliz Tütün Şirketi’’ ile anlaşması ülkenin İngilizler’e tabii olması gibi gözükmesi üzerine dönemin büyük İslam düşünürü Büyük Ayetullah’ın tütün kullanımı İslam’a aykırı fetvası ile Nasıreddin Şah’ın etrafındaki insanlar bile çekildi. Fransız Devrimi’nin etkisi İran’a kadar yayılmış ve halk meclis istemiştir. Böylece İran meclise dayalı bir sistem ile yönetilmeye başlanmıştır. Meclis ile yönetilmeye başlaması ile İran’ın içişlerine İngiliz ve Rus’lar dahil olmaya başladı. Ruslar, İran Kaçar subayı olan Rıza Han ile anlaşıp Kaçar Hanedanlığı’na darbe yaptı. Rıza Han kendini ‘’Şah’’ olarak İran’a kabul ettirdi. Özellikle bu dönemde Türkler’in Farslılaştırılması için çaba sarf edildi. Okullarda Türkçe eğitim, camilerde Türkçe va’z,mersiye, Türkçe yayın yasaklanmıştır. Türk idareciler görevden alınmaya başlamıştır. 16 Haziran 1934’te Atatürk’ü ziyarete gelen Şah Rıza Pehlevî, İran Türklerine kurduğu baskıyı daha da arttırdı. Ülkenin resmî dilini Farsça yaptı ve Türkçe’yi her yerde yasaklattı. Şah Rıza Pehlevî, Atatürk’ün yaptığı birçok reformdan etkilenmiştir. Örneğin; Atatürk’ün Medeni kanunu 1926’da yayınlandı; Rıza Şah’ın Medeni Kanununun ilk kısmı 1928’de ortaya çıktı. Türkiye’de laik mahkemeler ilk kez 1924’de kuruldu, bunların İran’daki ilk kuruluş tarihi 1936’dır.[23] Daha önce ülkeyi yöneten Kaçarlar’ın I. Dünya Savaşı’nda İngilizler’e verdiği zararı Şah Rıza Pehlevî Kaçarlar’ı cezalandırarak verdi. II. Dünya Savaşı’nda Şah Rıza Almanlar ile yakınlaşmış, Ruslar’a yardım göndermek isteyen İngiliz ve Amerika’yı İran topraklarından geçirmemiştir. Bunun üzerine Ruslar, İran topraklarına girerek Tebriz’i işgal eder. Rıza Şah tahttan indirilir Rıza Şah, çevresindekilerin de desteğini alarak artık açıktan açığa Musolini ve Hitleri desteklemekteydi.
Bu dönemde İran’da Alman propagandası oldukça yoğunlaşmıştı[24]ve yerine oğlu Muhammed Rıza Pehlevî geçer. İran meclisinin kontrolü onun döneminde İngiliz ve Amerikalılar’ın eline geçmiştir. Ülkesini kurtarmak için İngiliz ve Amerikalılar ile anlaşma içerisinde bulundu. İsviçre’de eğitim gören 1941 yılında başlayan 13 yıllık bir liberal yönetim ile İran’ı yönetti. Babasından kalan hazineyi hükümete devretti, kadınların kıyafetlerine karışmadı. Ancak 1953 yılının başında ülkeyi sıkı bir yönetim ile idare etmeye başladı. Çünkü Ruslar İran’da hapse atılan birçok aydının dışarı çıkmasına yardım etmiş, bu aydınlar demokrasi yanlısı konuşmalar yapmıştır. Türk asıllı milletvekili Muhammed Musaddık, günümüzde halen problem yaratan yer kaynağı olan petrolün millileştirilmesi taraftarı olduklarını belirtmiştir. Milliyetçi söylemlerin İran meclisinde uzun süre çalkalanması Şah’ın ülkeyi terk etmesi yönündeki istekler çoğalmaya başlamıştı. Bu istek üzerine ülkesini İngiltere ve ABD’den aldığı destek ile terk etti. Musaddık başa geçtiğinde ABD ve İngiltere’nin ortaklaşa halkı galeyana getirmesi, onu destekleyenlerin tek tek öldürülmesi ile görevinden alındı. Tekrar başa geçen Şah ülkede diktatörlük ilan etti ve 1979 İslam Devrimi’ne kadar bu durum böyle devam etti. Ak Devrim, Şah’ın bizzat kendisinin ilgilenerek sosyal, ekonomik, kültürel alanda yaptığı ve yaptırdığı bir devrimdi. Bu devrim mevcut düzeni yıkmadan var olanı alt üst etmeden demokratik usullere dayanan bir düzeni değiştirme hareketiydi. [25]Ak Devrim hareketi ile Muhammed Rıza Pehlevî, Kaşkay Türklerine ait arazileri ellerinden alıp Türk olmayan unsurlara dağıtır.1967’de Muhammed Rıza Pehlevî kendisini “şehinşah” (şahlar şahı) ilân ederek, 1971’de de kendisini imparator ilân edip imparatorluk tacı giymiştir. Ülkedeki tücaar esnaflara sıkı yönetim uygulayarak onları hapse attırır. Ak Devrim’ini desteklemeyen Ayetullah Humeynî mitingler yaptı. Bunun üzerine hapse attırıldı daha sonra idam cezasından kurtulup önce Türkiye’ye sonra da Irak’a sürgüne yollandı. Devrim’in yaptığı zararlara dayanamayan halk büyük bir miting yaparak Humeynî’yi ülkeye geri istedi. 1 Nisan 1979 günü referandum yapılarak İran İslâm Cumhuriyeti kurulur. Humeynî beklentiyi karşılamamış İran haklının hak ettiği -istediği-refah yerine halkına zarar vermeye başlamıştır. Özellikle İran İslam Cumhuriyeti mezhepsel bir devlet olma özelliği yolunda ilerleyince Sünni Türkler için daha da sıkıntılı durumlar yaratmıştır. Günümüzde halen İran’da yaşayan İran Türkleri bölgeye hakim olan etkiler ile kendi benlikleri arasında savaş vermektedir.
B.Halklar
İran coğrafya olarak yaklaşık dörtte biri çöl olup insanların yaşamasına elverişli değildir. Geri kalan kısmında ise dörtte birinde Türkler yaşamaktadır. İran’daki Türk nüfusunun ve hangi boylara mensup oldukları ile ilgili bir çalışma yapılmamıştır. Birçok aydın ve tarihçi çeşitli tahminlerde bulunmuştur. Çoğunlukla İran Türkleri nüfusu ülkenin üçte birini oluşturduğunu belirtirler. Yani İran’da yaşayan Türklerin büyük bir çoğunluğu, ülkenin resmî mezhebi olan Şiîliği benimsemiştir. Ülkede Sünnîlik, Musevilik, Hıristiyanlık ve Zerdüştlük de yasaldır.[26] İran’a Persler’den çok daha önce İran topraklarını kendine yurt edinmiş bu insanların boyları: Azerbaycan Türkleri, Horasan Türkleri, Türkmenler, Kaşkaylar, Hamse Türkleri, Huzistan Türkleri, Hamse Türkleri, Huzistan Türkleri, Kirman Türkleri, İsfahan (Orta İran) Türkleri, Horasanî ve Boçağçiler, Sungur Türkleri, Karâyîler, Karaçorlular, Kazaklar, Afşarlar, Karapapaklar, Halaçlar, Bayatlar, Kaçarlar, Şahsevenler, Şahayağı (Şayağı/Şayagı) Türkleri olarak sıralayabiliriz.
İran coğrafyasındaki Türkler’in yaşadıkları yerleri üç büyük bölgede inceleyebiliriz:
- Kuzey-Batı Türk Yurtları, Tahran’ın güneyi ve doğusundan başlayarak Türkiye sınırlarına kadar 1000 km. uzanan 170 000 km2‘lik bu bölgede İran Türkleri meskûndur. İran Türkleri’nin dörtte üçü, yani 20 milyon kadarı bu bölgede yaşar. Hoy, Kazvin, Makü, Meraga, Merend, Save, Nagadey (Nagade), Urmiye, Zencan ve birçok Türk Devletine başkentlik eden Tebriz ve Erdebil şehirleri bu bölgededir.
- Kuzey-Doğu Türk Yurtları: Bu bölgede Horasan Türkleri ve Türkmenler yaşarlar. Türkmenler’in nüfusu 2 milyon, Horasan Türkleri’nin nüfusları ise 3 milyon civarındadır. Deregez, Kûçan, Sebzevar, Şirvan, Türkmen (Bendere Türkmen) ve Meşhed şehri bu bölgededir.
- Güney ve Merkez Türk Yurtları: Bu bölgede Türkler dağınık haldedirIer. Kaşkayi, Bayat, Afşar, Halaç, Agaçeri, Hamse gibi Türk boyları yaşamaktadır. Bir kısmı göçebedir. Bunların yaklaşık nüfusları 3 milyon civarındadır. Çoğunlukla Türk boylarını sinesinde barındıran Ahvaz, Firuzabad, Kazrun, Şiraz şehirleri bu bölgede bulunmaktadır. [27]
B.1.Azerbaycan Türkleri
İran’daki en büyük etnik azınlığı oluşturan Azeriler, 25 ila 30 milyon arasında değişen nüfuslarıyla (toplam İran nüfusunun %45’i) Farslardan sonra ülkenin en güçlü topluluğudur.[28].Farklı boylardan meydana gelseler de kendilerini tanıtım biçimleri her zaman ‘’Türk’’ şeklinde olmuştur. Azerilerin yaşadıkları bu alan içerisinde Tebriz, Edebil, Hoy, Urmiye, Selmas, Maku, Meraga, Astara, Culfa, Merend, Halhal, Soğukbulak gibi şehir ve kasabalar yer almaktadır.[29] İran Azerileri’nin en yoğun yaşadığı yer Tebriz’dir.1979’daki İran Devrimi’nde etkin rol oynamışlardır. Azerbaycan Türkü olarak da adlandırılan bu insanların tamamı Müslümandır. Çoğunluğu Şia mezhebine mensuptur. ‘‘Güney Azerbaycan Cumhuriyeti’’ olarak adlandırılan İran’ın kuzeybatısındaki bölge -kısa süreliğine- 1941-46 yılları arasında bağımsızlığına kavuşmuştur. Ancak çatışmalar sonucu tekrar bu bölge iran’a bağlanmıştır. İran Azerileri çok uzun zamandır burada oldukları için birçok dönemin yönetimine girmişlerdir. Günümüzde İran’ın ekonomisi Azerbaycan Türkleri’nin elinde olduğu bir gerçektir. Ancak kendi dillerinde eğitim alamadıkları için ülke içerisinde isyanlar çıkarmış ve çıkarmaya devam etmektedirler.
B.2.Horasan Türkleri ve Türkmenler
İran Türkleri’nin yaşadığı en büyük ikinci bölge ‘‘Türkmensahra/Horasan’’ olarakta adlandırılan Kuzey-Doğu Türk Yurtları’dır. Bu bölgede Horasan ve Türkmenler yaşamaktadır. Horasan Türkleri’nin 3 milyona yakın nüfusları olduğu bilinmektedir. Onlar da Azerbaycan Türkleri gibi 12 İmamlı Şia mezhebini benimsemişlerdir. Türkmenler günümüzde Gülistan olarak adlandırılan eyaletin kuzey kısmında ve bir kısmı da Horasan’ın kuzey bölgesinde yaşamaktadırlar. Ancak onlar Horasan ve Azerbaycan Türkleri Şia mezhebine değil, Sünnî Hanefî mezhebine mensupturlar. Türkmenler’in İran’daki nüfusu yaklaşık 2 milyondur. Türkmenistan sınırları yanında yaşayan İran Türkmenleri, adetler ve geleneklerini korumuşlar. Birçok Türkçe dergi ve gazetenin peş peşe yayın hayatına başladığı Hatemi döneminde Türkmenler de, Yaprak isimli bir dergi ile Sahra isimli bir gazeteyi Türkmen Türkçesiyle yayınlamaya başlamışlardır.[30]
B.3.Kaşkaylar
Güney ve Merkez Türk Yurtları adı verilen plato ve yüksek yaylaların olduğu bölgede Kaşkaylar yaşamaktadır. Bu bölgeye ayrıca Kaşkay Yurdu’da denmektedir. Kaşgay adı ise “Alnı Beyaz Lekeli At” manasında olan “Kaşkas”dan türemedir.[31] Kaşkaylar’ın, Kaşkay Yurdu’daki nüfusu 3-3.5 milyondur. Tahran yönetimi 20. yüzyılın ikinci yarısında Kaşkay Türklerini mecburî iskâna tabi tutmuştur. Kaşkay Türkleri geleneksel idare teşkilatını devam ettiren bir Türk topluluğu olmakla birlikte konar-göçer yaşam tarzını benimsemişlerdir. Kaşkay Türklerinin büyük bir çoğunluğu Tahran yönetimi tarafından yerleşik hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Günümüzde hayvancılık ile uğraşan bu boy yazın yaylaklara, kışın kışlaklara göç etmekle birlikte her geçen gün yerleşik hayata geçen sayısı artmaktadır. Yerleşik hayata geçen bu boy, yavaş yavaş dillerini, kültürlerini yaşantılarına yansıtamadıkları için kaybetmektedir. Kışı İran körfezi’nin yakınlarındaki bölgede geçirdikleri halde, yazı Kuzey İsfahan eyâleti çevresinde devam ettirmektedirler.[32]
Son İran-Irak savaşında, yaşadıkları Basra Körfezi kıyıları harp sahasına yakın olduğu için, Kaşkaylar büyük zayiat görmüşlerdir.[33]
B.4.Hamse Türkleri
Önceden hamse mahalı olarak adlandırılan bölge, bugün Zencan eyaleti adıyla anılmaktadır. İşte Hamse Türkleri tam da bu bölgede yaşamaktadır. Hamse Arapça’da beş anlamına gelmektedir. İki Arap üç Türk kabilesinin bir araya gelmesi ile oluşmuştur. Usanlu, İnanlu ve Nefer Türk olanlarının adıdır. Kaşkay Türkleri ile benzerlik göstermiş, eskiden yerleşik yaşamı benimseyen bu boy daha sonra devlet eli ile yerleşik hayata geçirilmiştir. Diğer Türk boyları gibi bu boyda misafirperverliğe aşırı özen gösterir. Gelen misafire ikramda kusur etmemeye çalışılır. Özellikle, düğün ve cenaze törenlerinde yemek verilir.
B.5.Sungur Türkleri
Tamamına yakını Şii olmakla birlikte Zagros Dağları’na yakın bölgede yaşamaktadırlar. Konuşulan Türkçe daha çok Azerbaycan Türkçesi’ne benzemektedir. Sungur Türkleri bu coğrafyaya Moğol istilası döneminde gelerek yerleştikleri tahmin edilmektedir. Sungur şehri ile ilgili bir başka bilgiye göre bu coğrafyanın eskiden işlek ve uğrak bir yerdir. Özellikle Tebriz’den Hacca gitmek isteyen Müslümanların bir geçiş noktası olan Sungur şehri, daha sonra güzergahların değişmesi sebebiyle bu özelliğini yitirmiş ve kenar bir şehir haline gelmiştir.[34]
B.6.Kazaklar
Kazaklar’ın bu bölgeye gelmesi yakın zamana denk gelmektedir. Sovyetler Birliği’nin kurulması ile Kazaklar’a uygulanan ‘’Sovyetleştirme’’ politikasına dayanamayan Kazaklar İran’ın Karapapak ve Türkmenlerin kadim yurdu olan Komican, Sallak ve Mazenderan bölgelerine daha sonra da Gülistan eyaleti içinde yer alan Bendere Türkmen, Kümbeti Kavus ve Korgan şehirlerine yerleşirler. 1968 yılında Kazakistan Sovyet Cumhuriyetinin başbakanı ile İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevî ile görüşmesi sonucu İran’da Kazaklar’a vatandaşlık hakkı tanındı.1991 yılında Kazaklar’ın kendi bağımsızlıklarını ilan edince İran Kazakları’nın çoğunluğu asıl memleketlerine geri dönüş yaptı.300 bin civarında Kazak ise İran’ı yurdu kabul edip burada yaşamaya devam etti.
B.7.Afşarlar
Moğol istilasından sonra bu coğrafyaya gelen Afşarlar, dağınık ve düzensiz bir şekilde çeşitli bölgelere serpilmiş hâlde yaşarlar. Şah İsmail Safevi tarafından, İran sınırlarını korumak maksadıyla bir kısmı, Horasan eyelatine yerleştirilmişlerdir. Nadir Şah, kabiliyet ve stratejisi sayesinde, 1148 yılında, Safevi hanedanlığını ele geçirmiş kendisini hükümdar ilan etmiştir. Böylece İran’da Afşar Hanedanlığı kurulmuş oldu.Afşarlar çoğunlukla göçebe hayat yaşamaktadır. Afşarların bir kısmı Selçuklular’la birlikte Anadolu’ya gelmiştir. İran Afşarları, günümüzde, sınırları tam olarak net çizilemese de Urmiye gölünün kuzey batısında Hemedan, Kirmanşah, Nişabur, Kirman’ın güneyinde gibi bölgelerde yaşamaktadırlar.
B.8.Kaçarlar
Ana vatanları Türkistan olan bu boy bir dönem İran’ı yönetmiştir. 14 ve 15 yüzyıllarda Suriye sınırından İran’a göç etmişlerdir. Timur’un Şam seferi sırasında Türkistan’a geri dönmek zorunda kalmışlardır. I.Şah Abbas zamanında Türkiye Türkleri ile sınır olmaları olası tehlike yaratan Afşarlar, Estrabad’a taşımıştır. 1794 tarihinden 1920-25 yıllarına kadar İran’ı yöneten son Türk hükümdar olmuşlardır. Kaçarlar’ın bir kısmı hayvancılık ile birlikte konar göçebe yaşama devam etmektedir.
B.9.Şahsevenler
Taşıdıkları ad, etnik bir ad olmaktan ziyade, İran devlet idaresince, sadece siyasi bir terim olarak kullanılmıştır.[35] Şah İsmail tarafından Anadolu Oğuzlarının etrafında toplanması sonucu onları Azerbaycan’a getirerek Kızılbaşlar arasından Şah I. Abbas güvendiği bazı aileleri seçerek “Şahseven” adıyla yeni bir boy oluşturmuştur. Bu güven verme sebebi ile ekonomik anlamda birçok imtiyaz sahibi olmuşlardır. Güney Azerbaycan’ının kuzeydoğu bölgesine yerleşmiştir. Kaçarlar gibi hayvancılık ile geçinip, konar göçer yaşamaktadırlar. Dilleri Azeri Türkçesidir.
B.10.Karadağlılar
Şahsevenler ile kültürel bakımdan benzerlik göstermektedirler. Yaşadıkları yer ile aynı olan dağlık olduğu için gelenekleri korumayı başarmışlardır. Yerleşik hayatı benimsemişlerdir. Şahsevenler gibi Azeri Türkçesi konuşmaktadırlar.
B.11.Karapapaklar
Oğuz-Kıpçak Türkleridirler. İran’a 1928 yılında Rus-İran savaşları ile göç ettikleri bilinmektedir. Kuzey Azerbaycan ile Gürcistan’da yaşayanlar ise Kars ve Muş’a yerleşmiştir. Karapapaklar siyah kuzu derisinden kalpak giydikleri için bu isim verilmiştir. Dilleri Öz Türkçe olmaklar birlikte Şiilerdir. Aşiret hayatı yaşamaya devam etmektedirler. Karapapakların göçeri olarak kara çadırlarda yaşayanlarına ve hayvancılıkla uğraşanlarına ise “Terekeme” denilmektedir.[36]
B.12.Halaçlar
En eski Türk boylarından olan Halaç Türkleri bugün İran’ın Tahran, Kum, Erak kentleri çevresinde yaşamaktadır. Günümüz nüfusları hakkında net bir bilgi yoktur. Bir kısmı Türkçe bir kısmını Farsça konuştuğu bilinmektedir. İran’da en çok yaşadıkları yer Halacistan bölgesidir. Tarihi metinlere göre, eski dönemlerin hayat koşulları nedeniyle göçebe ve konargöçer bir hayat tarzında yaşayan Halaç Türklerini Orta Asya’dan Horasana oradan da Sistan, Afganistan ve Hindistan’a göç etmişlerdir. Halaç Türklerinin Afganistan ve Sistan’a olan göçleri yedinci yüzyılda gerçekleşmiştir. Sekizinci yüzyılda ise Halaçların bir grubu Hindistan’da ilk Türk devletini kurmuşlardır.[37] Halaçça dili, özü bakımından yaşayan en eskicil Türk dili olarak sayılabilir.
C.İran Türkleri’nde Kültür
İran Türkleri uzun yıllar bu topraklarda yaşamakla birlikte bu bölgelere kendilerine Orta Asya kültürünü aktarmıştır. Ayrıca bu bölgelere gelen birçok boyun gerek din gerek edebiyat gerekse mimarisinden etkilenmiş ve kültürlerinde birtakım değişiklikler meydana gelmiştir.
C.1.İran Türkleri’nde Edebiyat
İran coğrafyası uzun yıllar Araplar ve Romalılar haricinde Türkler tarafından da yönetilmiştir. Türklerin yönetimindeki devletlerin çoğunlukla dili Türkçe olmuştur. Ancak, bazen başa geçen Persler, Türkçe’nin bu bölgelerde yaygınlaşmasını istememiş ve edebî dilin Farsça olması konusunda halka baskı yapmıştır. Timur’un başlattığı Moğol istilası sonucu Türkler’in ve Farslar’ın bıraktığı birçok yazılı eserde yağmalanıp yıkılarak günümüze ulaşamamıştır. Özellikle günümüzde İran’da yaşayan İran Türkleri’nin en büyük meselesi kendi dillerinde eğitim alamamadır. İran’daki İran Türkü birçok aydın, sanatçı ve milletvekili güncel olan bu sorunu gerek kamuoyunda gerekse yetkili kurumlar ile paylaşmaktan çekinmemiştir.
Türkler’in sözlü gelenek ile edebî kültürlerini sürdürmeye çalışması da İran’da Türkçe’nin değil Farsça’nın daha etkin kullanılmasına yol açmıştır. İran Türkleri’nin İslamiyet’i kabul etmeleri ile birlikte Türkçe’nin içine çok fazla Arapça ve Farsça kelime geçmiştir. Çünkü Farslar, Türkler’den çok daha önce İslamiyeti kabul edince Türkler’e öğretilen İslamî kelimeler Farsça üzerinde Arapça olmuştr. Safevîler devrinin, Türkçenin devlet dili yapılması, âşıklık geleneğinin ve halk edebiyatının sarayın sayesine alınması, sarayda, orduda ve bürokraside Türkçenin hâkim dil olması, pek çok şairin Türkçe eserler vermesi önemli Türkçe’nin gelişmesine katkı sağlamıştır. Tabi ki sadece Farsça ve Arapça kelimeler Türkçe’ye geçmemiş, Türkçe’den de birçok kelime Farsça’ya dahil olmuştur. Yaklaşık 4200 kelime 1200 kelime grubu Farsça’ya nakledilmiştir. Farsçanın Türkçe üzerindeki tesiri inkâr edilemez. Fakat, Türkçeye giren Farsça kelimelerin pek çoğu, bugün İranlı’nın anlayamacağı şekilde türkleşmiş, Türkler, aldıkları ödünç kelimeleri kendi fonetik özellikleri içerisinde yoğuraral, öz malları haline getirmişlerdir. Farsçaya geçmiş olan Türkçe kelimeler ise, Türkçe özellikleri içerisinde ve çoğu zaman taşıdıkları manada kalmıştır.[38] Gazneli Devleti hükümdarı Sultan Mahmut, Farsça’yı korumaya çalışmıştır. İran Türkleri, sadece Türkçe’ye önem vermemiştir. Farsça ile ilgili çalışmalar yapmışlardır. Firdevsî’ye Şahnâmeyi o yazdırmış ve onu ödüllendirmiştir. Araplar’ın Fars bölgelerini işgal ettiğinde Farsça kullanılmamaya başlanmıştır. Ancak Türkler tarafından kurulan Selçuklu devleti ve ondan sonra gelen diğer Türk devletleri Fars diline ve edebiyatına sahip çıkmıştır. Fuzulî, Nesimî, Ali Şir Nevaî, Tebrizli Mirza Muhammed Razi gibi Türk şairleri Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilde divanlar oluşturmuşlardır.[39] İran Türk Halk Edebiyatı, koşma, ağıt, türkü, tekerleme, bilmece, bulmaca, gülmece, deyim, efsane, masal, bulmaca, ninni, hikâye ve destan gibi çeşitleri vardır. İran Türkleri’nin doğum öncesi merasimleri, çocuğun dünyaya gelişi, sünnet, kız isteme, nişan, kına yakma, düğün, evlilik; halkın iş, emek, koyun sağımı, koç katımı, bayram, şenlik, ayin, ibadet, matem, merasim, oyun, eğlence gibi bütün hayatın içine işlemiştir. Baküvî, Hatayî, Vakıf, Racî’, Aciz, Şehriyâr gibi önemli klâsik edebiyat şairleri halk şiiri örnekleri sunmuşlardır. Farsça yazan, Hakanî ve Nizamî’, Türkçe yazan Sebahî, Hoşginabî, Zehtabî edipleri ise mesnevî, hikâye ve romanlarında da halk edebiyatı unsurları yer almıştır.
Kadim Türk halk hikâyelerinin eserleri İran Türk âşıkları tarafından tasnif edilmiştir. Türk aşık geleneğinin en önemli isimleri Kurbanî, Âşık Abbas Tufarganlı, Sarı Âşık, Hasta Kasım Meşkinli Mehemmed, Kul Artun,Hekim Tilim Han ,Haydar Gulu, Âşık Sayat, Âşık İmam Gulu, ve Âşık Ahmed ve onun eleneğini devam ettiren Bahşi Amangeldi Göni, Bahşi Annaberdi Aydoğduoğlu (Kel Bahşi), Şükür Bahşi vardır. Dollu Mustafa ve Balovlu Miskin ise Urmiye tarafının önemli aşıklarındandır. Günümüze doğru yaklaştıkça karşımıza 20 yüzyıl üstadları olan Bahşi Hacı Kurban Süleymanî, Muhammed Hüseyin Yegâne, Bahşi Nazarlı Mahcubî,Bahşi Evez, Han Muhammed Geytagu, Hacı Ramazan, Gulam Hüseyin Caferî Abadî, Hacı Muhammed Gıtanî ve Taçmuhammed Suhangulu, Âşık Davut Nekise, Âşık Hamza, Âşık Siruz, Âşık İsmail Caferniya, Âşık Hüseyin Cavan, Âşık Hüseyin Nâmiver, Âşık Aziz Şehnazîçıkmaktadır. İran Türkleri’nin sözlü kaynağı gibi yazılı kaynakları da mevcuttur. Orta Asya’da bulunan Köktürk yazıtları ile Türkler’in yazılı eserler bırakmayı bildiklerini de öğreniyoruz. Özellikle günümüzde 1979 sonrası İran Devrimi ile birlikte Türkler ve Türkçe’ye verilen önemin azalması ile Türkler kendi içlerinde İran Türkçesi konuşmaya devam etmiştir. Ayrıca İran Türkçesi ile yazılan eserler yasak olmasına rağmen basılı eserler verilmiştir.
1979 sonrası devamlı olmasa çıkan Varlık dergisi Türkçe ve Farsça dili üzerinden yayın yapmıştır. Bu dergide özellikle İran Türk dili ve edebiyatı hakkında imla kuralları,sözlük gibi bilgiler yer almaktadır.2002 yılında Él Dili ve Edebiyatı dergisi halk ve aşık edebiyatı hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir.1997 yılında yayına başlayan Yaprak dergisi Türkmen Türkçesi’ni anlatmıştır. Derginin dili Farsça’dır.
İslam devrimi sonucu Türkler’de oluşan Türk milliyetçiliği şiirlerine de yansımıştır. Gulam Rıza Mecidfer, Abdurrahman Tayyar, Kerim Meşruteçi Sönmez, Mir Ali Musevî Maküî Hamid, Bahtiyâr Nusret, Seyid Cafer Musevî, Abbas Bozorg Emin gibi şairler şiirlerini 1979 devriminden önce şiir yazmaya başlamış ancak 1979’dan sonra yayınlamaya başlamıştır. Sadece İran Türkleri’nde erkeklerin şiir yazdığı düşünülse bile kadın şairler de oldukça popülerdir. Seyid Hamide Reiszâde Seher İran edebiyatının bilinen en önemli şairidir.Ayrıca, Lale Cevanşir, Meliha Azizpur şiirleri ile meşhur şairler arasındadır.1979 İran Devrimi’nden sonra Türk şairler hükümet baskısı sonucu Farsça şiirler yazabilmiş, çok az bir kısmı Türkçe şiir yazmıştır. 1979 İran İslâm Devrimi’nden sonra yani İran İslâm Cumhuriyeti döneminde edebî çalışmaya başlayan şairlerin en bilinenleri Dede Kâtip Abdurrahman Tayyar, Gulam Rıza Mecidfer, Seyid Cafer Musevî, Menuçehr Kiyanî,Pervin Behmenî Kaşkayî, Behram Elçin, Süleyman Salis, Said Amir Dadber Takizâde Lârican ,Mes’ud İslami ,İmran Salahî, Muhammed Ali Nihavendî Muğan’dır. Salih Âsım Keffaş Erdebilî,Huşeng Ce’ferî,İsmail Behramî, Mahmut Sadıkpur Şamî, Abbas Şahin, Nesrin Askerî,Ali Rıza Hiyabani ,Mahmut Ali Çehreganlı, Kasım Türkân,Yusuf Kökebi, Rıza Afşar , Feriba İbrahimî Afak, Behruz İmanî, Hüsrev Sertipî Sakî, Abdullah Behmen Yanar,Nureddin Mukaddem Önel, Rıza Hemrâz Tebrizî, Ali Muhammed Beyânî Yahya Salahlı, Karabulut, Ali Kadim Hanı, Nasir Merkatî, Aydın Tebrizli, Hüseyin Tahmasib Pürşehrek, Allahverdi Muhammedî, Ali Asker Ocaklı, Azem Gayib, Bulut Muradî, Emir Nesirî (Zencanlı Elman), Güneş, Hamid Ahmedî, Heyulu Müezzinzâde, Hüsrev Sulhgörende Serderud, İbrahim Reşidî (Savalan), Nesrin Şir Mehmedzâde, Perviz Babazâde, Rebabe Gulizâde, Resul Melekzâde, Rıza Abdî, Rıza Alizâde, Rıza Feridî, Sara Mehemmed Rızayî, Şerif Merdî, Ulduz Sadık’dır.
C.2.İran Türk Müzikleri
İran Türkleri Orta Asya’da da müzik ile iç içe yaşamış. Yaşamlarının bir parçası olan doğum, ölüm, düğün, sığır ve yuğ törenlerinde, şölenlerde, çeşn veya toylarda sevinç ve üzüntülerini müzikleri ile yansıtmışlardır. Dede Korkut Hikâyelerinde davul, boru, Dîvânu Lûgâti’t-Türk’te kopuz ve onun çeşitli türleri ile düdük, zil gibi başka musiki aletlerini İran’daki İran Türkleri’de kullanmaya devam etmiştir. İran Türklerinde de müzik, klasik müzik ve halk müziği olmak üzere iki kolda gelişmiştir. Tarihte bilinen en eski Safîyüddin Abdülmümin Urmavî (1217-1294) ve Marağa’da Abdülkadir Marağayî (1353-1435) musiki anlamda büyük gelişmeler kaydetmişlerdir.7. yüzyıldan itibaren görülen müzik dinyasında şu isimler görülmektedir: Fârâbî, Ebül Ferec, İsfehanî, Harezmî, Rudkî, İbni Sina, İbni Zile, Safîüddin Urmavî, Hace Nasreddin Tusî, Kutbeddin Muhammed Şirazî, Abdülkadir Marağayî, Sultan Murad Tebrizli, El Cürcanî… Özellikle Safîyüddin Urmavî Türk musikisinin temellerini atar ve ses sistemlerini sistemleştirir. İran Türklerinde birkaç tür müzik yapılmaktadır. Çengi veya çalgıcıların yaptıkları müzik; darğa veya neyzenlerin meydana getirdiği müzik; âşıkların ve müzik gruplarının oluşturdukları müziklerdir.[40] 1.Çengiler/çalgıcılar: Toylarda/düğünlerde oyun havaları veya türkülü oyun havaları çalan sanatçılardır., davul, zurna, kerine (büyük zurna), tef, balaban, büyük nağara, garmon, kemança, tar, saz, küçük nağara ve dümbek gibi çalgılar kullanırlar.
2.Darğalar/neyzenler/kaval (dilli düdük) çalanlar: Ney veya dilli düdük çalıp okuyan veya bu çalgılar eşliğinde söyleyen sanatçılardır. Darğalar çoğunlukla kadınlardan oluşur. Neyzenler ve dilli düdük çalanlar ise genellikle erkektir.
3.Âşıklar/bahşiler: Saz, çögür, dutar veya setar çalarak türkü okuyan, hikâye anlatan, meclis yöneten gelenekli sanatçılardır. Horasan Türkmensahra âşık muhitinde bahşilerin dutarlarına zaman zaman kemança/gıcak eşlik eder. Kaşkay âşık muhitinde ise âşıkların setarına kemança bazen de daire veya dümbek eşlik eder. Âşık veya bahşilerin geleneksel görevleri aynıdır. Meclisi idare ederler, hikâye anlatırlar, kendilerinin veya üstatların türkülerini yorumlarlar. Kısacası Türk âşıklık geleneğinin bütün gereklerini yerine getirirler.
Günümüzde sanatlarını icra etmeye devam eden müzik grupları vardır. Bunlar ‘‘Amuzeşgâh-ı Musiki Azerbaycan”, “Encümen-i Musiki Kaşkayî”, “Kaşkay Turna Musiki Orkestrası” ve “Maral Musiki Grubu’’dur. 1979 yılından 1922 yılına kadar müziksel faaliyetler yasaklanmıştır.
İran Türk müzisyenleri saz, balaban, kaval / tef, zurna, tar, garmon, düzele (goşasümsüm/iki yanlı tütek), dümbek/dümbelek/tombek, davul, çavır (ney), dutar, setar, kemençe, dilli düdük, büyük nağara/nakkare, küçük nağara, kerine/kerrenay gibi geleneksel Türk musiki âletlerini kullanmaktadırlar.
Balaban: Nefesle çalınan Türk musikî aletidir. Fındık, dut, ceviz veya erik ağacından yapılır. Balabanın ses merdiveni küçük oktavın sol sesinden ikinci oktavın do sesine kadardır. Yumuşak ve hazin sesi vardır.
Tar: Mızrapla çalınan Azeri müzik aletidir. Kökeni yakın doğu halkları olan tarın adına, Baba Tahir (10-11.yy), Getran Tebrizi (11. yy.), Fuzuli (16. Asır) gibi şairlerin eserlerine de konu olmaktadır. 19.yy’da Azerbaycan’ın ünlü tar üstadı Sadık Esedoğlu Tarı geliştirerek bugünkü haline getirmiştir.
Garmon: Körüğün açılıp kapanmasıyla oluşan hava akışı özel kanallarda sıralanan metal dilleri harekete geçirir, böylelikle normalde kapalı duran ve delikleri kapatan metaller havaya kalkar ve oradan çıkan hava sayesinde ses elde edilir. İskeleti çınar ağacından yapılır. Perde ve klavyeleri plastikten yapılmaktadır. Akordiyon`dan farklılığı klavye sayısının fazla olmasıdır. Almanya’da bulunan (1822) garmon Rusya’da geliştirilerek (1830-1840) günümüzdeki şeklini almıştır. Garmondan solo ve koro icrasında faydalanılmaktadır.
Düzele (Goşasümsüm/İki Yanlı Tütek): Nefesle çalınan musikî aletlerindendir. Genellikle kamıştan yapılır. Ağza alınan dil kısmında sesi akortlamaya yarayan bir mandal vardır.
Dümbek/Dümbelek/Tombek: Kadehvari gövdesi genellikle pişmiş topraktan yapılır. Metal veya ağaçtan da yapılanları vardır. Karapapak ve Kaşkay müzisyenleri tarafından kullanılan dümbekler genellikle metal dümbeklerdir. Üzerine ince hayvan derisi çekilir. Omuzdan asılır ve koltuk altında tutularak her iki elin parmakları ile çalınır.
Çavır (Ney): Orta Asya’dan gelmiş kadin nefesli çalgılardandır. Türk soylu halklar arasında çok yaygındır. Şahseven, Türkmen, Avşar, Halaç, Karapapak gibi Orta İran’daki Türk boyları çavır derler. Anadolu ve diğer Türk boyları Farsça ney adını kullanırlar.
Dutar: uzun tekneli, uzun kollu, düz başlı, iki kulaklı, 12-13 perdeli bir sazdır. Horasan bahşilerinde 14-15 perdeli de olabilmektedir. Genellikle dutarın kolu kaysı, teknesi dut ağacındandır. 90 santim uzunluktadır. Dutarın telleri önceleri ipekten yapılırmış, şimdi ise tel yapımında metal tel kullanılmaktadır. İran ve Orta Asya’nın birçok yerinde kullanılan Dutar; Fars, Uygur, Özbek ve Türkmen halklarıyla adeta özdeşleşmiştir. Tar tel anlamına gelir ki Dutar, iki telli, setar üç telli, çahar tar dört telli saz demektir.
Setar: Saz ailesinin bir üyesidir. 27 hareketli perde vardır. İslam’ın yayılmasından önce Pers kökenli Setar yaygın olarak kullanılırdı.
Kerine/Kerrenay: Kaşkay Türklerinin kullandıkları üflemeli musiki aletlerindendir. Çok güçlü ve tiz bir sese sahiptir. Dağlarda, yaylalarda, açık havalarda yapılan şenliklerde kullanılan bu çalgı şimdi büyük salonlarda da kullanılmaktadır. Genellikle açık havada yapılan düğünlerde çifte nağara ile birlikte kullanılmaktadır.
Büyük Nağara/Nakkare: yarım küre biçiminde bir çift küçük davuldan oluşan vurmalı bir çalgıdır. Din müziğinin önemli çalgılarından “kudüm”, dindışı ve mehter müziğinde “nakkare” adıyla anılır. . Kapalı ve açık mekânlarda yapılan düğün/dernek ve müzikli toplantılarda kullanılır. Balaban, zurna eşliğinde çalındığı gibi orkestra çalgıları içinde de yer alır.
C.3.İran Türkleri Mimarîsi
Mimarî eserler toplumun ihtiyacına göre ve yaşayış biçimine göre şekillenmektedir. Ayrıca halkın yaratıcılık ve estetik zevklerine ile de paralellik göstermektedir. İran Türkleri sadece sözlü eserler bırakmamıştır. Günümüze somut olarak gelen birçok mimarî eserleri bulunmaktadır. Timur’un başlattı büyük Moğol istilası gibi insan eliyle yıkımlar olduğu gibi doğal afetler yüzünden de günümüze ulaşamayan eserler mevcuttur. İran Türkler’inin yaptığı birçok eser talan edilmiş ve yıkılmıştır. Daha çok günümüze ulaşan eserleri İslamiyet’i kabul ettikten sonrasıdır.
Kafkasya ve İran coğrafyasında 10. asırdan itibaren formlaşmaya başlayan mimari mektepleri, 12-15. asırlarda büyük gelişme göstermiştir. Mümine Hatun Türbesi Nahçıvan şehir merkezinde İldenizliler dönemine ait anıtsal mezar yapısıdır. Orta Asya geleneklerini İslami bir anlayışla sentezleyen bir mimari yapıdır.[41] İldenizliler döneminin mimarisinin en görkemli eseridir. Olcaytu Hadabende Türbesi, İran‘ın Zencan Eyaleti‘nde yer alır. Şehirdeki İlhanlı kalıntılarından biri olan türbe, İlhanlı hükümdarı Olcaytu‘ya aittir. Gök mescid, Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah tarafından yaptırılmıştır. Türk mimari üslûbunda yapılan ilk camiye Türkistan’da, Buhara 40 km. yakınındaki Hazar şehrinde rastlamaktayız. Bu cami 11. yüzyılda yapılan “Degaron Camii”dir. Kerpiç ve tuğla beraber kullanılmıştır. Büyük Selçuklular zamanında İran, Kafkasya ve Anadolu mimarisinden büyük gelişme görülmektedir. İran coğrafyasında ilk Türk cami örneği, İsfahan’da “Cuma Camii”dir. 1072 – 1092 yılları arasında Melikşah döneminde inşa edilen cami, daha sonraki eklemeler nedeniyle Selçuklu mimari tarzının yanı sıra, Moğol ve Safevi izlerini de taşıyor. Mihrap önü kubbeli, dört eyvanlı avlulu bir mimariye sahiptir. Türk mimari üslûbunda yapılan ilk Türk medresesi de Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey tarafından şimdiki İran’ın Nişapur şehrinde 1046’da yaptırılmıştır. İran coğrafyasında Kervansaray mimarisi de Türkler tarafından inşa edilmiştir. İlk kervansaraylardan olan Tus-Serahs yolu üzerindeki “Ribat-ı Mahi” Gazneli Sultan Mahmud tarafından 1019-20 yıllarında yaptırılmıştır. 2010 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine eklenen Şeyh Safiyüddin türbesi, İran’ın Erdebil şehrinde yer alan Safevi Türk Sultanlığının kurucu olan, Şah İsmail’in soyunun başlangıcı olarak kabul edilen dini önder Safiyüddin İshak’a aittir. Safiyünddin İshak Türkçe, Arapça ve Farsça kitaplardan oluşan İran’ın en büyük kütüphanesini hediye etmiştir. Ayrıca Şeyh Safiyüddin Türbesi’ni, ona bağlı medrese, cami, kütüphane ve diğer müesseseleri sanat değeri yüksek tarihî halılarla tefriş ettirmiştir. Eski Çin ve İran porselen koleksiyonunu burada toplatmıştır. Ne yazık ki 1827’de Ruslar Erdebil’i işgal edip, bir yıl kaldıktan sonra Türkmençay Antlaşması üzerine 1828’de çekilirken “Şeyh Safiyüddin’in zengin kütüphanesi ile birlikte bütün nesneler götürülmüştür.[42]
D.İran Türklerinde Önemli Gün ve Bayramlar
D.1.Çille Akşamı ve Çille Gecesi
Halk arasında Çille Akşamı veya Çille Gecesi olarak bilinen Yılın en uzun gecesi olan Aralık ayının 21. günü yani güz mevsiminin son akşamı kutlanır. Bu gecenin sabahı kış mevsiminin ilk günüdür. Çille payı ‘‘Çille Tabağı’’ denilen yedi tabağa konulur. Üzerlerine ak veya da al şal ile örtülür. Tabaklara karpuz, kavun, nar, al elma, armut, un ve düğü (pirinç), parça kumaşlar, giysi ve altınla gümüş gibi yiyecekler ve değerli eşyalar konulur. Kızın ya da gelinin anne ve babası armağanları getirenleri önlerinde üzerlik (tütsü) yakarak karşılıyor ve armağanları saygıyla alıp konuk odasına diziyorlar. Armağanları getirenlere para, yün çorap gibi karşı armağanlar veriliyor. Kız ve erkek tarafları birlikte şenlik yapıyorlar. Getirilen armağanlar ertesi sabah konu komşuya pay gönderiliyor. Gece boyunca yapılan etkinlikler ise türkü okuma, şans dileme ve kapı dinlemedir.
D.2.Nevruz Bayramı
Nevruz İran ve İran Türkleri için ayrı bir önemi vardır. Hazırlıklar yaklaşık 15-20 gün önceden başlar. İnsanlar evlerindeki eşyaları eğer eskimişse değiştirir, boya badana yaptırır ve evi komple temizler. Sokaklar temizlenir, park bahçelerde bitkiler ekilmeye başlar, her yere bayraklar asılır. İnsanlar bugünü doğanın yeniden canlanması ile birlikte kendi yaşamlarının da değişeceğine, güzelleşeceğine inanır. Bu yüzden, önemli işlerini bugünlerde yapmaya başlardı. Akvaryum, ayna, boyanmış yumurtalar ve heft sin (sin harfi ile başlayan yedi’li; sib: Elma, sir: sarımsak, senced: iğde, sabze: yeşil buğday çimi, samenu: buğday tatlısı, sikke: para, somak: sumak)’ın yanına bir de Kur’an-ı Kerim’in olduğu bir masa kurulurdu. Masadaki bu ögeler bereketi temsil ediyordu. Yılın son salı günü “Ölüler Bayramı” diye adlandırılır ve mezarlıklar ziyaret edilir. Halk arasında zerdüştlükten kalma ateşten atlama eylemi gerçekleştirilir. Ateş üzerinden atlarken maddi manevi bütün kötülüklerden kurtulmuş olunur ve tüm yıl boyunca bu arınma etkisini gösterir.
Sonuç
Tarihi dönemlerde Orta Asya’dan Türkler göçler yaşamıştır. Birçoğu farklı bölgelere dağılarak kendilerine yeni yurtlar benimsemiş devletler kurmuş veya oradaki halklar ile kaynaşmıştır. İran’a Milattan önce 5.400’lü yıllarda gelen Türkler ise bu toprakları kendilerine yurt edinmeye kararlıydı. Buraya gelen birçok boy bu bölgelere yerleşmiştir. Günümüzde nüfusları net olarak bilinmese de tahmini olarak 30 milyon civarında İran Türkleri, İran’da hayatlarını devam ettirmektedir.
KAYNAKÇA
ALTI, Fazlı, ‘‘Pers Siyasi Tarihi (M.Ö.559-330)’’, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2013.
ATICI, Abdülkadir, ‘‘Sungur Türkleri ve Dilleri’’, Tehlikedeki Diller Dergisi, Sayı 3, Cilt:3.
ATSIZ, Hüseyin Nihal, İran Türkleri, Yeni Türkiye Yayınları, 2013.
BLAGA, Rafael, İran Halkları El kitabı, Yeni Zamanlar Dağıtım, İstanbul,1997.
CAFEROĞLU, Ahmet, Türk kavimleri, İstanbul, 1988.
__________________ ‘‘İran Türkleri’’, Türk Kültürü, C.5, sayı 50, T.K.A.E. Yay., Ankara, 1966.
CİHAN, Cihad, ‘‘Türk-Sasani Askerî İttifakları ve Sasani Ordusunda Türkler’’, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt:12 sayı 32, 2015.
ÇETİN, Yusuf, ‘‘Nahçivan Mümine Hatun Kümbeti’’, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, Sayı 11, Yıl 2003.
DENİZ, Arda, Moğolların Anadolu Politikası ve İlhanlılar Devleti Tarihi, İstanbul, 2013.
DEVLET, Nadir “İran Türkleri”, D.G.B.İ.T., Ek Cilt, Çağ Yay., İstanbul, 1993.
ERAVCI, Hacı Mustafa,’’Safevi Türk Devleti’’, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, c.6., Ankara, 2002.
GÖKALP, Emin, Devrim Sonrası İran İslam Cumhuriyeti’nde Siyaset, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi, Konya, 2016.
GÜNDOĞAN, Ünal, İran ve Ortadoğu:1979 İslam Devrimi’nin Ortadoğu Dengelerine Etkisi, Adres Yayınları, Ankara, 2010.
GÜLENSOY, Tuncer, ‘’Yaşayan Farsça ve Arapçadaki Türkçe Kelimeler Üzerinde Notlar’’, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, Cilt. XXI, 1975.
KAHYAOĞLU, Dilara v.dğr., ,Uygarlıklar Tarihi-1,Tarih Vakfı Yurt Yayınları ,İstanbul, 2015.
KAFKASYALI, Ali, İran Türkleri, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul, 2010.
_________________İran Türkleri ve İran Türk Edebiyatı, Ankara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitütüsü, Sayı 24 Erzurum, 2004.
KHAJEH, Belal Hatami, ‘’İran’da Yaşayan Halaç Türklerinin Sosyo-Kültürel yapısı’’ Hacettepe Üniversitesi, Yüksek Lisans tezi, Ankara, 2013.
KİRİŞÇİ, Muhammed Taki Zehtabi, İran Türklerinin Eski Tarihi, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2010.
KOBATARİAN, Nabi, “İran Türkleri”, Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası özel sayısı I -II”, Yeni Türkiye Stratejik araştırma Merkezi 2013.
MERÇİL, Edoğan,’’Samani Devleti’nde Türkler’in Rolü’’ İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi sayı 35, İstanbul, 1984.
OBERLING, Pierre ‘’Atatürk ve Rıza Şah’’, Tarih İncelemeleri Dergisi, cilt 12 sayı 1, 2015.
ÖZGÜDENLİ, Osman Gazi, İslam Ansiklopedisi, İran maddesi, cilt 22, 2000.
ÖZMAN, Recep. ‘‘İlkçağda Hint-İran Kültürel İlişkileri’’, Gaziantep University Journal of Social Sciences (http://jss.gantep.edu.tr), Gaziantep, 2014.
SARAÇLI, Murat, İran’da Azınlıklar, Akademik Orta Doğu: Altı Aylık Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, sayı 4
SARIKAYA Yalçın, Tarihî ve Jeopoloitik boyutlarıyla İran’da Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2008.
SÜMER, Faruk, ‘‘Azerbaycan’ın Türkleşmesi Tarihine Umumi Bir Bakış’’, Belleten, Türk Tarih Kurumu Yay., C. XXI, Ankara, 1957
TOĞAN, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, C.I, İstanbul, 1989.
TOPALOĞLU, Ömer, Çağdaş İran Tarihi (1914-1945), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Elazığ, 1996.
YILMAZ, Türel, ‘’İran’da Unutulmuş Bir Toplum: Türkmen Sahra Türkmenleri’’, Akademik Orta Doğu: Altı Aylık Orta Doğu Araştırmaları Dergisi
İNTERNET KAYNAKÇASI
Sözlük anlamı ‘‘Aryan’’, https://www.britannica.com/topic/Aryan (Erişim Tarihi:21 Ekim 2017).
Sözlük Anlamı: ‘‘The Seleucid Empire (323–64 B.C.)’’, https://www.metmuseum.org/toah/hd/sleu/hd_sleu.htm , (Erişim Tarihi: 21 Ekim 2017).
[1] Rafael Blaga, İran Halkları El kitabı, Yeni Zamanlar Dağıtım, İstanbul,1997, s.312.
[2] Türel Yılmaz, ‘‘İran’da Unutulmuş Bir Toplum: Türkmen Sahra Türkmenleri’’, Akademik Orta Doğu: Altı Aylık Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, sayı:2 s.203.
[3] Recep Özman ‘‘İlkçağda Hint-İran Kültürel İlişkileri’’, Gaziantep University Journal of Social Sciences, c.13 sayı:4, Gaziantep 2014, s.1009.
[4] Sözlük anlamı ‘‘Aryan’’, https://www.britannica.com/topic/Aryan (Erişim Tarihi:21 Ekim 2017).
[5] Ulaş Töre Sivrioğlu, ‘‘Aryan Teorisi ve Türk Tarih Tezi’’, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, c.2, sayı 6, Ağustos 2015.
[6] Fazlı Altı, ‘’ Pers Siyasi Tarihi (M.Ö. 559-330)’’, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2013 s.21.
[7] Muhammed Taki Zehtabi (Kirişçi), İran Türklerinin Eski Tarihi, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2010 s.140.
[8] Ali Kafkasyalı, İran Türkleri, Bilge Oğuz Yayınları, İstanbul 2010, s.47.
[9] Dilara Kahyaoğlu v.dğr., Uygarlıklar Tarihi-1,Tarih Vakfı Yurt Yayınları ,İstanbul 2015 s.83.
[10]Sözlük Anlamı: ‘‘The Seleucid Empire (323–64 B.C.)’’,https://www.metmuseum.org/toah/hd/sleu/hd_sleu.htm , (Erişim Tarihi: 21 Ekim 2017).
[11] Cihad Cihan, ‘‘Türk-Sâsani Askerî İttifakları ve Sâsani Ordusunda Türkler’’, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c.12 sayı 32 s.105.
[12] Edoğan Merçil, ‘‘Samani Devleti’nde Türkler’in Rolü’’ İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sayı:35, İstanbul ,1984 s.266.
[13] Ünal Gündoğan, İran ve Ortadoğu:1979 İslam Devrimi’nin Ortadoğu Dengelerine Etkisi, Adres Yayınları, Ankara 2010 s.47.
[14] Osman Gazi Özgüdenli, ‘‘İran’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.22, s.397.
[15] Erdoğan Merçil, a.g.e. s.266.
[16] Faruk Sümer, Türkiye Kültür Tarihine Umumi Bir Bakış, Belleten, Türk Tarih Kurumu Yay., C. XXI Ankara. 1957, s. 439.
[17] Zeki Velidi Toğan, Umumi Türk Tarihine Giriş, C.I, İstanbul 1989 s.223, Arda Deniz, Moğolların Anadolu Politikası ve İlhanlılar Devleti Tarihi, İstanbul 2013 s.79.
[18] Ünal Gündoğan, a.g.e, s.53-54.
[19] Hacı Mustafa Eravcı, ‘‘Safevi Türk Devleti’’, Türkler Ansiklopedisi, (Ankara: Yeni Türkiye Yayınları ,2002) c.6 s.1557.
[20] Yalçın Sarıkaya, Tarihî ve Jeopoloitik boyutlarıyla İran’da Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2008 s.55.
[21] Ali Kafkasyalı ,a.g.e. s.66
[22] Ali Kafkasyalı, a.g.e. s.69.
[23] Pierre Oberling, ‘‘Atatürk ve Rıza Şah’’, Tarih İncelemeleri Dergisi, 2015 cilt:12 sayı 1 s.219.
[24] Ömer Topaloğlu, Çağdaş İran Tarihi (1914-1945), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Elazığ, 1996, s.26
[25] Emin Gökalp, Devrim Sonrası İran İslam Cumhuriyeti’nde Siyaset, Selçuk Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Konya 2016 s.23
[26] Nihal Atsız, İran Türkleri, Yeni Türkiye Yayınları, 2013 s.1.
[27] Ali Kafkasyalı, İran Türkleri ve İran Türk Edebiyatı, Ankara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Sayı:24 Erzurum 2004 s.100.
[28] Murat Saraçlı, İran’da Azınlıklar, Akademik Orta Doğu: Altı Aylık Orta Doğu Araştırmaları Dergisi sayı:4, s.173.
[29] Nadir Devlet, “İran Türkleri”, D.G.B.İ.T., Ek Cilt, Çağ Yay., İstanbul.-1993, s.439.
[30] Bilgehan A. GÖKDAĞ ve M. Rıza HEYET: “İran Türklerinde Kimlik Meselesi”, Bilig, s. 30.
[31] Ahmet Caferoğlu, İran Türkleri, Türk Kültürü, C.5, s. 50, T.K.A.E. Yay., Ankara,1966 s.30.
[32] Ahmet Caferoğlu, Türk kavimleri, 1988 İstanbul s.65.
[33] Nabi Kobotarian, “İran Türkleri”, Yeni Türkiye Dergisi, Türk Dünyası özel sayısı I -II”, Yeni Türkiye Stratejik araştırma Merkezi (2013) s.9.
[34] Abdülkadir Atıcı, Sungur Türkleri ve Dilleri, Tehlikedeki Diller Dergisi, cilt 3 sayı:3 s.217.
[35] Ömer Topaloğlu, a.g.m. s.37.
[36] Ali Kafkasyalı, a.g.e s.107.
[37] Belal Hatami Khajeh, ‘’İran’da Yaşayan Halaç Türklerinin Sosyo-Kültürel Yapısı’’, Hacettepe Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2013 s.170.
[38] Tuncer Gülensoy, Yaşayan Farsça ve Arapçadaki Türkçe kelimeler Üzerinde Notlar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c:21, s.127-128.
[39] Ali Kaskasyalı,a.g.e. s.119-120.
[40] Ali Kafkasyalı, a.g.e. s.321.
[41] Yusuf Çetin,Nahçivan ‘‘Mümine Hatun Kümbeti’’, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, Sayı 11, 2003 s.21.
[42] Ali Kafkasyalı, a.g.e. s.375.
YENİ HABERLER
YORUMLAR
Henüz hiç yorum yapılmamış.