Dünya düzenini Rusya’nın 2014’teki Ukrayna müdahalesi mi bozdu?

2 Mart 2019, 00:08

 

 

Dünyada Liberal düzen krize girdi.

Güvenlik Politikasının konuşulduğu önemli bir platform olarak bilinen 55. Münih Güvenlik Konferansı 15-17 Şubat 2019 tarihinde Almanya’da gerçekleşti. Konferans, bu yıl oldukça tartışmalı geçti denebilir. 500 kişilik katılımcı listesinde, 40 devlet başkanı ve başbakanla 100 bakan yer aldı. 2019 toplantısında Orta menzilli füzelerin yasaklanmasını öngören Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’nın (INF) bozulması riski nedeniyle dünyanın yeni bir nükleer silahlanma yarışının arifesinde bulunması, Batı’nın İran konusunda izlenecek ortak bir yolu bir türlü bulamaması, Transatlantik ittifakın geleceğinin belirsizliği, Brexit kargaşasının Avrupa’yı nasıl etkileyeceği, Popülizmin yükselişiyle birlikte Avrupa Birliği stratejisinin tehlikeye girmesi vb. konular ele alındı.

 

 

 

 

Davos’un Dünya Ekonomik Forumu toplantıları küresel iş çevrelerine verdiği mesajı Münih Güvenlik Konferansı ile jeopolitik olarak veren Batı dünyası ilk defa anlaşmazlıklarla dolu bir konferansa ev sahipliği yaptı denebilir. Münih zirvesinde ABD liderliğindeki küresel liberal düzenin sorunları gündeme getirildiyse de Liberal düzen kendi içinde bir anlaşmazlığa düştü.

  1. Münih Güvenlik Konferansı’nın bu yılki teması “Parçalarını kim toplayacak?” idi. Bu ismin verilmesinin nedeni ise konferansı düzenleyen örgütlenmenin başkanı Wolfgang Ischinger’in de açılış konuşmasında vurguladığı gibi liberal düzen dağılmasıydı.

AB’nin Soğuk Savaş rahatlığı ile tüm inisiyatifi ABD’ye bırakması AB’yi dağıtacak.

 

 

Soğuk Savaş döneminde ABD, SSCB’ye karşı NATO’yu Batı’nın güvenlik doktrinini belirleyen aktör olarak ortaya çıkarmıştı. Bu düzen uzun yıllar AB ülkelerini güvenli tuttu. Fakat SSCB’nin dağılması ile birlikte Doğu Avrupa ülkelerinim AB ve NATO’ya üye olmasıyla ABD tek başına bu düzeni organize edebilecek bir seviyeye geldi. NATO’nun güvenlik şemsiyesine güvenen büyük Avrupa devletleri bile uzun yıllardır kendi ordularına ve askeri sanayisine yatırım yapmayı bıraktıkları için günümüzde ABD’nin inisiyatifiyle başbaşa kaldılar.

Dünya düzenini Rusya’nın Ukrayna müdahalesi mi bozdu?

Bu yıl Münih Güvenlik Konferansının açılışında uluslararası düzeninin 2014 yılında Doğu Ukrayna’ya Rusya’nın müdahalesi ile bozulduğu özellikle vurgulandı. Fakat aslında NATO’nun önceden söz vermesine rağmen sözünü tutmayıp Doğu Avrupa ülkelerini kendi içerisine alarak Rusya’nın sınırlarında üsler açması hiç tartışılmadı. ABD’nin serbest ticareti, Batı’nın değerlerini, NATO’yu, uluslararası düzeni hedef alan politikaları gündeme getirilmemeye çalışıldı.

 

 

Genel olarak bu konferansta liberal demokrasi ve serbest piyasa modelinin artık rakipsiz olmadığı Çin ve Rusya’nın bu modelin karşısına otoriter devlet kapitalizmi modelini koyarak etkileri altındaki ülkelere bu modeli benimsetmeye başladıkları üzerinde duruldu.Genel anlamda ABD’nin Çin ve Rusya’yı NATO ve AB olmadan da bertaraf edeceğine inanarak hareket etmesi AB ülkelerinde dışlanmışlık havası oluşturmuş. Fakat şu bir gerçek ki ABD, Çin’i ekonomik olarak, Rusya’yı askeri ve ekonomik olarak, İran’ı ekonomik olarak, Türkiye’yi askeri ve ekonomik olarak tehdit ile dünyanın var olan düzenini korumayı kendisine amaç edinmiş.

Peki bunu neden yapıyor?

ABD, kendisini dünyadaki tek büyük güç olarak görüyor. Dünyada ekonomileri ve sanayileri gelişen orta büyüklükte güçleri ise kendisine tehdit olarak nitelendiriyor. ABD’ye boyun eğmeyen bu orta büyüklükteki devletler ile ABD arasında askeri çatışma olasılığının giderek artığını söylemeliyiz.

 

 

ABD’nin yıkıcı politikaları Avrupa’yı da kendi yollarında gitmeye zorluyor.

Batı, ABD liderliğindeki Batı merkezli uluslararası ekonomik siyasi ve askeri düzen çağının hızla kapandığını kabullenmek istemiyor. ABD’nin yıkıcı politikaları Avrupa’yı da kendi yollarında gitmeye zorluyor. ABD’nin NATO’yu sıkça eleştirerek Doğu Avrupa’da kendi politikasını uygulamaya koyması Avrupa ordusunu gündeme getirse de bu fikrin Fransa ve Almanya işbirliğine odaklandığını söylemeliyiz. Almanya ve Fransa, ABD’nin var olan politikalarının AB’yi de tehdit ettiğini anlasalar da şu an için ellerinden fazla bir şey gelmiyor.

Bu konferansta ABD ve ittifakları arasındaki yarılma daha da belirginleşti. Rusya ve Çin’in bu durumu değerlendirerek yeni ittifaklar kurmaları beklenebilir.

 

 

ABD, “God Bless America” (Tanrı Amerika’yı Korusun) sloganı çerçevesinde NATO üyelerinin kendilerine düşeni yaparak daha çok para harcamalarını, Almanya’nın Rusya ile arasındaki “Kuzey Akım -2” gaz boru hattı projesinden vazgeçmesini, Avrupalı müttefiklerinin İran’la yapılan nükleer anlaşmadan çıkmalarını, ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımlara katılmalarını, Huawei ürünlerini satın almaya son vermelerini, 5G piyasasına sokmamasını, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzelerini almaktan vazgeçmesini şart koşarak aslında tüm ortaklarına kendi kurallarını empoze etmeye yönelik bir politika izliyor.

ABD, Avrupa’da Polonya, Romanya, Macaristan ve Baltık ülkeleriyle yeni bir blok kurmaya çalışıyor.

ABD’nin fikirleri ve istekleri konferansta hoş karşılanmadı. ABD’nin realitenden kopuk ve tek bakış açısıyla ortaya koyduğu politikalar dünyayı hem riskli bir mücadeleye itiyor. Bu haliyle müttefiklik ilişkisi sona erecek ve yeni İttifaklar doğacaktır. Transatlantik ittifak çoktan belki de onarılmaz biçimde çatladı. ABD’nin kendi politikalarını dayattığı dünya hiç güvenli bir dünya değil.

 

 

ABD’nin Avrupa’da Polonya, Romanya, Macaristan ve Baltık ülkeleriyle yeni bir blok ile Almanya liderliğinde eski Avrupa’yı yok sayan bir politika güdeceğine dair işaretler belirginleşiyor. ABD’ye göre AB, Rusya’yı durduracak bir iradeye sahip değil. Hatta ABD, özellikle Almanya’nın gizliden Rusya ile işbirliği yaparak 1-2. Dünya savaşında savaş ile yapamadığı genişlemeyi AB çatısı altında yapmaya çalıştığına inanıyor.

ABD özelikle Çin, Almanya, İran, Türkiye, Rusya gibi ülkeleri hedef alarak bu ülkelerin birbirine yaklaşmasına da neden oluyor.

Putin Doktrini, ABD’yi hazırlıksız yakaladı.

Putin, 10 Şubat 2007 tarihinde Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmayla yeni bir Rusya dış politika çerçevesi çizmiştir. Bu konuşma daha sonra “Münih Doktrini” olarak adlandırılmıştır. Bu yeni doktrine göre dünyadaki tek kutupluluk asla kabul edilmeyecektir. ABD’nin küresel hegemonyası ve dayatmalarına karşı durulacaktır. Bundan sonra dünyada güç kullanımı sadece BM Güvenlik Konseyi’nin alacağı kararlar çerçevesinde gerçekleştirilebilecektir.  Putin, Münih doktrininde bin yıllık tarihi ile her zaman bağımsız dış politika yürüten Rusya’nın tehditlere ve kuşatmalara asla boyun eğmeyeceğini, bu tehditlere gerekli karşılıkların verileceğini duyurmuştur.

 

 

Putin’in Münih konuşması günümüzde dünyada Rusya merkezli politikaların da ilk işaretlerini vermişti. Putin’in 10 Şubat 2007’de Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşma Rus dış politikasının günümüzdeki işleyişinin de çerçevesini çizmiştir. Putin bu konuşmadan sonra aktif eyleme geçerek başta Gürcistan olmak üzere Ukrayna, Kırım ve Suriye’de ABD’nin politikalarına cevap vermeyi tercih etmiştir.

 

 

Rusya’nın 2007 yılında ABD’nin politikalarına karşılık verme merkezli politikası ile Türkiye’nin de 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi sonrası yürüttüğü politikalar benzeşmektedir. Türkiye henüz askeri sanayisini tamamlamadığı için Rusya ve diğer ülkelerin askeri sanayisine ihtiyaç duymaktadır. Bu haliyle ABD ile karşı karşıya gelmek kaçınılmazdır. Türkiye, ABD’nin hala kendisinden vazgeçmediği ve iyi ilişki kurmak istediği yönünde politika yürütmeye devam ederse siyasi, askeri ve ekonomik dışarıdan ve içeriden ABD merkezli operasyonlar yemeye devam edebilir.

 

[Rusya ve Avrasya alanlarında çalışmalar yürüten Prof. Dr. Salih Yılmaz, Rusya Araştırmaları Enstitüsü Başkanı ve Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesidir]

 

YENİ HABERLER

YORUMLAR

Henüz hiç yorum yapılmamış.

YENİ HABERLER