Doğu Akdeniz Enerji Savaşları

25 Aralık 2019, 18:33

Kıbrıs açıklarındaki doğalgaz arama çalışmalarının neden olduğu gerginlik, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye çağrısı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan’a çıkışıyla bir kez daha gündeme gelmiştir.

AB, Türkiye’ye, Kıbrıs açıklarında doğalgaz arama çalışmalarını engelleme amacıyla Türk savaş gemileri tarafından oluşturulan ablukayı sona erdirme çağrısında bulunmuştur. Atina da, Ankara’nın uluslararası hukuku ihlal ettiğini iddia ederek, İtalya ve AB’nin konuyla ilgili bilgilendirildiğini açıklamıştır.

 

 

Türkiye, Kıbrıslı Türklerin rızası olmadan bu bölgelerde sondaj yapılması ile  Kıbrıs Türklerinin haklarının ihlal edildiği  iddiasındadır. Türk Dışişleri Bakanlığı, Güney Kıbrıs’ın “Kıbrıs Adası’nın ortak sahibi olan Kıbrıs Türklerinin doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını hiçe saydığını” belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Grup Toplantısı’nda Yunanistan’ın Kıbrıs açıklarında petrol arama faaliyeti yapmasına ilişkin olarak “Kıbrıs ve Ege’de haddini aşanları ikaz ediyoruz. Bunların efelikleri bizim uçaklarımızı görene kadardır” demiştir.

4 Kasım 2018 tarihinde Milli Gemi Projesi (MİLGEM) kapsamında tamamen yerli mühendislerin yaptığı  TCG Burgazada’nın teslim töreninde konuşan Erdoğan “Türkiye’yi adeta denize ayak basamayacak hale getirmeyi amaçlayan çabalara asla izin vermeyeceğiz. Aynı şekilde Doğu Akdeniz’deki doğal kaynakların ülkemiz ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dışlanarak adeta gasp edilmesine yönelik girişimleri kesinlikle kabul etmeyeceğiz. Bizim kimsenin hakkında, hukukunda, hele hele toprağında gözümüz yoktur. Biz sadece ülkemizin ve kardeşlerimizin haklarını koruyoruz. Türkiye’ye rağmen Doğu Akdeniz’de veya Ege’de adım atabileceklerini sananlar ne büyük bir hata yaptıklarını anlamaya başladılar. Suriye’deki teröristlere nasıl günlerini gösterdiysek, denizlerdeki haydutlara da meydanı bırakmayacağız. Büyük emeğin ürünü korvetlerimiz hizmete girdikçe sözümüz denizlerde daha derin yankılar yapmaktadır” şeklinde konuştu.

13 Kasım 2018 tarihinde Yurtdışı dönüşü gazetecilere yaptığı açıklamalarda ‘’Doğu Akdeniz’de kararlı bir şekilde bu yola devam edeceğiz.  ABD’lilerin Exxon Mobil’le Rumların müşterek bir çalışması var. ABD’liler de, “Oraya siz girmeyin, bunun dışında ne yapacaksanız yapın havasındalar.  Biz malum önce kuzeyden başladık şu anda. Bu iş için iki sondaj gemimiz, iki sismik gemimiz olacak. Sondaj gemilerimizden bir Doğu Akdeniz’de diğer ise Karadeniz’de çalışacak. Sismikler zaten çalışıyor. Böylece kararlı bir şekilde bu yoa devam edeceğiz. Uluslararası yasalara göre karasularda ne çıkarsa tüm Kıbrıs halkınındır. Nüfusuna göre pay edilir. İhale süreci de dâhil birlikte ele alınması lazım’’. demiştir.

 

 

İsrail, Lübnan, Mısır, Filistin, Yunanistan, Kuzey ve Güney Kıbrıs ile Türkiye’nin dâhil olduğu Doğu Akdeniz’deki enerji paylaşım mücadelesi, 2000 ‘li yılların başlarında Kıbrıs açıklarında Doğal gaz rezervleri bulunması ile başlamıştır. Bilindiği üzere 2008-2010 yılları arasında Kıbrıs’ın etrafı da dâhil olmak üzere Doğu Akdeniz havzasında önemli miktarda petrol ve doğal gaz yatakları keşfedilmiştir. Zengin enerji havzaları nedeniyle bu tarihten itibaren Kıbrıs  “Hidrokarbon Adası” olarak anılmaya başlanmış, bölgede ardı ardına keşfedilen doğalgaz yatakları bölge ülkelerinin iştahını kabartırken kıyı devletleri bu yataklar üzerinde hak iddia etmeye başlamıştır.

 

Doğu Akdeniz Enerji Rezervleri:

Uzmanlar tarafından yapılan tespitler, Doğu Akdeniz’de toplam değeri 3 trilyon doları bulan doğalgaz rezervi bulunduğunu göstermektedir. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi tahminlerine göre Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan bölge olan Levant Havzasında 3,45 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunmaktadır. Yine Nil Deltası Havzasında 6,3 trilyon metreküp doğalgaz ve 6 milyar varil sıvı doğalgaz yatağı ile yaklaşık 1,8 milyar varil petrol olduğu tahmin edilmektedir. Kıbrıs Adası çevresinde olduğu düşünülen 8 milyar varil petrol yatağı dışında Heredot olarak adlandırılan Girit’in güney ve güneydoğusundaki alanda ise 3.4 trilyon metreküplük doğalgaz bulunduğu tahmin ediliyor. Bölgedeki Doğalgazın toplamı ise 19.2 trilyon metreküp olduğu tahmin edilmektedir.  Bölgedeki Doğalgaz’ın Dünya Doğalgaz rezervlerine oranı ise yaklaşık %10’a tekabül etmektedir.

 

 

 

ÜLKELERE GÖRE DOĞALGAZ REZERVİ (milyar m3)
Sıra Ülke 2018 Rezervi Pay %
1 Rusya 49.541 24,53
2 İran 33.500 16,59
3 Katar 24.299 12,03
4 ABD 11.011 5,45
5 Türkmenistan 9.904 4,90
6 Suudi Arabistan 8.588 4,25
7 Birleşik Arap Emirlikleri 6.091 3,02
8 Venezuela 5.702 2,82
9 Nijerya 5.284 2,62
10 Cezayir 4.504 2,23
11 Avustralya 3.703 1,83
12 Çin Halk Cumhuriyeti 3.439 1,70
13 Irak 3.158 1,56
14 Endonezya 2.775 1,37
15 Malezya 2.690 1,33
16 Norveç 2.445 1,21
17 Mısır 2.168 1,07
18 Kanada 2.042 1,01
19 Kazakistan 1.918 0,95
20 Kuveyt 1.784 0,88
21 Özbekistan 1.608 0,80
22 Libya 1.505 0,75
23 Hindistan 1.484 0,73
24 Azerbaycan 1.291 0,64
25 Hollanda 981 0,49
26 Ukrayna 944 0,47
27 Umman 931 0,46
28 Pakistan 736 0,36
29 Brezilya 485 0,24
30 Myanmar 485 0,24
31 Bengladeş 418 0,21
32 Peru 414 0,20
33 İngiltere 387 0,19
34 Danimarka 90,0 0,04
35 Almanya 63,0 0,03
36 Polonya 60,4 0,03
37 İtalya 53,7 0,03
38 Türkiye 19,0 0,01
39 Diğer ülkeler 5.465 2,71
Dünya toplamı 201.967 100

 

Doğu Akdeniz Yetki Alanları Haritasını yeniden çizen Dr. Cihat Yaycı’nın “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Paylaşılması Sorunu ve Türkiye” başlıklı uluslararası çalışmasında, “Verimli Hilal” bölgesinde yer alan Doğu Akdeniz’deki toplam hidrokarbon yataklarının büyüklüğüne bakıldığında Türkiye’nin 572 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayabilecek seviyede olduğu vurgulamıştır. Yine TPAO tahminlerine göre, Doğu Akdeniz, geleceğin enerji maddesi olarak ifade edilen gaz hidrat yatakları açısından da hayli zengin bir bölge olduğu ifade edilmiştir. Bu keşifler, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ın tarihin seyri içinde sahip olduğu jeostratejik ve jeopolitik önemine, jeoenerjik önemi de eklemiştir.

 

 

Avrupa’nın uzun yıllar petrol ve doğal gaz gereksinimlerini karşılayabilecek potansiyelin Doğu Akdeniz havzasında olduğunun anlaşılması iştahları kabartmıştır. Mısır, Türkiye, Güney ve Kuzey Kıbrıs, Lübnan, Suriye, İsrail ve Gazze Yönetimi bölgedeki petrol ve doğal gazda hak sahibi olduğunu açıklamışlardır.

Özellikle Rusya’nın enerji zenginliğini siyasal ve ekonomik güç olarak kullanması, doğalgaz ihtiyacının yüzde 34’ünü Rusya’dan karşılayan AB ülkelerinde ciddi endişelere yol açmaktadır. Tüm bu gelişmeler, alternatif enerji kaynağı arayışlarını tetiklemiştir. Bu kapsamda Doğu Akdeniz havzası  enerji arzı ve  güvenliği bölge ülkelerin uluslararası ilişkilerinde etkin  bir  rol  oynamaya  başlamış, Doğu Akdeniz’de keşfedilen yataklar beraberinde Münhasır Ekonomik Bölge sorunlarını beraberinde getirmiştir.

Münhasır Ekonomik Bölge Kavramı (MEB)

Karasularının ölçülmeye başlandığı esas hattan itibaren 200 deniz milinin ötesine uzanmayan ve kıyı devlete, deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altındaki alanlarında birtakım hak ve yetkiler tanıyan deniz alanına, münhasır ekonomik bölge (MEB) denilmektedir. 1945 yılından sonra bazı Latin Amerika ülkelerinin uygulamaya başladıkları 200 millik “miras deniz” uygulaması, 1960’lı yılların başında ‘balıkçılık bölgesi’ kavramının etkisiyle ortaya çıkan ve 1982 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’yle (BMDHS) hukukî bir nitelik kazanmıştır.

 

 

1982 BMDHS’nin 55. ve 75. maddeleri arasında düzenlenen münhasır ekonomik bölge, kıyı devletine birtakım yetki ve haklar tanımaktadır. Bu bağlamda sözleşmenin 56. maddesine göre münhasır ekonomik bölge sahibi bir kıyı devlet, deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altında canlı ve cansız doğal kaynaklarını araştırılması, işletilmesi, muhafazası ve yönetimi konularıyla; aynı şekilde sudan, akıntılardan ve rüzgârlardan enerji üretimi gibi bölgenin ekonomik amaçlarla araştırılmasına ve işletilmesine yönelik diğer faaliyetlere ilişkin egemen haklara sahiptir.

Bu hakların yanı sıra kıyı devleti suni adalar, tesisler ve yapılar kurma ve bunları kullanma; denize ilişkin bilimsel araştırma yapma ve deniz çevresinin korunması ve muhafazası konularına ilişkin yetki de vardır. Kıyı devleti belirtilen hak ve yetkilerinin yanı sıra söz konusu bölge üzerinde 56. ve 73. maddeye göre birtakım egemenlik haklarına da sahiptir. Özellikle 56. maddeye göre kıyı devleti, suni adalar, tesisler ve yapılar kurma ve bunları kullanma; denize ilişkin bilimsel araştırma yapma ve deniz çevresinin korunması ve muhafazası; 73. maddeye göre ise BMDHS’ye uygun olarak gemiye çıkılması, geminin denetimi, gemiye el konulması ve hakkında dava açılması da dâhil olmak üzere, gerekli bütün tedbirleri alma yetkilerine sahiptir.

BMDHS, münhasır ekonomik bölge hususunda kıyı devlete, bazı sınırlandırmalar da getirmiştir. Bu bağlamda 58. maddeye göre münhasır ekonomik bölgede sahili bulunsun veya bulunmasın, bütün devletler seyrüsefer, uçuş, denizaltına kablo ve petrol boruları döşeme serbestliğine ve bunların işletilmesi haklarına sahiptir. 74. maddeye göre sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan devletler münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılmasını hakkaniyet çerçevesinde anlaşma ile yapmaları gerekmektedir.

 

MEB İlan ve Anlaşmalarında yaşanan gelişmeler :

Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olan Mısır, diğer devletlerin hak ve yükümlülüklerine gereken saygıyı göstermek koşuluyla Akdeniz ve Kızıldeniz’de münhasır ekonomik bölge haklarını kullanacağını ilan etmiştir. Akdeniz’de önemli petrol ve doğalgaz üretim sahası olan Mısır, bu denizin zenginliklerinden daha fazla yararlanmak için münhasır ekonomik bölge oluşturmak için faaliyetlere başlamıştır. Bu bağlamda 2003 yılında GKRY ile orta hattı esas alan münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalamıştır. Bununla birlikte Türkiye’nin, yapılan antlaşmaya yoğun tepki göstermesi nedeniyle Mısır yönetimi, 2013 yılında aldığı bir kararla antlaşmayı iptal etmiştir.

 

Son dönemde Lübnan’ın Doğu Akdeniz’e olan ilgisi tekrar artmıştır. Bu bağlamda Lübnan, GKRY ile 2007 münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalamıştır. Mamafih Türkiye’nin gösterdiği tepki, bu antlaşmanın günümüze kadar yürürlüğe girmesini engellemiştir. Bunun yanı sıra Lübnan münhasır ekonomik bölge meselesi sebebiyle İsrail yönetimiyle de sorunlar yaşamıştır. Zira Lübnan yönetimi, İsrail’in belirlediği münhasır ekonomik bölgede kalan ve zengin doğalgaz kaynağına sahip olan Leviathan üzerinde haklarının olduğunu belirtmektedir.

İsrail yönetimi, 2010 yılında GKRY ile münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalamış ve belirlediği sahada çalışmalarını sürdürmüştür. Çalışmaları neticesinde Tamar ve Leviathan sahalarında önemli miktarlarda doğalgaz keşfetmiş ve bu kaynakları çıkarmaya başlamıştır.

 

 

 

Girit Adası’nın çevresinde önemli miktarlarda doğalgazın bulunduğuna yönelik tahminler, Yunan yönetimini Doğu Akdeniz’in potansiyel hidrokarbon kaynaklarından daha fazla yararlanma gayesine itmiştir. Bu bağlamda Yunan yönetimi Meis, Girit ve Kerpa adalarını birleştiren hattı temel alarak başta Mısır olmak üzere bölge devletleri ile münhasır ekonomik bölge antlaşmaları yapmaya gayret göstermektedir. Bu durum, Türkiye’nin tepkisine neden olmuş ve antlaşmanın günümüze  kadar imzalanmamasını beraberinde getirmiştir.

GKRY yönetimini Doğu Akdeniz’e kıyısı olan devletlerden ayıran veya ön plana çıkaran en önemli özelliğiyse, yoğun şekilde gerçekleştirdiği münhasır ekonomik bölge belirleme çabalarıdır. Bu gaye doğrultusunda ilk çalışmalarını 1979 yılında başlatmış, ancak Türkiye’nin yoğun tepkisi nedeniyle geri adım atmak zorunda kalmıştır. 2000’li yıllarda ise Rum yönetimi, çalışmalarını tekrar hızlandırmış ve bölge devletleri ile görüşmelere başlamıştır. Yaptığı görüşmeler neticesinde Rum yönetimi; Mısır, Lübnan ve İsrail ile münhasır ekonomik bölge antlaşmaları imzalamıştır. Ancak daha önce bahsedildiği üzere, Türkiye’nin baskısı hasebiyle Mısır yönetimi antlaşmayı iptal etmiş ve Lübnan yönetimi de parlamentonun onayına sunmamıştır.

 

 

 

KKTC, Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesi için bölge devletlerinin bir araya gelerek hakkaniyet ilkesi çerçevesinde paylaşım antlaşması imzalaması gerektiğini savunmaktadır. Bunun yanı sıra KKTC yönetimi, GKRY’nin adanın tek temsilcisiymiş gibi hareket etmesini ve bölge devletleri ile münhasır ekonomik bölge antlaşmaları imzalamasını kabul etmemekte ve yapılan antlaşmaları tanımamaktadır. Ayrıca KKTC, gerek Kıbrıs adası üzerindeki, gerekse deniz alanlarındaki hidrokarbon kaynakları üzerinde GKRY ile eşit haklara sahip olduğunu belirtmekte ve bu görüş doğrultusunda GKRY ve petrol şirketlerinden %50 pay talep etmektedir.

1878 yılında yerleştiği Kıbrıs’tan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması ile çıkan İngiltere, 1960 yılında imzalanan Kurucu Antlaşması’nın A ekinde Akrotiri ve Dhekelia üslerini kendi egemen toprağı olduğunu ve iki üssün bulunduğu bölgelerde belirlenen deniz alanının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin karasuları olarak ileri sürmemesini kabul ettirmiştir.  Elbette bu durum İngiltere’yi Doğu Akdeniz’deki bölgesel aktörlerden biri haline getirmiştir. İmparatorluk Yolu’nun Doğu Akdeniz üzerinden geçmesi sebebiyle bölgeye her zaman ilgili olan İngiltere, Ortadoğu’daki hayatî çıkarları ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz arama çalışmaları sebebiyle tekrar harekete geçmiştir. Bu bağlamda HMS Enterprise adlı gemi İngiliz üsleri arasındaki Limasol açıklarında petrol araştırması yapmış ve Lordlar Kamarası da aldığı bir kararla Kıbrıs’ta bulunan üslerinin karasularında petrol ve doğalgaz arama yetkisinin GKRY’de değil, İngilizlerin yetkisinde olduğunu belirtmiştir. Bu durum, İngiltere’nin bölgedeki gelişmelere kayıtsız kalmadığını ve Kıbrıs’ta petrol veya doğalgaz bulunması halinde daha aktif tutum alacağı ve pay isteyeceğini göstermektedir.

Güney Kıbrıs’ın üyeliği ve tüm Kıbrıs adasının bir AB toprağı olarak kabul edilmesiyle, AB   Doğu Akdeniz’de sınırları olan etkin bir aktör haline gelmiştir. Doğalgazda Rusya’ya bağımlılığı azaltmak isteyen Avrupa ülkeleri bu nedenle Kıbrıs ile müzakerelere güçlü destek vermektedir.

Üç tarafı denizlerle çevrili ve Doğu Akdeniz’in en uzun kıyı şeridine sahip olan ülkesi olmasına karşın Türkiye, yalnızca Karadeniz’de münhasır ekonomik bölge ilan edebilmiştir. Doğu Akdeniz’in yarı kapalı bir deniz olduğunu ve kıyıdaş devletlerin münhasır ekonomik bölgelerinin iç içe geçtiğini savunan Türkiye, bölgede münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesinin kıyıdaş ülkelerin bir araya gelip hakkaniyet ilkesi çerçevesinde anlaşması ile mümkün olacağı görüşündedir. Bunun yanı sıra GKRY’nin bölgede Kıbrıs’ın temsilcisi gibi hareket etmesini ve bu bağlamda diğer kıyıdaş devletlerle antlaşmalar imzalamasını kabul etmemekte ve GKRY’nin yaptığı antlaşmaları tanımamaktadır. Türkiye,  Rumların Afrodit parselinde sondaja başlamasının ardından misilleme olarak KKTC ile kendilerine ait kıta sahanlığını belirleyen bir anlaşma imzalamıştır.

 

 

Sondaj Çalışmalarında Yaşanan Gelişmeler:

İtalyan, Fransız, Rus enerji kartellerinin üstlendiği Doğu Akdeniz gazını çıkarma ihalesi, Avrupa Birliği ve Rusya’yı denklemin bir parçası haline getirmiştir. İtalyan Eni, Fransız Total, Rus Rosneft ve Novatek,  Amerikan Noble Energy, İngiliz BP, G.Kore Kogaz, Hollanda Shell’in GKRY, İsrail, Lübnan ve Mısır ile yaptıkları anlaşmalar nedeniyle, dev petrol şirketlerinin de denkleme dâhil olması sonucunda paylaşım kavgası uluslararası bir hüviyete kavuşmuştur. Gazın nasıl çıkarılacağı ve ihraç edileceğine dair birçok alternatif üzerinde tartışılsa da, hem siyasi hem de ticari olarak kabul edilebilir bir uzlaşmaya henüz varılamamıştır.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy, Güney Kıbrıs Yönetimi’nin (GKRY) Doğu Akdeniz’de bazı uluslararası şirketlerle yaptığı doğal gaz gelir anlaşmasının kabul edilemez olduğunu belirterek, “Söz konusu anlaşma, Ada’nın doğal kaynakları üzerinde eşit haklara sahip olan Kıbrıs Türklerinin haklarının GKRY tarafından gasp edilmeye devam edildiğini gösteren somut bir örnektir.” değerlendirmesinde bulunmuştur.

Türkiye’nin bölgedeki sondaj faaliyetleri nedeniyle yaşanan gerginlik sürerken GKRY, Amerikan, İsrail, İngiliz ve Hollandalı firmalarla ilk doğalgaz anlaşmasının imzalandığını açıklamıştır. Anlaşmanın 9.3 milyar dolar değerinde olduğu belirtilmiştir. Enerji Bakanı Yorgos Lakkotripis, “Noble Enerji, Shell ve Dalek şu anda Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından verilen ilk işletme ruhsatına sahipler” dedi ve ticarete onay verdiklerini duyurmuştur.
Ada etrafındaki sondaj çalışmalarını hızlandıran Güney Kıbrıs, İsrail parsellerinde de ruhsatlı olan Amerikan Noble Energy şirketine 2011’de kendi Münhasır Ekonomik Bölge sınırları içindeki 12’nci parselde hidrokarbon arama ruhsatı vermiştir.  Uluslararası planda adanın tek tanınan devleti konumunda olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin deniz sınırlarını belirlemek amacıyla Akdeniz’in kıyı devletleriyle anlaşma yapmasına karşı çıkan Türkiye, Rumların tüm adayı temsil etmediğini ve sahip çıktıkları bazı bölgelerin Türk kıta sahanlığı ile çakıştığını iddia etmektedir.

İsrail, Mısır ve Lübnan’ın da dâhil olduğu paylaşım kavgasında Güney Kıbrıs, komşu Akdeniz ülkeleriyle işbirliği içerisindedir.  GKRY’ Mısır, Lübnan ve İsrail’le çeşitli tarihlerde yaptığı anlaşmalarla kendisine ait MEB sınırlarını belirleyerek, kendi alanında deneme sondajlarına başlamıştır. Türkiye 2007 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan ettiği münhasır ekonomik bölgede petrol ve gaz arama için uluslararası ihale açmasına karşı çıkmıştır. GKRY’i Ankara’nın Doğu Akdeniz’deki doğalgaz sondaj çalışmalarına müdahale etmesini gerekçe gösterip KKTC ile  sürdürdüğü müzakereleri zaman zaman askıya almaktadır.

 

 

 

Türkiye,  Rumların Afrodit parselinde sondaja başlamasının ardından misilleme olarak Kıbrıslı Türkler ile kendilerine ait kıta sahanlığını belirleyen bir anlaşma imzalamıştır. Türkiye Petrolleri’nin (TPAO) kara ve deniz olmak üzere Kıbrıs’ın belli bölgelerinde petrol ve gaz aramasına onay veren bir karar alınmıştır. GKRY bu karara misilleme olarak adanın güneyindeki diğer parseller için yeni bir ruhsatlandırma başlatmıştır.  Bu kapsamda Şubat 2012’de ikinci ihaleyi ilan etmiştir.  Türkiye bu ilana, kendi kıta sahanlığı içinde yer alan parsellerde “yetkisiz petrol ve gaz aramalarına hiçbir şart altında izin vermeyeceğini” belirterek tepki göstermiştir. Karşılıklı hamleler Türkiye ve GKRY arasında ciddi bir krize dönüşmüş durumdadır.

İtalyan ve Fransız şirketlerin sondaj çalışmaları savaş gemilerinin korumasında gerçekleştirilmektedir. Türk savaş uçakları tarafından sondaj gemilerine tacizde bulunduğu iddiaları sıklıkla dillendirilmektedir. Dönemin Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos taciz iddialarına sert tepki vererek “Türkler uluslararası toplumla çatışmak istiyorlarsa, bunun sorumluluğunu almaya da hazır olmalı” demiştir. Bütün bu sondaj çalışmalarına karşılık olarak Türkiye, söz konusu rezervlerde Kuzey Kıbrıs’ın da hakkı olduğunu her seferinde vurgulayarak, TCG Gökçeada’yı Kıbrıs sularına göndermiştir.

 

 

 

Pastadan en büyük payı kapma yarışındaki İsrail “münhasır ekonomik bölge” anlaşmalarıyla bir adım önde görülmektedir. Benzer şekilde Mısır yönetimi de hak iddia arayışındadır. Mısır yönetimi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Mısır ve GKRY arasında imzalanan münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesine ilişkin anlaşmanın uluslararası hukuka göre herhangi bir geçerliliğinin bulunmadığı yönündeki açıklamalarına sert yanıt vermiştir. Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ahmed Ebu Zeyd, “Söz konusu anlaşmanın geçerliliğini hiç kimse tartışmaya açamaz. Zira anlaşma, uluslararası hukuk normlarına uygun ve BM’ye teslim edildi” demiştir.

Türkiye tarafından yürütülen çalışmalar:

Türkiye KKTC ile yaptığı MEB anlaşması gereğince Yavuz ve Fatih sondaj gemileri ile Akdeniz’de sondaj çalışmalarına devam etmektedir. Ayrıca Oruç Reis ve Barbaros Hayrettin Paşa gemileri ile 2 ve 3 boyutlu sismik araştırmalarını sürdürmektedir. Bölgedeki Savaş gemileri de eskort ve koruma görevlerini yerine getirmektedir.

Boru Hattı Projeleri:

Doğu Akdeniz’de, İsrail açıklarında 2010’da bulunan doğalgazın, yine aynı dönemde Kıbrıs açıklarında bulunan doğalgazla birlikte Avrupa’ya taşınması planları Doğu Akdeniz’deki enerji kavgasına yeni bir boyut kazandırmıştır.

İsrail’e ait Leviathan ve Tamar sahalarıyla, Kıbrıs açıklarındaki Afrodit sahasından çıkarılacak doğalgazı Avrupa’ya ulaştıracak iki güzergâh üzerinde tartışılmaktadır. Bunlardan biri, Doğu Akdeniz Doğalgaz Boru Hattı  olarak adlandırılan ve Gazı Kıbrıs’a, oradan da Yunanistan’a oradan da Avrupa’ya ulaştıracak hattır. Diğeri ise, bölgedeki gazın Türkiye’nin Ceyhan limanına ve oradan Avrupa’ya ulaştırılması projesidir.

İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs, 2013’te vardıkları anlaşmadan da yola çıkarak çıkaracakları doğalgazı önce Girit adasına, oradan da Yunanistan’a taşıyacak bir boru hattı için çalışmalara başlamıştır. Üç ülke arasında imzalanan ‘Lefkoşa Bildirisi’nde “İsrail ve Güney Kıbrıs’ın hidrokarbon yataklarını birleştirerek Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşıyacak bir boru hattı oluşturulması” ve “üç ülke arasında elektrik bağlantısı sağlanması” kararı alınması bunun somut göstergesidir.

Anılan ortaklığa İtalya’da katılmıştır. 26.11. 2018 tarihinde basında İsrail, GKRY, Yunanistan ve İtalya’nın, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs üzerinden Yunanistan’a oradan da İtalya’ya doğal gaz boru hattı inşa edilmesi için anlaşma imzaladığı haberleri yer almıştır. İsrail’in Globes gazetesinin haberine göre, ‘’İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan ve İtalya, Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya Akdeniz altından yapılacak boru hattıyla gönderilmesi için iş birliği anlaşması imzaladı. East-Med adlı boru hattı projesinin finansmanı için 1 yıla ihtiyaç duyulduğu kaydedilen haberde, boru döşeme işleminin ise 5 yıl süreceği ifade edilmiştir. Haberde ‘’Avrupa Birliği (AB) tarafından da desteklenen projeler arasında yer alan boru hattının inşaatında teknik ve finansal güçlüklerle karşılaşılacağı belirtilerek, Gelecek hafta AB’nin onayına sunulması beklenen anlaşmanın, Şubat 2019’da onaylanabileceği değerlendirilmektedir.

Yıllık 20 milyar metreküplük kapasiteye sahip olacak hattın inşası için gerekli yatırım miktarı yaklaşık 7 milyar dolar olarak hesaplanmaktadır. Söz konusu anlaşmaya ilişkin İsrail’deki Hadashot televizyon kanalına açıklamalarda bulunan İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz, “10 yıllardır Avrupa üzerindeki petrol ve doğal gaz kaynaklı Arap etkisinden şikayet ettik. Gazın Avrupa’ya ihracatı, bu etkiyi belli bir dereceye kadar indirecek ve Arap gücüne bir karşı ağırlık olacaktır.” ifadelerini kullanmıştır.

Teknik olarak 3,5 kilometre derinliğe inmesi ve 2 bin 100 kilometrelik uzunluğa erişmesi gereken boru hattının, yalnızca İsrail’de keşfi yapılmış gaz rezervlerinden elde edilecek doğal gaz ile doldurulabilmesi mümkün görünmemektedir. İsrail gazına ek olarak Mısır’ın da projeye gaz göndermesi durumunda bile projenin sürdürülebilir olması için bölgede yeni keşiflerin yapılması gerekmektedir. Doğu Akdeniz gazının Türkiye’ye çok daha kısa bir boru hattıyla ulaştırılması buradan da Avrupa’ya ulaştırılmasının gerek teknik gerekse finansal olarak daha uygun olduğu görüşlerine karşın, Avrupa Birliği tarafından bugüne kadar East-Med boru hattı projesinin fizibilitesi için 100 milyon dolar harcanmış durumdadır. Öte yandan hattın inşası kredilerle tamamlansa bile petrol fiyatlarına endeksli olarak düşen doğal gaz fiyatlarının, proje finansmanın geri dönüşünü olumsuz etkileyeceği belirtilmektedir. Avrupa Komisyonu’nun çalışmasına göre, henüz planlama aşamasında olan Doğu Akdeniz Doğalgaz Hattı’nın yıllık 16 milyar metreküp doğalgazı Avrupa’ya taşıması öngörülmektedir. Avrupa Komisyonu ‘Ortak Çıkar Projesi’ kabul ettiği projeye mâli destek taahhüttünde bulunmuştur.  İsrail Enerji Bakanlığı’na göre hattın uzunluğu 1300 kilometre olacaktır. Bunun 200 kilometresi Leviathan’dan Güney Kıbrıs’a, 700 kilometresi Kıbrıs’tan Girit’e, 400 kilometresi de Girit’ten Yunanistan’a uzanan bölümde olması düşünülmektedir.

Ancak Taraf ülkelerin kendi aralarında yaptıkları ittifaklar, imzaladıkları anlaşmalar bir diğerinin tepkisini çekmektedir. Güney Kıbrıs, Ankara’nın tepkisine rağmen Yunanistan ve Mısır ile üçlü enerji zirveleri yapmaya başlamıştır. Güney Kıbrıs ve Yunanistan benzer şekilde İsrail’le de rutin zirveler düzenlemektedir. Mısır’ın ise Lübnan ile ikili, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın da olduğu üçlü anlaşmaları vardır.  Bu ülkelerin kendi aralarındaki yaptıkları ikili anlaşmalar yeni krizlere yol açmaktadır.  Türkiye Kıbrıs’ın içinde yer aldığı, İsrail ise Lübnan’ın bulunduğu anlaşmalara karşı çıkmaktadır.

Lübnan, 9 Şubat 2018 tarihinde rezervlere yönelik sondaj için uluslararası enerji şirketleriyle anlaşmalar imzalamıştır.  Beyrut,un İsrail’le gerilime yol açan tartışmalı 9. Blok’un da olduğu kaydedilen iki blokta sondaja yönelik İtalyan ENI, Fransız Total ve Rus Novatek konsorsiyomu ile sözleşme yaptığını duyurması hak iddiasındaki İsrail‘in tepkisini çekmiştir. İsrail daha önce 9. Blok’un kendisine ait olduğunu iddia ederek, Beyrut tarafından atılacak tek taraflı bir adımı kışkırtma olarak göreceğini açıklamıştır.

Avrupa pazarına ulaşacak ve Rus doğalgazına rakip olacak yeni bir hattın önünü açması beklenen Kıbrıs müzakereleri, AB’nin yanı sıra Moskova, Washington ve Tel Aviv tarafından yakından takip edilmektedir. Bu müzakeler Avrupa’nın gaz ihtiyacı ve enerji güvenliği için oldukça önemli olduğu söylenebilir.  Doğalgaz ihtiyacının büyük kısmını Rusya’dan karşılayan Avrupa ülkeleri için alternatif bir enerji kaynağı ve hattının oluşması, Avrupa ve dolaylı olarak ABD için enerji güvenliğinin artırılması ve Rusya’ya bağımlılığın azaltılması anlamına gelmektedir.

 

Türkiye’yi bekleyen tehdit ve tehlikeler:

GKRY’nin münhasır ekonomik bölge politikası, Doğu Akdeniz’deki dengeleri Türkiye aleyhinde değiştirecek tehlikeleri de beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda ilk tehlike, GKRY’nin münhasır ekonomik bölge politikasını takip eden Yunanistan’ın Meis, Girit, Kaşot ve Kerpe’yi birleştiren hattı esas alarak Mısır ile münhasır ekonomik bölge belirlemek istemesidir. Bu durumun gerçekleşmesi halinde Türkiye ile Mısır arasında yapılacak münhasır ekonomik bölge antlaşmasından Türkiye’nin hissesine düşen 145.000 km2’lik alanın 71.000 km2’si Yunanistan’ın münhasır ekonomik bölgesi haline gelecektir. İptal edilmesine rağmen Mısır ile antlaşma yapan GKRY’ de Türkiye’ye ait olması gereken 41.000 km2’lik bir alanı kontrol edecektir. Bu durumda Türkiye, Adalar Denizi’nde olduğu gibi Akdeniz’de oldukça dar bir sahil şeridine hapsedilme riski ile karşı karşıya kalacaktır.

Türkiye’yi bekleyen ikinci bir tehdit de İsrail’in tespit ettiği doğalgaz rezervlerinin, GKRY ve diğer devletlerin bulması muhtemel petrol veya doğalgazın uluslararası piyasaya sürülmesine ilişkindir. Doğu Akdeniz Boru Hattı’nın hayata geçirmesi durumunda, makro düzeyde Türkiye’nin enerji koridoru, mikro düzeyde ise Ceyhan’ın ve İskenderun Körfezi’nin enerji dağıtım üssü haline getirilmesi projeleri sekteye uğrayacaktır.

 

Türkiye açısından bir diğer olumsuzluk ise canlı doğal kaynakların işletilmesine ilişkindir. GKRY’i örnek alarak Yunanistan’ın belirlemeye çalıştığı münhasır ekonomik bölgeler, Doğu Akdeniz’in balıkçılık açısından da en verimli sahalarını kapsamaktadır. İlerleyen dönemde balıkçılık da Türkiye için ciddi gıda sorunları doğuracak potansiyeldedir.

Türkiye’yi bekleyen başka bir tehlikeyse Yunanistan GKRY – İsrail arasında yaşanan askerî yakınlaşmadır. Üç devlet arasında yaşanan bu yakınlaşma, Türkiye’yi doğrudan tehdit etmekte ve Türkiye’nin güney sahilleri çevrelenmektedir. Bu durumda Türkiye, güney sınırlarını güvenlik altına alabilmek için daha fazla askerî harcamalar yapmak durumunda kalacaktır. Dolayısıyla ülkenin gelişmesi ve refahın artırılması için kullanılacak kaynakların askerî harcamalara aktarılması, Türkiye’nin uzun vadeli hedeflerini de tehlikeye düşürecektir.

AB, doğalgazda Rusya’ya bağımlı olduğundan alternatif güzergâh olarak Türkiye’yi görmektedir. Bununla birlikte Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçecek olan NABUCCO, TANAP, ŞAHDENİZ-2 projelerinin hayata geçirilmesi halinde AB, Türkiye’ye de bağımlı hale gelecektir. Bunun engellenmesi için AB yüksek maliyetine rağmen İsrail’in mevcut doğalgaz kaynaklarını ve başta GKRY olmak üzere bölge devletlerinin keşfedeceği doğalgaz kaynaklarını yüksek maliyetine rağmen Türkiye’yi bypass edecek projelerle AB’ye taşınmasına destek  vermektedir. AB’nin enerji güvenliği çerçevesinde GKRY’nin ve Yunanistan’ın enerji nakli projelerine destek vermesi durumunda, Türkiye’nin enerji geçiş güzergâhı olma politikası önemli ölçüde darbe yiyecektir.

Türkiye, KKTC’nin de birliğe girmesi halinde gerek batısından gerekse doğusundan tam olarak çevrelenecektir. Bunun yanı sıra devletleşmek için çaba gösteren AB, birleşik devlet olması halinde Adalar Denizi’de ve Akdeniz’de karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge konusunda Türkiye’ye ciddi sorunlar açabilecek ve Türkiye’yi gerek Adalar Denizi’nde, gerekse Akdeniz’de çok dar bir suyoluna hapsedebilecektir.  AB, Kıbrıs meselesinin çözümünün şartlarından biri olarak gerek Türkiye’nin, gerekse KKTC’nin güvenliği için hayatî önemdeki Türk askerinin adadaki varlığının sona erdirilmesini talep etmektedir. Bu durumda Türkiye, Doğu Akdeniz’deki önemli bir üssü kaybedecek ve güney sınırları tehdit altına girecektir

Doğu Akdeniz’de askerî olarak varlığını hissettirme ihtiyacı ve Ortadoğu’da yaşanan çatışmalarda gerek kendi güvenliğini, gerekse bölge güvenliğini sağlayabilme imkânını tanıması nedeniyle Fransa, GKRY ile yakınlaşmıştır. Bu bağlamda GKRY, Fransız “Commonwealth”i olarak adlandırılabilecek Fransızca Konuşan Ülkeler Örgütü’ne katılmış, Fransa GKRY’de ekonomik yatırımlar gerçekleştirmiş ve GKRY’nin Doğu Akdeniz’deki doğalgaz arama çalışmalarına destek vermiştir. Nitekim Fransız petrol şirketi TOTAL, GKRY’nin belirlediği parsellerde arama çalışmalarına başlamıştır. Fransa’nın 1915 Ermeni Olayları’nı “soykırım” olarak kabul etmesinden dolayı iyi yönde seyretmeyen Türk–Fransız ilişkileri, GKRY’nin faaliyetleri nedeniyle daha da kötüye gidebilecektir. Zira Fransa, çıkarlarını korumak adına GKRY’nin etkisinde kalarak Türkiye’nin AB üyeliğine engel olabilecektir.

 

 

Türkiye’ye yönelik diğer tehdit unsuru da Rusya kaynaklıdır. Arap Baharı ile Doğu Akdeniz’deki varlığı tehlike altına giren Rusya, bölgedeki varlığını devam ettirmek için Suriye’ye destek vermeye devam edecektir. Bunun yanı sıra Suriye’den çıkma ihtimalini de göz önünde bulunduran Rusya, GKRY ile yakınlaşarak bu devletle askerî antlaşma imzalayabilir, adada üs oluşturabilir ve GKRY’ye silah vererek adadan üs isteyebilir.

GKRY’nin münhasır ekonomik bölge ilan etmesi ve petrol-doğalgaz aramaya başlamasının neden olabileceği bir diğer sorun da bölgesel krizlerin savaşa tırmanma ihtimalidir. Zira Doğu Akdeniz’in, taraf devletler tarafından henüz tam olarak paylaşılmaması; buna karşın İsrail ve GKRY’nin petrol ve doğalgaz arayışlarına girmesi, bölgesel krizlere neden olabilecektir. Nitekim İsrail’in mevcut bu politikası, Lübnan’la kriz yaşamasına neden olmaktadır. Keza GKRY’nin politikası, Türkiye’nin daha sert tepki göstermesine ve tansiyonun yükselmesine neden olabilecektir. Dolayısıyla düşük yoğunluklu kriz, yüksek yoğunluklu bir çatışmaya dönme olasılığını artırmaktadır.

Bir diğer sorun da keşfedilecek petrol ve doğalgazın satışından elde edilecek gelirin paylaşılmasına ilişkindir. Bu bağlamda özellikle etnik, dinî ve kültürel ayrışmanın yoğun olduğu Lübnan ve Suriye, potansiyel çatışma alanı olarak dikkat çekmektedir. Zira söz konusu devletlerde yaşanacak çatışma, bölgenin tamamını etkileyebilecek kapasiteye sahiptir. Bu durumda Türkiye de krizin içine girmek zorunda kalabilecek veya krizin içine çekilebilecektir.

Alınması gereken Tedbirler:

Türkiye’nin güney sınırlarında ciddi bir şekilde belirmeye başlayan bu tehlikeyi bertaraf etmesi için birtakım adımlar atması gerekmektedir. Bu adımlardan ilki ve en acil olanı, Türkiye’nin münhasır ekonomik bölge politikasını belirlemek olmalıdır. Türkiye’nin atması gereken ikinci adım Doğu Akdeniz münhasır ekonomik bölgesini belirlemesidir. Bu bağlamda Türkiye, GKRY’nin izlediği politikanın benzerini izleyerek Doğu Akdeniz’e kıyısı olan Suriye, Mısır, Lübnan, İsrail ve Libya ile münhasır ekonomik bölge antlaşmaları yapacak konuma gelmelidir.

Türkiye’nin atması gereken üçüncü adım, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan devletlerle ilişkilerini geliştirmek olmalıdır. Bu bağlamda Türkiye, Suriye’ye ilişkin politikalarında Esad rejiminin devam etme ihtimalini de düşünmelidir. Bunun yanı sıra Mısır politikası da gözden geçirmelidir. Türkiye, makro düzeyde enerji güzergâhı, mikro düzeyde ise Ceyhan’ın ve İskenderun Körfezi’nin enerji üssü olma politikasını tehlikeye düşürecek politikaları engellemek zorundadır. Türkiye’nin bu projeleri engellemesi için son keşiflerle önemli doğalgaz rezervlerine sahip olan İsrail ile ilişkilerini düzenlemesi gerekmektedir. İsrail ile ilişkilerin düzenlenmesi, doğalgazın Türkiye üzerinden uluslararası piyasaya sunulmasını kolaylaştıracaktır.

Türkiye’nin atması gereken bir diğer adım da Doğu Akdeniz’deki caydırıcılığını koruyabilmek ve artırabilmek için bölgedeki askerî varlığını artırmak olmalıdır. Bölgede GKRY, İsrail ve Yunanistan arasındaki askerî yakınlaşmanın oluşturduğu tehdit düzeyinin asgarî seviyeye çekilmesi için Türkiye’nin Akdeniz’de güçlü bir donanmaya ihtiyacı vardır.

AB, Kıbrıs’ta çözüme ulaşmak için Türk askerinin KKTC’den çekilmesini istemektedir. Türkiye’nin KKTC’deki askerî varlığına son vermesi, AB’nin Doğu Akdeniz’deki hakimiyetini tam olarak sağlamasına olanak sağlayacak, buna karşın Türkiye’nin ülke güvenliğini zaafa düşürecektir. Bu sebepten ötürü Türkiye, KKTC’deki varlığını devam ettirmelidir.

Son olarak atılması gereken bir diğer adım da Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama çalışmalarına ilişkin olmalıdır. Türkiye, petrol ve doğalgaz arama konusunda da GKRY’nin gerisinde kalmıştır. GKRY’nin petrol şirketlerine sondaj izni vermesi üzerine Türkiye’de TPAO’ya, bölgede arama ve çalışma izni vermiştir. Türkiye ve KKTC diğer Uluslar arası şirketlere de arama ve sondaj izni vererek bölgedeki etkinliğini artırmalıdır.

Netice olarak Doğu Akdeniz’in en büyük sahil şeridine sahip olan ve bölgesinin en güçlü devletlerinden biri konumunda bulunan Türkiye’nin, GKRY’nin politikaları karşısında müşkül durumda kalmaması için acilen önlemler alması ve uzun vadeli planlar belirlemesi gerekmektedir. Başta  2023 yılı hedefleri olmak üzere Türkiye’nin uzun vadeli planlarını gerçekleştirmesi için Doğu Akdeniz’de belirlenen oyunları oynayan oyuncudan ziyade, bölgede ulusal menfaatlerini azamî düzeyde gözetecek şekilde biçimlendiren oyun kurucu olması elzemdir.

Türkiye, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz siyasetini jeopolitik çıkarlarına uygun stratejik bir çerçeveye dayandırmalıdır. Burada esas olan Türkiye ve KKTC’nin kendi hükümranlık alanlarını korumalarıdır. Asıl mücadele alanı, Türkiye ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’de kendi hakları olan doğal kaynakları arayıp bularak, işletmesidir.

 

Hayrettin Güler

E.J.Kur.Alb.

RUSEN Askeri ve Güvenlik Danışmanı

YENİ HABERLER

YORUMLAR

Henüz hiç yorum yapılmamış.

YENİ HABERLER