Büyük Rus Yazar Tolstoy´un Hayatı

29 Temmuz 2017, 10:27

Kont, yazar, Petersburg Bilimler Akademisi onursal üyesi (1873) ve akademisyendir (1900). “Çocukluğum” (1852), “İlk Gençlik” (1852-1854) ve “Gençlik” (1855-1857) isimli otobiyografik üçlemesinden itibaren büyük Rus yazar L. N. Tolstoy insanın manevi dünyasını, ahlaki değer ve yargıları eserlerinin ana konusu yapmıştır. Yazarın, hayatın anlamını ve ahlaki ideali ruhsal ve sosyal eleştiri aracılığıyla sorgulaması ve araması eğitimli sınıfın “gerçeğini” ortaya çıkarmıştır.

Tolstoy, kalabalık bir soylu ailesinin dördüncü çocuğudur. Lev Nikolayeviç (Leo Tolstoy), 9 Eylül 1828’de Tula’da bulunan ailesine ait, Yasnaya Polyana’da doğmuştur. Ailesinin kökleri 14. yüzyıla kadar gider. Babası Kont Nikolay İlyiç, 1812 yılındaki Napolyon savaşlarına katılmış emekli bir yarbaydır. Annesi ise Prenses Volkonskaya’dır.

İki yaşını doldurmadan, 26 Nisan 1831´de Tolstoy annesini kaybetmiştir. Ama buna rağmen, Tolstoy hep annesinin “ruh güzelliğini” hayal etmiştir. İyi eğitimli olma, sanatı sevme, dış görünüş benzerliği gibi annesinin bazı özelliklerini de, Savaş ve Barış romanın kahramanı olan Mariya Nikolayevna Bolkonskaya’ya vermiştir. Sevecen ve esprili karakterli, okumayı ve avı seven birisi olarak Tolstoy’un aklında kalan babası da erken ölmüştür (1837). Benzer şekilde Tolstoy’un babası da “Savaş ve Barış” romanındaki Nikolay Rostov isimli karaktere ilham kaynağı olmuştur. Nikolay İlyiç eğlenceye düşkün bir gençlik dönemi geçirip çok para kaybetmiş ve işlerini tamamen batırmıştır. Kumar tutkusu oğluna da geçer. İşlerini düzeltmek için babası Nikolay Ilyiç, tıpkı Savaş ve Barış’taki Nikolay Rostov gibi, güzel olmayan ve orta yaşlı Prenses Volkonskaya ile evlenir. Buna rağmen evliliği mutlu geçer. Bu evlilikten Nikolay, Sergey, Dmitriy ve Lev isimli dört oğlu ile Mariya isimli bir kızı olur. Kendi ahlakının en iyi taraflarını ise Tolstoy, Volkonskiy ailesinden alır. Tolstoy’un annesinin öykü anlatma yeteneği vardır, ancak oğluna da geçen çekingenliği yüzünden, Kontes Mariya dinleyicileri büyük bir karanlık odada toplardı.

Lev Tolstoy 13 yaşındayken, ailesi, Kazan şehrinde olan akrabası ve çocukların vasisi P. İ. Yuşkova’nın evine taşındı. Yuşkov evi, Kazan’da en eğlenceli olanlardandı, ailesinin tüm üyeleri en çok görsel parlaklığa ve düzene değer verirlerdi. İlk eğitimini Tolstoy evde görüyordu, dersler ona Alman ve Fransız hocalar veriyordu. 1843´te Doğu dilleri okumak üzere Kazan Üniversitesi´ne girdi ama kendisini tamamen eğlenceye kaptırmış ve sınıfta kalıp okulu bıraktı. 1845´te Hukuk Fakültesi´ne geçti ama burayı da iki yılı dolmadan 1847´de terk etti. Sağlık sorunlarını bahane ederek, Tolstoy Yasnaya Polyana’ya döndü. Burada hukuku iyice çalışıp bitirme sınavına girecekti. Ayrıca tıp, yabancı diller, tarım, tarih ve coğrafya çalışıp tez yazacaktı, “müzik ve resimde mükemmelliğin üst derecesine” varacaktı. Kendisine 12 maddelik bir program hazırladı. “İnsan, ancak başkaları yararına fedakârca çalıştığı zaman mutlu olabilir.” diyerek toprak işleriyle uğraşmak, köylülerin durumunu düzeltmek istiyordu. Bir süre köyünde çiftçilerin ve köylülerin hayat şartlarını düzeltmek için çalıştı.
Köyde geçirdiği yaz bittiğinde, tarımda yeni uygulamaları başarısızlığından hayal kırıklığına uğrayan Tolstoy (bu girişim, 1857 yılında yazdığı “Toprak Ağasının Sabahı” adlı hikâyesinde gösterildi), 1847 sonbaharında üniversitede aday sınavlarına girmek için, önce St. Petersburg’a sonra da Moskova´ya gitti. Bu dönemde genç Tolstoy’un yaşam tarzı sık sık değişir: Bazen günlerce sınavlara hazırlanıp giriyordu, bazen tutkuyla müziğe dalıyordu, bir gün bürokratik kariyerine başlamayı düşünüp, sonra atlı birliği alayına junker olarak girmeye hayal ediyordu. Zühde kadar dayanan dini eğilimlerin yerini cümbüşler ve kumar alıyordu. O dönemde yaptığı borçları, Tolstoy yıllar sonra ancak ödeyebildi. Ancak, bu yıllarda yoğun iç gözlem ve mücadele Tolstoy hayatına yön vermiştir. Aynı zamanda ciddi bir yazma arzusu doğmuş ve tamamlanmamış ilk sanatsal eskizler ortaya çıkmıştır.

1851 yılında, ordu subayı olan ağabeyi Nikolai, Tolstoy’u Kafkasya´ya birlikte yolculuk yapmaya ikna etti. Üç yıla yakın Tolstoy, zaman zaman Kizlyar, Tiflis, Vladikavkaz’a gidip ve çatışmalara katılıp, Terek nehri kıyısında bir Kazak köyünde geçirdi. Kafkas doğası ve Kazak yaşamın ataerkil sadeliği, “Kazaklar” (1852-63) adlı otobiyografik romanı için materyal sağladı. Kafkas izlenimleri, “Baskın” (1853) ve “Ormanın Kesimi” (1855) hikâyelerine ve daha sonra yazılmış “Hacı Murad” romanına (1896-1904, 1912’de yayınlanmış) yansıdı. Rusya´ya döndüğünde Tolstoy, “savaş ve özgürlük gibi iki en zıt şeyi, garip ve şiirsel bir şekilde birleştiren bu yabani araziyi” sevdiğini günlüğüne yazdı. Kafkasya´da, Tolstoy “Çocukluk” romanını yazdı ve adını vermeden, “Çağdaş” dergisine yolladı (L. N. baş harfleri altında 1852’de yayınlandı). İlk edebi denemesinden sonra Tolstoy hemen tanınmaya başladı.

1854 yılında, Tolstoy Bükreş’e, Tuna ordusuna atandı. Sıkıcı kurmaylık hayatı, Kırım ordusuna geçmesine neden oldu. Kuşatılmış Sivastopol’da, 4. Bastionun komutasında o nadir kişisel cesaret gösterdi ve St. Anna nişanına layık görüldü. Kırım´da, Tolstoy, İmparator II. Alexander’ın bile okuduğu “Aralık Ayında Sivastopol” hikâyesini içeren, “Sivastopol Hikâyeleri” derlemesini yazmaya başladı. Tolstoy´un ilk eserleri, edebiyat eleştirmenleri psikolojik analizin cesaretiyle etkiledi. Rus ve belki dünya literatüründe ilk Tolstoy askeri hayatının gerçek analizini yapıp, onu yüceltmeden tepki gösterdi. O, askeri cesaretini “kahramanlık” tahtından indirip aynı anda onu kimsenin yapamadığı kadar yüceltti. Bu anda cesur olan adamın, bir dakika önce de sonra da aynı adam olduğunu gösterdi. Tüm zaaflarla, kıskançlıklarla, O, herkes gibi, iyiyse, iyi, kötüyse de bu ani cesaretinden sonra da aynı kişi olarak kalır. Bu yıllarda ortaya çıkan bazı düşünceler, genç bir topçu subayında daha sonraki Tolstoy-vaizi gösteriyor. O “yeni bir dinin kurulmasını” hayal ediyordu. Bu din, “iman ve gizemden arıtılmış pratik bir din, Mesih´in dini” olacaktı.

Kasım 1855’de, Tolstoy St. Petersburg´a geldi ve hemen Nekrasov, Turgenyev, Ostrovsky, Gonçarov gibi yazarları içeren “Çağdaş” dergisinin topluluğuna girdi. Tolstoy, yemeklerde ve okumalarda, Edebiyat Fonu kurulmasında yer alıyordu, yazarların anlaşmazlıklar ve çatışmalarına dâhil oldu, ancak bu ortamda kendisini bir yabancı gibi hissediyordu. 1856 sonbaharında, Tolstoy, ordudan ayrılıp, Yasnaya Polyana’ya gitti, 1857 yılı başında ise yurtdışında gitti. Fransa, İtalya, İsviçre, Almanya (İsviçre deneyim hikâyesi “Lucerne” yansıtılır) seyahatlerden sonra, sonbaharda Moskova’ya ardından da Yasnaya Polyana’ya döndü.

1859 yılında, Tolstoy köyünde köylü çocuklar için okul açtı ve Yasnaya Polyana etraflarında 20´den fazla okulu organize etmeye yardım etti. Onun okullardaki eğitiminde her şey bireysel olmalıydı, öğrenci de öğretmen de onların ilişkileri de. Yasnaya Polyana okulunda disiplin yoktu, herkes istediği yerde, istediği şekilde otururdu. Belli bir eğitim programı da yoktu. Öğretmenin tek görevi, sınıfı motife etmekti ve ilgiyi çekmekti. Bu pedagojik anarşizmine rağmen, dersler çok iyi gidiyordu. Dersleri Tolstoy’un kendisi, birkaç öğretmenin ve tanıdığı yardımıyla veriyordu. Bu çalışmalar Tolstoy’u o kadar etkiledi ki, o Avrupa okullarını görmek için,1860 yılında ikinci kez yurt dışına gitti. Tolstoy çok seyahat ediyordu, bir buçuk ay Londra´da geçirdi, Almanya, Fransa, İsviçre, Belçika’ya gitti, popüler eğitim sistemlerini inceliyordu ama genel olarak memnun kalmadı. Tolstoy kendi fikirlerini özel makalelerinde sundu. Yazar, eğitimin temeli “öğrencinin özgürlüğü” ve öğretiminde şiddetsizliğin olması gerektiğini savunuyordu. 1862 yılında yazar, ek olarak okuma kitapları içeren pedagojik dergi “Yasnaya Polyana” yayınlıyordu.

Eylül 1862’de, Tolstoy on sekiz yaşındaki doktor kızı Sofya Andreyevna Bers ile evlendi ve düğün töreninden hemen sonra eşini Moskova’dan Yasnaya Polyana’ya götürüp, tamamen aile hayatına daldı. Ancak 1863 yılının sonbaharında, uzun bir süre “Bin Sekiz Yüz Beşinci Yıl” adını taşıyan yeni edebi yapıtın çalışmalarına başladı. Tolstoy, I. Alexander dönemi insanların anılarını ve yazışmalarını okuyor, arşivlerde çalışıyor, mason yazılarını inceliyordu, Borodino’yu ziyaret etti. Roman çalışmaları çok yavaş gidiyordu, el yazmalarının kopyalamasında yazara eşi yardım ediyordu. Ancak 1865’te Tolstoy “Savaş ve Barış” romanının birinci bölümü yayınladı. Heyecanla okunan roman, epik anlatımın ince bir psikolojik analizi ve özel hayatın canlılığı birleşmesiyle okuyucuları etkiledi. Yazarın kendisi “halkın bir tarihini yazmak” girişiminde olduğunu anlattı. Tolstoy’a göre bu yapıtın türü belirlenemezdi: “hiçbir şekle uymaz, ne roman, ne şiir, ne hikâye”.

Yasnaya Polyana’da yaşarken, 1870li yıllarda, Tolstoy bir taraftan köylü çocukların eğitimiyle uğraşırken, çağdaş toplumun yaşam hakkında bir roman üzerinde çalışıyordu. Anna Karenina’nın aile dramı, yaşam tarzı ve düşünceleriyle yazara yakın olan genç toprak sahibi Konstantin Levin’in pastoral hayatıyla zıtlık olarak gösterilir. Bu romanı yazarken, Tolstoy stil sadeliğine ve tarafsız bir tona ulaşmaya çabalıyordu. Bu şekilde 1880´lerin yeni bir üsluba yol açıp, “Eğitimli Sınıfın” yaşam amacı ve köylülerin hayatının derin bir gerçeği gibi sorular, birçok çağdaşları için son derece güncel geliyordu.

Tolstoy´un zihninde gerçekleşen darbe, kahramanlarının hayatlarını değiştiren manevi aydınlanmasında sanata yansıttı. Bu karakterler, “İvan İlyiç´in Ölümü” (1884-86), “Kroyçer Sonat” (1887-1889), “Sergi Baba” (1890-1898) romanlarında, “Ceset” (1900, tamamlanmamış) piyesinde, “Oyundan Sonra” (1903) hikâyesinde merkezde yer alıyorlar. Tolstoy’un itirafçı denemeleri, onun psikolojik dramasını detaylı bir şekilde çiziyor. Toplumsal eşitsizliğin ve eğitimli sınıfın tembelliğin resimlerini çizerek Tolstoy, bilim, sanat, adalet, evlilik medeniyet başarıları reddine ulaşan, eleştirel bir şekilde toplumun önüne yaşam anlamının ve inancın sorularını sergiliyordu. Tolstoy’un sosyal deklarasyonunun temeli Hristiyanlığın ahlaki anlayışıdır. Hristiyanlığın etik fikirleri ise dünya çapında kardeşlik olarak anlaşılmaktadır. Tolstoy’un dile getirdiği Hristiyan emirlerine doğrudan ve derhal bağlılığı çağrıları, toplumda şiddetli tepkileri doğurdu. “Karanlığın Gücü” (1887) adlı draması ve kasten basitleştirilmiş, “sanatsız” şekilde yazılmış halk hikâyelerin yazılmasını tetikleyen, “kötülüğe direnç göstermeme” emri özellikle çok tartışıldı. Yeni dünya anlayışının ve Hristiyanlığa bakış açısının çerçevesinde Tolstoy, Hristiyan doktrinine karşı çıkıp kilise ve devlet arasındaki yakınlaşmayı eleştiriyordu. Bu, yazarı Ortodoks Kilisesi ile tam bir ayrılma noktasına götürdü. 1901’de Sinod’un tepkisi geldi, dünyaca kabul görmüş yazar ve filozof resmi olarak aforoz edildi.

“Diriliş” (1899), Tolstoy’un son romanı, değişim yıllarında onu ajite eden konuların tüm spektrumunu kapsadı. Yazara manevi yakın olan ana karakteri, Dmitry Nehlyudov, onu iyiliğe getiren, ahlaki arınma yoldan geçiyor. Sert eleştiri, hiciv gibi, son dönemin Tolstoy’un ayırt edici özellikleri bu romanda açık bir şekilde ortaya çıktı.

Değişim yılları yazarın biyografisini aniden değiştirdi ve onun toplumdan ve ailesinden uzaklaşmasına neden oldu. Tolstoy’un yaşadığı bu hayat draması onun günlüklerine yansıdı. 1910 yılının son baharın son günlerinde, aileden gizli, kendi doktoru olan Makovitsky eşliğinde, 82 yaşındaki yazar Yasnaya Polyana’ya terk etti. Optina’da bulunan manastırda rahibesi olan kardeşi Marya´yı ziyaret etmek istiyordu. Yol ona çok zor geldi ve Tolstoy yolda hastalanıp Astapovo isimli küçük bir istasyonda trenden indi. Burası, istasyonun müdürün eviydi, o hayatının son haftasını orada geçirdi. 15 Kasım´da hastalığı zatürre olarak teşhis edildi. 20 Kasımın erken saatlerinde Tolstoy, dünyaya gözlerini yumdu. Ölüm haberi, Rusya´ya ve bütün dünyaya yayıldı. Cenaze töreni 23 Kasım günü, Yasnaya Polyana´da yapıldı.

Sofya ŞAMCI

YENİ HABERLER

YORUMLAR

Henüz hiç yorum yapılmamış.

YENİ HABERLER

Copyright © 2024. Rusen.Org | Ankara Türkiye