Bir Sovyet Düellosu : Yesenin ve Pasternak

27 Temmuz 2019, 03:18

Bu yazının konusunu son şiirini yazıya dökmüş alan yirminci yüzyılın imajinist şairi Sergey Yesenin’in Boris Pasternak ile yumruk yumruğa bir kavgaya kadar giden ilişkisi, ikilinin birbirlerine bakışı, yazar çevresinin Yesenin hakkındaki düşünceleri, anıları oluşturmaktadır. Yazının ikilinin hayatındaki belli noktalar hakkında bilgi verip sizi dönemin yazarlarıyla tanıştıracağı temennisindeyim.

Edebiyat çevrelerince “Ryazanlı Lel” olarak anılan Yesenin’in ünü yalnızca Rusya’nın uçsuz bucaksız düzlüklerini ya da kendi aşklarını tüm Sovyet Rusya’sında dillere pelesenk olacak şekilde anlatmasıyla sınırlı değildi. Madalyonun diğer yüzünde zaman zaman zorbalıklar yapan yaramaz bir adam vardı. Yaptığı neyle gündeme gelmemişti ki? Antisemitist söylemleri, fazla alkol tüketimi ve sonrasında kavga çıkarmak için sebep arayışları, bulduğunda ise polislerle girdiği münakaşalar(elbette bu yalnızca taşkınlık yaptığı için değildi, bunun ardında başka politik sebepler de vardı)… İmajinist şair Anatoli Marienhof, Yesenin ile dostluğunu anlattığı romanı Yalansız Roman’da Yesenin’in son yıllarda aşırı alkol kullanımı nedeniyle ipin ucunu bir hayli kaçırdığı dönemi şu sözlerle anlatıyor:

“Şiirini okuyup bitirmeden masanın üzerindeki ağır bira bardağını kaptı ve sadık Leporello’su İvan Pribludni’nin kafasına fırlattı. Öyle eften püften bir sebeptendi ki bu yaptığı, işin aslı hatırımda bile kalmamış. Kafası yarılmış kan revan içerisindeki Pribludni’yihastaneye götürdüler. Birisi dayanamayıp ‘Ya birden ölüverirse?’ diye sordu. Yesenin, istifini bozmadan şöyle bir şey dedi diye hatırlıyorum: ‘Bir köpek eksilir!’”.Kendisi gibi köylü bir şair olan Pribludni ile arasındaki kafasına bardak fırlatabilecek kadar ileriye giden bu durumu “usta çırak ilişkisi” olarak ne kadar adlandırabileceğimiz tartışılır ama tartışmaya kapalı olan bir mesele var ki o da Yesenin’in gözünde Pasternak’ın şiirlerinin bir değeri olmayışıdır.

Sovyet yazar Valentin Katayev, Odessa, Harkov ve Moskova’daki yirmili yılların edebiyat yaşamını anlattığı Almaznıy Moy Venets (Elmas Tacım Benim)  adlı kitabında dönemin ünlü şair ve yazarlarını taktığı lakaplarla maskeleyerek, onları yaşanmış olayların kahramanı yapar. Mesela Yesenin’e “Prens”, Pasternak’a “Melez”, Vasili Kazin’e “Tesisatçının Oğlu” der. Hatta eserde Mihail Bulgakov “Mavi Gözlü”, Vladimir Mayakovski de “Komutan” olarak kendine yer bulur. Gelin, Yesenin’inPasternak’a bir türlü gösteremediği saygıyı ve Krasnaya Nov adlı derginin idarehanesinde patlak veren bu kavgayı hep birlikte Katayev’in kendisinden dinleyelim:

“Krivokolenni Sokağı’ndaki Krasnaya Nov’un dar idarehanesine geldim. Prens ile Melez’in atışmasına bakıyordum. Prensçakırkeyif, Melez ayık ve kızgındı. Tesisatçının Oğlu’ysa onları ayırıyor ve ‘Ne oluyorsunuz yoldaşlar?’ diye ikna etmeye çalışıyordu. Korkan sekreter kız kurtardığı kâğıtlarını göğsüne bastırarak kaçacak delik arıyordu: Doğruca sokağa mı atsaydı kendini yoksa Amerikan tipi yazı masasının üzerine eğilmiş oturan ve ülkenin iki ünlü şairi aralarındaki problemi ‘çözüme kavuşturuyor’ olmasına rağmen hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi yapan kara, ufak tefek, koca burunlu, gözlüklü, bir kargaya benzeyen editör Voronski’nin çalışma odasının kilerine mi saklansaydı? Melez -o zamanların klişe deyimiyle, aynı anda hem Araplara hem de atlarına benziyordu- kıpkırmızı kesilen suratıyla, düğmeleri kopmuş, havada uçuşan ceketinin içinde, entelektüele özgü bir beceriksizlikle bir türlü başaramasa da Prens’in elmacık kemiğine bir tane indirmek için bütün maharetini ortaya koyarken Prens köylü çocuğuna özgü bir kabalıkla tek eliyle entelektüel melezin yakasına yapışmış, bir başkası ise melezin kulağına bir tane geçirmeye çalışıyordu. Aralarında ne yaşanmıştı? Ben hâlâ bilmiyorum. Melez hatıratlarında galiba Prens ile aralarındaki ilişkiden bahsetmiş ve bu ilişkinin bir gününün diğerine uymadığını söylemişti: Kâh dostça yakınlaşıyorlar, kâh kavga edecek kadar ileri giderek birbirlerinden nefret ediyorlardı.”

Yesenin, Pasternak’a ve şiirlerine tahammül edemiyordu: “Prens, Melez’in adı anıldığında hep tiksintiyle güler, onun şiirini tanımaz ve bana şöyle derdi: “Bir düşün, şair mi o? Anlamıyorum, onda ne buluyorsun?”

Kendisini sevmediği gibi adını da, Pasternak gibi yaşamayı da bir tür alçalma sayıyordu. Üzerinde iki sene çalıştığı Kara Adam adlı poemayı şair Nikolay Aseyev’e okuduktan sonra Aseyev’in“Neden benzeri şeyler yazmıyorsun?” diye sorması üzerine Yesenin’in verdiği cevabı Aseyev’in kendisinden görelim:

“‘Tüm bu saçmalıkları yazmak kolay mı sanıyorsun?’, diye tekrarladı birkaç kez. Tam olarak böyle söyledi, net bir şekilde anımsıyorum. ‘Hakiki bir şey hoşlarına gitmiyor işte,’ diye devam ediyordu Kara Adam hakkında konuşmaya. ‘Eğer lirik şiirler yazmazsan kimse seni tanımaz; Bir avuç un elde etmek için bile bir pud bok gerekir, onlara da bu lazım işte.* Şöhret olmadan da hiçbir şey olmaz. İstersen kendini yırt, seni duymazlar. Pasternak gibi yaşar gidersin işte!’”

Pasternak, Yesenin’in kendisini sevmediğini biliyordu, GeorgiUstinov’a yolladığı 24 Ocak 1926 tarihli mektubunda bunu açıkça görebiliyoruz:

… Yesenin’le uzaktık. O beni sevmezdi ve bunu da saklamazdı.”

Esasında bu durumdan memnun olmadığını Ustinov’a yolladığı mektuptan tam yirmi gün öncesinde 4 Ocak 1926’da Marina Tsvetayeva’ya yolladığı mektuptan da anlıyoruz:

“…Onunla ve ismiyle alakalı sıkıntım hakkında yazın size ne yazdığımı hatırlamıyorum. Bu arada mustarip olduğu onca şeyin arasında muhtemelen bu saçmalık da vardı. Bu aptallığı reddetmediğim tek bir an bile olmamasına rağmen beni ona hedef göstermeleriyle bizden bir rakip yarattılar. Bu saçma, gereksiz ve her iki taraf içinde hakaretamiz karşılaştırmayı alaşağı etme çabasıyla kendimi alçaltacak kadar ileri gitmiştim.” 

Şairlerin aralarındaki anlaşmazlığı “halletmek” için farklı yöntemlere başvurmaları esasında yalnızca 20.yüzyıla özgü bir mesele değil. Bunu, yaptıkları düellolar sonucunda hayatlarını kaybeden Puşkin ve Lermontov örneğinden de biliyoruz. Gerçi “yumruk yumruğa kavga etmek” gibi bir fikrin Lermontov’da tiksinti uyandıracağından neredeyse eminim fakat Sovyetler Birliği’nde hiçbir şey Rus İmparatorluğu’nda yürüdüğü gibi yürümüyordu. “Kozlarını paylaşmak” da buna dahildi. Sovyet usulü “düello” da böyleydi işte. En azından Osip Mandelştam ile Aleksey Tolstoy, V. Mayakovski ile J. İzraileviç ve S. Yesenin ile B. Pasternakproblemlerini böyle, Lermontov’un pek de beğenmeyeceği bir yöntemle çözmeye çalışmışlardı. Yesenin’in ideolojik anlamda inandığı rüyanın gerçekleşmediğini görmesi, hissettiği sevgi açlığının bir türlü dinmek bilmemesinden doğan sayısız kadın ve alkol… Bunların hepsi Yesenin’i kimsenin anlamlandıramadığı eylemler yapmaya itmiş olabilir fakat Yesenin’in son yıllarını anlatan onca şeyin ışığında tarihin bize bu meselede Yesenin’inhaksız olduğunu gösterdiği söylenebilir.

 

Halil Yılmaz

YENİ HABERLER

YORUMLAR

Henüz hiç yorum yapılmamış.

YENİ HABERLER

Copyright © 2024. Rusen.Org | Ankara Türkiye