Makar Çudra ile Değirmen

29 Temmuz 2017, 11:00

1892 yılında “Kavkaz” gazetesinde çıkan “Makar Çudra” adlı öykü, yazar Aleksey Maksimoviç Peşkov’un “Maksim Gorki” müstear ismiyle yayınlanmış bilinen ilk eseridir. Bu dönemde yazar Maksim Gorki, kendi ifadesiyle “doğası ve insanlarıyla yazarlık konusunda ona ilham veren” Tiflis’te, Kafkasya Demiryollarında çalışmaktadır.

Öykü, ismini aldığı Makar Çudra adlı çeribaşı tarafından anlatılan Loyko ve Radda isimli iki genç çingenenin aşk hikâyesini konu almaktadır. Bu iki gururlu genç düşkün oldukları özgürlükleri ile sevdaları arasında seçim yapmak zorunda kalmakta ve sonunda özgürlüklerinden vazgeçemedikleri için birbirlerinin hayatına mal olmaktadırlar.

Sabahattin Ali’nin “Değirmen” adlı öyküsü de, aynı adı taşıyan ve 1927-1934 yılları arasında yazılmış öyküleri kapsayan kitabında yayınlanmıştır. 1929 yılında yazılmış “Değirmen” adlı öyküde Atmaca isimli bir çingenenin umutsuz aşk hikâyesi anlatılmaktadır. Atmaca, küçükken kolunun birini değirmene kaptıran değirmencinin mutsuz kızına âşık olur. Birçok kadının hayranlığını kazanmasına karşın kimseye yüz vermeyen ama değirmencinin kızına umutsuzca âşık olan bu klarnet sanatçısı, yakışıklı çingene, kızın kolunun olmamasından dolayı duyduğu mahcubiyet nedeniyle onunla evlenmeyi reddetmesi üzerine kendi kolunu da değirmenin çarkına kopartarak ölür.

Eserin Ana Teması
Makar Çudra adlı öykünün ana temasını özgürlük kavramı oluşturmaktadır. “Makar Çudra” aracılığıyla eserde yazar bireyin iradesi ve özgürlüğü üzerine keskin bir vurgu yapmaktadır. Eserin ana kahramanları Makar Çudra, Radda ve Loyko’ya göre dünyadaki tek değer, uğruna yaşanılacak ve ölünecek olan özgürlüktür.

Değirmen’de ise özgürlük konusu işlenmekle beraber bu öykünün ana temasını aşk kavramı oluşturmaktadır. Üstelik buradaki aşk teması mutlu sonla bitmemektedir. Diğer öyküleriyle birlikte değerlendirildiğinde, Sabahattin Ali’nin genel olarak toplumsal yapının düzensizliği ile bu düzensizliğin kurbanı olan insanların acılı hikâyelerine eserlerinde yer verdiği görülmektedir.

Makar Çudra’nın ana fikri özgürlüğün her şeyden üstün tutulması gerektiği görüşüne dayanmaktadır. Maksim Gorkiy tarafından öyküye aktarılan felsefik arka plan, dünya hayatını adeta ikiye bölünmüş gibi göstermekte ve insanın ya kişiliğinin / iradesinin ölüşüne razı olacağı ya da onun yeniden canlanması için yeni bir yol bulacağı düşüncesini zihinlere işlemektedir. Nitekim öyküde yer verilen “sınırsız bozkır”, “sonsuz deniz”, “bozkırın ölüm sessizliği içindeki karanlığında bir yerler” gibi tasvirler de özgürlük temasını temel alan bir atmosfer sunmaktadır. Hatta her iki yazarın ana kahramanlarını, yaşam tarzı itibariyle yeryüzündeki en özgür topluluk olarak görülen Çingenelerden seçmesi bile başlı başına öykülerinin ana temasıyla doğrudan ilintilidir.

Değirmen’in ana fikri ise gerçek aşkın her şeyden üstün olması gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Tabi burada “gerçek bir aşk” hikâyesi için S. Ali’nin mekân olarak “değirmen” motifini kullanması da tesadüf değildir. Zira değirmen, içi acılarla ve kötülüklerle dolu olan ve insanı bir buğday tanesi gibi öğütmeye çalışan dünyaya benzetilmektedir.

Benzer şekilde hayatın güzel yönleri ve bu güzelliklerden doyasıya yararlanma görüşü de Makar Çudra’nın yan teması olarak işlenmiştir. Çünkü bunlar özgürlüğe giden yolu açmaktadır.

“… Senin kendi hayatın yok mu? Başka insanlar sensiz yaşıyorlar ve sensiz yaşayacaklar. Yoksa birbirlerine gerekli olduğunu mu sanıyorsun? Sen ne ekmeksin, ne de değnek, kimsenin sana ihtiyacı yoktur.”

Değirmen’de de özgürlük kavramı yan tema olarak işlenmiştir. Çünkü kişinin gerçek anlamda âşık olabilmesi ancak ve ancak hür iradeye sahip olmasına bağlanmaktadır.

“Siz sevemezsiniz adaşım, siz şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler… Siz sevemezsiniz. Sevmeyi yalnız bizler biliriz… Bizler: Batı rüzgârı kadar serbest dolaşan ve kendimizden başka tanrı tanımayan biz Çingene´ler.”

Burada ayrıca gerek M. Gorki’nin öyküsünde “şahinim” hitabetini kullanması, gerekse S. Ali’nin öyküsünün başkahramanın ismini “Atmaca” olarak seçmesi dikkatlerden kaçmamaktadır. İki yazar da böylelikle serbestçe uçan iki kuş türüne atıfta bulunarak, “özgürlüğe” üstü kapalı bir gönderme yapmaktadır. Özellikle “Atmaca” ismi ile S. Ali tarafından esere aktarılan “özgür irade – gerçek aşk” bağdaştırması arasında doğrudan bir bağ kurmak mümkündür.

Anlatım Tekniği ve Üslup
Hem Makar Çudra adlı öyküsünde Maksim Gorki, hem de Değirmen adlı öyküsünde Sabahattin Ali karşımıza romantik yazarlar olarak çıkmaktadırlar. Aynı şekilde her iki eserde de “tartışmacı”, “öyküleyici” ve “betimleyeci” anlatım tarzının özelliklerine rastlanmaktadır. İki yazar da eserinde neredeyse hiç kendini hissettirmemektedir; M. Gorki hikâyeyi Makar Çudra’nın, S. Ali ise Çeribaşının ağzından anlatmaktadır. Yine iki yazarın ortak bir özelliği de incelenen mezkûr eserlerinde “öykü içinde öykü” tekniğini kullanmalarıdır. Son olarak iki yazarın da üslubu sade ve akıcıdır.

Karakterlerin Analizi
Öykünün başkahramanı olan çeribaşı Makar Çudra görmüş geçirmiş, yaşlı ama güçlü bir fiziki yapıya sahip ve yaşama heyecanını yitirmemiş bir kişiliği canlandırmaktadır. Sabitliği sevmeyen, sürekli hareket halinde olmayı isteyen gezgin ruhlu biridir.

“Demek geziyorsun böyle? Çok güzel! Kendine şanlı bir kader seçmişsin şahinim! Zaten gerekli olan da budur. Gezip görecek, hayatın tadını çıkaracak, sonra da yatıp öleceksin… Gerisine kulak asma!”

M. Çudra için hayattaki en önemli şey, her ne pahasına olursa olsun kişinin taviz vermemesi gereken özgürlüktür. Özgürlüğe önem vermeyen insanı “yaşayan ölü” gibi görmekte ve yadırgamaktadır. Nitekim bu anlayışına taban tabana zıt olarak gördüğü “köylüyü” sert bir şekilde eleştirmektedir. Çudra’ya göre köylü hayatı boyunca toprak işçiliği yapmasına rağmen kendi mezarını dahi kazmaya gücü yetmeyen bir köledir.

“…Çift süren bir insan gördüğüm zaman, gücünü ter damlaları halinde toprağa akıttığını, sonra da aynı toprağın içinde çürüyeceğini düşünürüm. Zavallı adam! Ondan hiçbir iz kalmayacak geriye. Dünyayı tarlasından ibaret sanarak, doğduğu gibi, boş bir kafayla ölüp gidecek. Peki, niçin doğdu bu adam? Toprağı kurcalamak ve kendisine bir mezar bile kazamadan ölmek için… Özgürlük denen şeyden haberi var mıdır? Bozkırın sonsuzluğu ona ne anlatır? Bu dalga dalga yayılan ezgi onun yüreğine de sevinç salar mı? Hayır! O bir köle olarak doğdu ve bütün hayatınca köle olarak yaşadı, mesele budur işte! Ne gelir elinden? Eğer biraz akıllanırsa, kendini asmaktan başka hiçbir şey…”

Makar Çudra öyküsünde geçen diğer ana kahramanlar ise Radda ve Loyko’dur. İkisi de çingene olup, topluluğun en güzel kadını ve en yakışıklı erkeği olarak tasvir edilmektedirler.

“Radda´nın güzelliğini sözcüklerle anlatamazsın. Bu güzelliği belki bir keman dile getirebilirdi. Ama o kemanı çalmaya da adam gerek.”

İkisinin de ortak karakteristik özelliği özgürlüklerine olan düşkünlükleridir. Örneğin kendisini çok beğenen zengin bir derebeyinin tüm mal varlığını teklif etmesine karşın bunu tereddüt etmeksizin reddeden Radda özgürlüğünü her şeyden üstün tutmaktadır. Maddiyatın yanı sıra hem Radda hem de Loyko’daki özgürlük tutkusu, birbirlerine olan aşklarının bile önüne geçmektedir.

“(Radda) …Şimdiye kadar kimseyi sevmedim, fakat seni seviyorum. Ama özgürlüğü de severim ben! Özgürlüğü senden daha çok seviyorum Loyko!”

Öyle ki Radda, Loyko ile evlenmeyi kabul etmesini, bütün obanın önünde ayaklarına kapanıp sağ elini öpmesi şartına bağlamaktadır. Loyko için bu, özgür iradesinden vazgeçip Radda’ya tabi olması anlamına gelmektedir.

“(Loyko) Özgürlüğünü benden daha çok seviyormuş. Bense onu özgürlüğümden daha çok seviyorum. Ona varasıya kadar, bir şahinin ördeklerle oynaması gibi kızlarla oynayan yiğit Loyko Zobar´ın onun güzelliği karşısında nasıl boyun eğdiğini göresiniz diye emrettiği üzere hepinizin önünde Radda´nın ayaklarına kapanmaya karar verdim. Sonra benim karım olacak, beni öylesine sevip okşayacak ki, içimden sizlere şarkı söylemek gelmeyecek artık. Yok olan özgürlüğüme yanmayacağım! Öyle değil mi Radda?”

Sonuç olarak Loyko, özgür iradesinden taviz vermez ve aşkı Radda’yı hançerleyerek öldürür; Radda’nın babası da aynı hançeri yerden alarak Loyko’yu öldürür. Hatta Radda, Loyko’nun özgürlüğünden taviz vermeyeceği ve böyle bir eyleme kalkışacağından emin olduğunu ölmeden hemen önce, son sözleri olarak fısıldar.

“(Radda) Elveda Loyko! Böyle yapacağını biliyordum!”

Yazarın iki gencin ölümüne neden olan ve “inadına eğri, inadına sivri bir bıçaktı” diyerek betimlediği “hançer” aslında “özgürlüğün” bizatihi kendisidir. Bir başka ifadeyle belirtmek gerekirse, iki gencin ölümüne yol açan özgürlük tutkunluğu, aynı zamanda onların kölesi / esiri oldukları bir değerdir ki onları büyük aşklarından bile vazgeçmek zorunda bırakmıştır.

S. Ali de Değirmen adlı öyküsünün başkahramanları olan çingene Atmaca ile değirmencinin kızını, kendisine hayran bırakan güzellikte tasvir etmektedir.

“Değirmencinin kızı tam bir köy güzeliydi. Yuvarlak bir yüzü, kalın dudakları, kalçalarına kadar uzanan ince örgülü saçları vardı.”

“Sen bu Atmaca gibisine daha rastlamamışsındır. Bir kere heybetli delikanlıydı: Yağız derisi, yüzüne delice dökülen simsiyah saçları ve koyu gözleri… Sonra burnu… Uzun, sivri, ucu biraz aşağı kıvrık burnu… Bütün çergilerde onun cesareti, onun güzelliği, onun çalgısı söylenirdi…”

Değirmencinin kızı, bir kolunu küçük yaşta kaybetmiş olmanın verdiği bir eksiklik duygusu içerisinde hayata dair yaşama heyecanını yitirmiş, fakat gururlu bir karaktere sahiptir.

“Olmaz´ dedi, ´düşün ki, her karşına çıktığımda senden utanacağım, başım yerde olacak, beni böyle zelil etmek ister misin? Bırak beni…”

Atmaca ise yalnızlığı ve başına buyruk yaşamayı seven, sanatkâr ruhlu, mala mülke tamah etmeyen bir karakteri canlandırmaktadır.

“Ben ki, arkamdan uşaklarını koşturan konak sahibi hanımlara başımı çevirmedim; yedi köye hükmeden eşraf bana gelip: ´Kızım senin için yataklara düştü, Çingene olduğunu unutup seni evlat gibi sineme basacağım, yalnız gel, gel de kızımızı kurtar!´ diye yalvardılar da, gene cevap vermeden yoluma gittim…”

Değerlendirme
Maksim Gorki’nin “Makar Çudra” adlı öyküsü ile Sabahattin Ali’nin “Değirmen” adlı öyküsünün karşılaştırılması sonucunda iki eserin “tema”, “olay örgüsü”, “anlatım tarzı”, “üslup” ve “kahramanların karakteristiği” gibi yönler itibariyle ciddi benzerliklere sahip olduğu anlaşılmıştır. Bu durum bize, Sabahattin Ali’nin “Değirmen’i” yazarken Rus meslektaşı Maksim Gorki’nin “Makar Çudra’sından” etkilendiği yönünde çıkarım yapmaya salık vermektedir!

Hiç kuşkusuz iki yazar da bahsi geçen eserlerinde aşk kavramı üzerinden “özgürlük / hür irade” temasını işlemeye çalışmasına rağmen, Gorki’nin özgürlük anlayışı “bireysel özgürlüğün, aşkın dâhil, her şeyin üstünde olması gerektiğine” dayanırken, Sabahattin Ali’ninkisi “ancak özgür olanlar gerçek aşkı yaşayabilir” veya “gerçek aşk gerçek özgürlükle mümkündür” düşünsel arka planının bir ürünüdür. Bu da elbette Ruslar ve Türklerin sahip oldukları zihniyetsel ve kültürel farklılıklarının doğal bir yansımasıdır.

 

YENİ HABERLER

YORUMLAR

Henüz hiç yorum yapılmamış.

YENİ HABERLER