Suriye’de değişen dengeler ve İran’ın varoluş mücadelesi
Petrolün 19. yüzyılda enerji kaynağı olarak kullanılmasından bu yana uluslararası politik stratejilerin büyük bir çoğunluğu petrole hükmetme amacıyla geliştirilmiştir. Bu politik stratejiler haliyle askeri stratejilere dönüşmüş ve çatışmaların en önemli sebeplerinden biri olarak petrol enerji kaynağı olarak karşımıza çıkmıştır. Mazisi yaklaşık olarak 150 yılı bulan bu enerji kaynağı bu süre içerisinde birçok krize sebep olurken neredeyse en büyük krizlerin içinde hep İran’ı gördük.
6 Ekim 1973 yılında başlayan Arap-İsrail Savaşı sonrasında belki de dünyanın petrol tüketimini sorgulamaya başlayacağı ilk kriz gerçekleşti. Arap-İsrail Savaşı sonrasında OPEC (Organization of Petroleum Exporting Countries; Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) üyeleri petrol varil fiyatlarını yükseltmiş ve bu sektörde özel kurumların sonunu getirerek direk satıcı olmayı başarmışlardır. Bu krizin sebebi olarak çoğu Arap Ülkesi olan OPEC üyelerinin hem İsrail Savaşı’ndan ağır yenilgilerle ayrılması sonucu ekonomik zararlarını karşılayabilmek için hem de İsrail ve ABD’yi protesto etmek amacıyla petrol varil fiyatlarını yükselttiğini söyleyebiliriz. Fakat burada İran Şahı’nın fırsatçılığı da söz konusudur ki bu dönemde İran tarihinin en büyük gelirlerini petrolden elde etmeye başlamıştır. Bu döneme kadar Batılı ülkelerle arası iyi olan İran Şahı’nın bu ülkelerle arası bozulmaya başlamıştır. Nitekim Şah, 1979 yılında İslam Devrimiyle görevinden ayrılmak zorunda kalmıştır.
1973 yılında yaşanan ilk önemli krizde İran’ın direk olmasa da dolaylı olarak başrolde olduğunu söyleyebiliriz. Fakat ikinci kriz olarak bilinen 1979 petrol krizinde İran’ın direk etkisi vardır. Krizin ana sebebi İran’da Şah’ın devrilmiş olması sonucunda bu sefer İran’ın ABD’ye petrol satışını durdurmasına sebep olmuş ve bunun akabinde de OPEC ülkeleri petrol varil fiyatını iki katına çıkarmışlardır. Daha sonra dünyada yaşanan 1991, 2008 ve 2012 yıllarında yaşanan petrol krizleri de İran’ı direk etkileyen krizler olmuştur.
1979 yılından sonra İran’da kurulan İslam Cumhuriyeti’yle beraber İran için yeni bir sayfa açılmıştır. Şah döneminde Şah’ın lüks yaşantısı ve gelir dağılımını adaletsiz yapmış olmasından kaynaklı İran Halkı’nın fakirliği Şah’ın sonunu getirirken İran’da yeni kurulan Cumhuriyet Halka umut olmuştur. Fakat İran bu sefer yönetim bazında halka daha yakın bir yönetim şekliyle yönetilecekken öte yandan da Batılı ülkelerle ciddi sıkıntılar yaşamaya başlayacağı uzun soluklu bir yola girmiş olacaktır. Bunun sebebi ise İran İslam Devrimi’nin sonucunda İngiltere, ABD gibi süper güç olarak sayılan ülkelerin İran’da elçilik açmalarına müsaade edilmeyecek olmasıdır.
Dünya genelinde petrol rezervlerinin %10’u kadarına sahip, gaz rezervlerinde de her zaman ilk ikinin içerisinde yer olacak olan İran, artık ambargoların kendisine karşı sert bir şekilde uygulandığı bir ülke haline gelmiştir.
Şii Hilali nedir?
Belli bir idealle kurulmuş olan ve çağımızın en önemli enerji kaynaklarına sahip olan İran, ambargolarla mücadele etmenin yolunu devrim ideallerine uygun olarak geliştirmiş olduğu projelerde bulmuştur. Bu projelerin en çok bilineni ise “Şii Hilali” projesidir.
“Şii Hilali” ismi ilk olarak 2004 yılında Ürdün Kralı Abdullah tarafından telaffuz edilmiştir. Ürdün Kralı, İran’ın bir Şii Hilali Projesiyle Sünni Arap Halkını kuşatmaya çalıştığını dile getirmiştir. Ürdün Kralı’ndan sonra bu terimi kullanan diğer bir isim ise Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek olmuştur. Hüsnü Mübarek, 2006 yılında Şii Hilali Projesinin Arap ülkeleri birliğine bir tehdit oluşturduğunu bunun tehdidin sebebini ise Arap ülkelerinde bulunan Şii nüfusların bulundukları ülkelerden ziyade İran’a hayranlık duyması olarak göstermiştir.
Haritada Şii Hilali’ndeki Hilal’in başlangıç ucu Mısır’da bulunan Süveyş Kanalından başlarken Ürdün, Suriye’nin başkenti Şam ve Irak’ın başkenti Bağdat’tan geçerek İran ve Körfez Ülkelerini de kapsayacak şekilde diğer ucu Yemen’de son bulmaktadır. Yani Şii Hilali’nin asıl hedefi ambargolarla mücadele eden İran’ı ticari yollara ulaştırıp nefes almasını sağlamaktır. İran bu projeyi 2000’li yılların başında uygulamaya koyduğu tahmin ediliyor. Fakat ilk görünen adım olarak ABD’nin Irak’ı işgali sonucunda Irak’ta oluşan otorite boşluğundan faydalanan İran burada Şii gruplar kurmuş ve eş zamanlı olarak “hilal” içerisindeki diğer ülkelerde de faaliyet göstermeye başlamıştır. Bu Şii Hilali’nin ilk şekli olarak karşımıza çıkıyor.
Şii Hilali sınırları hakkında diğer bir harita ise hilalin ucu Lübnan’ın başkenti Beyrut’tan başlamakta, Suriye’nin Kuzeyi, Irak’ın Kuzeyi ve İran’ın Kuzeydoğusu ve Irak’ın Güneyini de içine alacak şekilde Yemen’e kadar uzanmaktadır.
İlk şekilde anlatmış olduğumuz Şii Hilali’nde İran’dan Süveyş Kanalına kadar yolun güvenli hale getirilmesi ve Süveyş Kanalı’ndan da Akdeniz’e ulaşma hedefi güdülürken ikinci şekilde ise İran’ın direk Akdeniz’e ulaşma hedefi olduğunu görüyoruz. İran’ın, Akdeniz’e ulaşma hedefinin en önemli sebebi kendisine uygulanan ambargodur. İran bu ambargo karşısında kendine ticari yollar açarak bu ambargonun zaman içerisinde geçerliliğini yitirmesini hedeflemektedir.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği petrol satın alan ülkeleri kendi yanlarına çekerek, İran’ın petrol ticaretini engellemeye çalışmaktadırlar. Buna karşılık İran, dünya petrol ticaretinin %20’sinin gerçekleştiği Hürmüz Boğazını kapatmakla tehdit etmektedir.
Hürmüz Boğazı ayrıca dünya deniz ticaretinin yüzde 35’inin yapıldığı stratejik bir noktadır. İran’ın burayı kapatması durumunda petrol fiyatlarının hayali rakamlara ulaşacağı ön görülürken ayrıca deniz yoluyla ulaşımı sağlanan ürünlerde de ciddi fiyat artışları olacağı ön görülmektedir. Bundan dolayıdır ki ABD ve AB ambargolara rağmen İran’ın bazı ticaretlerine göz yumuyor ve özellikle Asya ülkeleriyle yaptığı petrol ticaretine karışmıyor.
İran petrol satışının %24’ü Çin’e, %18’i Hindistan’a, %14’ü Güney Kore’ye, %9’unu Türkiye’ye, %7’si İtalya’ya, % 5’i Birleşik Arap Emirlikleri’ne, %5’i Japonya’ya, %5’i Fransa’ya yapılırken geri kalan %13’lük kısım ise diğer ülkelere yapılmaktadır. İran Türkiye için enerji kaynakları konusunda önemli bir alternatiftir. İran bu stratejik öneminin kendisine açtığı alanda Akdeniz’e ulaşmak için Şii Hilali ve buna benzer stratejiler gütmektedirler.
ABD, İran’ın gütmüş olduğu bu stratejilerin faaliyet alanlarını engelleyebilmek için ise İran’ın etken olduğu alanlarda kendine tabii yapılanmalar oluşturmaktadır. Bunların en önemlileri Irak’ın Kuzey’inde kurulan Barzani yapısı ve Suriye’nin Kuzey’inde bulunan PYD yapısıdır. ABD’nin bu yapıları oluşturmasındaki tek hedef İran’ın Akdeniz’e ulaşmasını engellemek olmasa da ABD açısından önemli bir nedendir.
İran’ın “Suriye” özelinde projeleri nelerdir?
Şii Hilali, İran planlarına göre uzun vadeli bir vizyonun ürünü olarak karşımıza çıkıyor. İran kısa vadede ise öncelikle olarak Akdeniz’e en kısa yoldan ulaşmayı hedeflemektedir. Bu hedef ilk etapta İran-Irak-Suriye üzerindeki karayolundan hedeflenmektedir. Bu plan dâhilinde İran, Irak’ta kullanabileceği çoğu Iraklı olan ve Devrim Muhafızları’nın destek verdiği Haşdi Şabi örgütünü kurmuştur.
Bu örgüt bir yandan IŞİD vb örgütlerle savaşırken öte yandan da İran’ın bu planına hizmet edebilmek için Irak’ta konumlanmaya çalışmışlardır. Bu konumlanma İran’ın istediği gibi olmasa da Irak sahasında önemli bir güç haline gelmişlerdir. İran’ın istediği gibi olmadı diyoruz çünkü İran Irak’ın Kuzey’inde daha etkili olmak istemiş fakat ABD destekli Barzani kuvvetleri İran’ın o bölgede etkin olmasını engellemiştir. İran bugün Irak’ın güneyi, Bağdat çevresi ve Suriye Deyr-i Zor sınırında etkili olmayı başarmışlardır.
Irak Kuzeyi’nin yanı sıra ABD, Suriye’nin Kuzeyi’nde de PYD yapılanmasını oluşturmuş ve İran’ın destek verdiği Suriye Hükümeti dâhil bu blokta yer alan kuvvetlerin Kuzeyde konuşlanmasını engellemiştir.
ABD’nin Irak ve Suriye’de Kuzey kısımlarını kontrol altında tutmasının hedefi Irak’ta başlayan ve Suriye’de devam eden bu koridoru Akdeniz’e ulaştırmak ve kurulacak olan sözde Kürdistan’ın Türkiye’ye ihtiyacı olmadan ticaret yapabilmesini sağlamaktır. ABD’nin bu planı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’ye girmesiyle gerçekleşmemiş olsa da ABD bu planından vazgeçmemiştir. Irak’ta Barzani’yle anlaşamayan İran, Suriye’de de PYD’yle anlaşıp Akdeniz’e ulaşmayı denese de bu görüşmelerden sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine 26 Mart 2019 Tarihinde Suriye’ye İran Genelkurmay Başkanı, Irak Genelkurmay Başkanı Suriyeli yetkililerle bir araya gelmiş ve Tahran’dan Suriye’nin Lazkiye kentine kadar Irak’ta Irak Ordusu ve Haşdi Şabi, Suriye’de ise Suriye Ordusu’nun elinde bulunan bölgelerden tek hat halinde değil de gerekirse zig zaglar oluşturularak güvenli bir karayolu oluşturulmasına karar verildi.
İran, ABD’nin Irak’ta engellemeler yapması halinde ise ciddi çatışmaların çıkacağını ima etmesi dikkat çekici olmuştur. Suriye, Irak ve İran arasında yapılan bu anlaşmanın sonucunda Lazkiye Limanının işletmesi tam olarak İranlılara tahsis edilmesi konuşulmuş fakat daha sonra burayı Rusya almıştır. Bu sıradan bir liman işletmesi olarak görülmemelidir.
Akdeniz’e ulaşmak için ilk adımda İran’ın tek planı bu mudur diye sorduğumuzda ve yakın geçmişte İran’ın atmış olduğu adımları göz önünde bulundurduğumuzda cevabımız hayır oluyor. İran yakın geçmişte El Cezire’de bulunan (Fırat’ın Doğusu) aşiretler aracılığıyla PYD ile anlaşmaya bile yanaşması Akdeniz’e çıkabilme uğruna ABD’yle de masaya oturabileceğini gösterdi. Fakat PYD’nin İran’a yanaşmaması ve Türk Ordusu’nun Suriye’ye girişiyle bu plan rafa kalkmıştır. Hatta bugün ABD’nin, İran’ın belki de en önemli kuruluşu olan Devrim Muhafızlarını “terör örgütü” olarak nitelemesi PYD ile İran’ın anlaşma olasılığını bir hayli düşürmüştür.
İran’ın PYD ve benzeri yapılarla anlaşamayacağı ortaya çıkınca İran Suriye’de Suriye Hükümeti’ni dikkate alarak projelerini geliştirme kararı almıştır. Bu karar ışığında yukarıda bahsettiğimiz Lazkiye Limanı ve Tahran’dan Şam’a karayolu projelerinin yanı sıra bir de demiryolu projesini hayata geçirmeyi planlamaktadır. İran projenin ilk ayağını 2015 yılında Irak’ın Enbar ilinden başlayarak Suriye’nin Deyr-i Zor kentine kadar yaklaşık 375 km’lik bir hattın inşası oluşturacak. Bu hattın finansmanı İranlı şirketler tarafından sağlanacak. Hattın inşasının 2019 Mayıs ayında başlaması bekleniyor.
İran ve Irak Genelkurmay Başkanları’nın Şam ziyaretinde bu projenin de güvenliğinin sağlanması konusunda da anlaşma sağlanmıştır.
İran’ı Akdeniz’e ulaştırması planlanan projeler askeri ve iktisadi projelerle sınırlı değil. Suriye Hükümeti merkezli stratejiler geliştiren İran, 2018 yılı ikinci yarısı itibariyle sosyal projeler de yapmaya başlamıştır. Bu projeler savaş başında “Şiileştirme projeleri” olarak bilinen projelerdi. Fakat bu tür projelerin Suriye Halkından destek görmemesi üzerine İran, 2018 yılı Temmuz ayı itibariyle Irak üzerinden Suriye’ye getirdiği Afgan savaşçıların Suriye vatandaşlığı almasını sağlamıştır.
Sayıları aileleriyle beraber 50 bini bulan Afgan asıllı yeni Suriye vatandaşları bugün Halep ve civarında ikamet etmektedirler. Fakat asıl hedef bu nüfusun Şam’da tamamı 2012-2017 yılları arasında farklı muhalif ve terör örgütlerinin kontrolü altında bulunan ve 2018 yılı itibariyle bu gruplardan tamamen temizlenen Doğu Guta’ya taşınmasıdır. Bu hedef doğrultusunda Suriye Hükümeti savaştan önce ev sahibi olanların yeniden inşa edilecek bölgelerde ev sahibi olabilmesinin şartlarını “mülk edinme” kanununun onuncu maddesinde düzenleme yapmış ve Suriye’den göçmüş vatandaşların 2020 Mart ayına kadar Suriye Arap Cumhuriyeti’ne müracaatta bulunmaması halinde bu haklarını kaybedecekler.
Ve bir yıl boyunca savaş öncesi tam 400 bin vatandaşın yaşadığı Doğu Guta’nın eski nufüs yoğunluğuna kavuşmaması halinde şimdilik Halep’te yerleştirilen yeni vatandaşlar buralara yerleştirilecek. Doğu Guta’nın Şam’da bulunmasının yanı sıra diğer stratejik bir önemi de Şam’ın en önemli ziraat bölgesi olmasıdır. İran’ın Suriye’de atmaya hazırlandığı stratejik adımlarında bu nüfusu gelecekte Şam Hükümeti’ne baskı aracı olarak kullanacağı yorumları da yapılmaktadır.
Peki, Şam Hükümeti bunu bile bile böyle bir stratejik adımın atılabilmesi için kanun çıkarmasının nedeni ne olabilir? Burada Şam’ın asıl hedefi göç etmiş vatandaşların Suriye Hükümetini meşru kılacak başvurular yapmalarını sağlamak. Bu ilk hedef… Diğer bir amaç ise Doğu Guta’nın yeniden inşasında İran’dan hibe alırken olabildiğince Batı’dan az destek almaktır.
Suriye’de bildiğimiz üzere ABD, İsrail, İran ve Rusya’nın çeşitli planları bulunmaktadır. Burada İsrail ve ABD’nin hedefi Suriye’nin bölünmesini sağlamak ya da en azından gelecekte bölünmesini sağlayacak yeni bir yapı oluşturmakken Rusya ise kendi askeri üslerinin güvenliğini sağlama derdinde…
Rusya bu güvenliği sağlamak uğruna her türlü planı kabul edebilir. İran ise Suriye’de tabiri caiz nefes borusunu oluşturmaya çalışmaktadır. Kimi zaman askeri kimi zaman ticari ve sosyolojik çalışmaları yürüten İran’ın diğerlerinden farkı ise İran Devletinin bekası için bunları yapmak zorunda olmasından kaynaklanıyor. İran’ın yaşaması bugün bir nevi Suriye’nin içinde bulunduğu süreçten sağlıklı çıkmasına bağlıdır.
Bugün sahadaki diğer önemli bir aktör de Türkiye’dir. Bugün Suriye’nin Kuzey’indeki terör yapılanmasından en çok rahatsız olan ve etkilenecek olan ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin bu yapıya derhal müdahale etmesi de zaten bundandır. Suriye toprak bütünlüğünü kendi sınırlarının güvenliği için isteyen Türkiye, bu açıdan baktığımızdan İran’a hepsinden çok yakındır. Tabii Türkiye’nin bu stratejiye uygun kararlı siyasi adımları atmamış olması Rusya’yı da ortada bırakmaktadır. Bugün Türkiye Suriye’nin bütünlüğü ve üniter yapısı kapsamında ABD’ye karşı politikalar gütse muhakkak Rusya da Suriye’nin bölünmesini engelleyecek adımları atmaya razı olacak hatta PYD’nin terör örgütü olduğunu kabul edecektir. Bu işin Suriye kısmına da bakacak olursak Türkiye’nin bölgesel ekonomik kalkınmada bir merkez olabileceği de aşikârdır.
Deniz BÜSTANİ (Suriye’de görev yapan gazetecidir. Ortadoğu üzerine yayınlanmış çalışmaları olup Suriye ana çalışma alanıdır.)
YENİ HABERLER
YORUMLAR
Henüz hiç yorum yapılmamış.