RUSEN[ANALİZ]: Türkiye’nin uzun menzilli hava savunma ihtiyacı ve S-400 hava savunma sistemi
Tarih boyunca insanların topluca yaşadıkları ortamları savunmak için önlem almaları en doğal davranışlardan biri olmuştur. Günümüzde, modern ulus- devlet yapılarında da savunma en öncelikli konulardan biri olmaya devam etmektedir. Uluslararası ilişkilerde yaşanan sorunların çözümü için devletlerin genel olarak iki yönteme başvurdukları görülmektedir. Bunlardan bir tanesi siyasi çözüm, diğeri ise askeri güç kullanılmasıdır. Dolayısıyla, her devlet, diğer devletlerle olan ilişkilerinin herhangi bir safhasında kendisine karşı askeri güç kullanılması yoluna gidilebileceğini hesaba katarak önlemler alır.
Bu önlemlerin bir kısmı sahip olunan kritik tesis ve şehirlerin korunmasına yönelik savunma sistemlerinin kurulmasını gerektirir. Ülkelerin, bu sistemlerin neler olması gerektiğini doğru bir şekilde belirleyebilmeleri için de tehdit değerlendirmesi yapmaları gerekir. Tehdit değerlendirmesini yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli husus hısım olabilecek ülkelerin sahip oldukları askeri imkan ve kabiliyetler ile niyetleridir. Hangi ülkenin sizin devletinize karşı ne gibi niyetleri olabilir ve hangi imkan ve kabiliyetlere sahiptirler, bunları çeşitli istihbarat yöntemlerini kullanarak öğrenmek ve bilmek zorundasınız.
Türkiye’nin savunması konusunda da, yakın çevremizden başlayarak uluslararası sistemde şu ya da bu düzeyde ilişkide olduğumuz ülkelerin niyetleri ve sahip oldukları imkan ve kabiliyetlerin bilinmesi gerekmektedir. Bu tespitler yapıldığında daha sınırlarımızın hemen ötesinden başlayan coğrafyada bir çok ülkenin oldukça donanımlı hava gücüne, yani uçaklara, balistik füzelere ve seyir füzelerine sahip oldukları görülecektir. Bu durum Türkiye’nin sadece doğu ve güneydoğu komşuları için değil, adeta 360 derece tüm komşularımız için geçerlidir. Yakın komşularımızın Türkiye ile ilgili niyetlerini de aklımıza getirdiğimizde, sahip oldukları imkan ve kabiliyetleri hesaba kattığımızda, ortada dikkate alınması gereken bir tehdit olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Devleti yönetenler, tehditler karşısında “bir şey olmaz” mantığı ile değil, “ya olursa” prensibi ile hareket etmek zorundadırlar. Dolayısıyla, karşı karşıya bulunulan tehdidin bir boyutu diğer ülkelerin sahip oldukları hava gücünden kaynaklanıyorsa, bu durum karşısında muhakkak önlem alınması gerekmektedir.
Soğuk Savaş yıllarında Doğu ile Batı blokları arasındaki nükleer dehşet dengesinin ana unsurlarından birisini oluşturan, 1970’li yıllardan itibaren Türkiye’nin komşularının envanterine de girmeye başlayan balistik füzelerin Türk kamuoyunun gündemine gelmesi ve Türkiye’nin tehdit algılamaları arasında kendine yer bulması 1991 Körfez Savaşı sırasında olmuş, Irak’ın Scud ve türevi balistik füzelerine karşı Türkiye’nin kendini koruyacak imkânlara sahip olmadığının fark edilmesi kaygı ve şaşkınlık yaratmıştır. Irak’ın mağlup olması ve tehlikenin geçmesinden sonra bu konudaki farkındalık ve kaygılar unutulmuş, konu 2003’de kadar Türk kamuoyunun gündeminden çıkmıştır.
2003’de Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’a yönelik işgal harekâtı sırasında Saddam Hüseyin rejiminin denetimlerden kaçırarak bir kenara saklamış olabileceği balistik füzelerle komşu ülkelere intikam saldırılarında bulunabileceği iddiaları ve bazı Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü (North Atlantic Treaty Organization – NATO) üyelerinin bu türden bir tehdidi bertaraf etmek için Doğu Anadolu’ya Patriot hava savunma sistemleri konuşlandırması konusunda gösterdiği isteksizlik, Türk kamuoyunun ve siyasi mercilerinin dikkatini tekrar füze tehdidi üzerinde yoğunlaştırmıştır. 1991’deki Körfez Savaşından sonra Türkiye’de resmi makamlar füze savunma yeteneklerinin süratle ve birinci öncelikle tesis edileceği yönünde açıklamalar yapmıştır. Ancak bu yönde somut bir adım atılmamış, 8 yıl aradan sonra konunun başka bir boyutuyla tekrar gündeme gelmesi için NATO’nun Kasım 2010’daki Lizbon Zirvesi’nin beklenmesi gerekmiştir.
Lizbon Zirvesi’nde Türkiye, İttifak’a yönelik balistik füze tehdidinin birincil ve öncelikli kaynağı olarak İran’ın adının açık bir şekilde zikredilmesine karşı çıkarak gerek yurtiçi gerekse uluslararası kamuoyunda tartışma yaratmıştır. Lizbon Zirvesi’nden sadece 9 ay sonra bu kez de, İran’dan fırlatılacak balistik füzelere yönelik olduğu hakkında hiç kimsenin tereddüt duymadığı bir füze tespit radarının ABD tarafından Kürecik/Malatya’ya konuşlandırılmasına Ankara tarafından onay verilmesiyle, füze kalkanı iç siyasi tartışmaların ve kamuoyu gündeminin öncelikli konularından birisi konumuna yükselmiştir. Bu radara gerçekten gerek duyulup duyulmadığı, Türkiye’nin savunma ve dış politika dinamikleri üzerindeki yansımaları, iktidardaki hükümetin ABD ile ilişkileri, Kürecik’teki radarın İsrail’in füze savunmasına katkısının olup olmayacağı gibi muhtelif açılardan irdelenir ve hararetli şekilde tartışılır olmuştur.
Balistik Füze Tehdidi
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası tarafından geliştirilerek İngiltere ve Belçika’daki hedeflere karşı kullanılan balistik füzeler, askeri stratejinin birçok boyutu ve veçhesini geri dönüşü olmayacak şekilde değiştirmiştir. Balistik füzeyi diğer saldırı silahlarından ayıran belki de en önemli özelliği, isminde barındırdığı “balistik” olgusunun bir yansıması olarak, fırlatılmasını takiben dik açıya yakın bir açıyla atmosferin üst tabakaları ve uzaya doğru süratle yükseldikten sonra dünyanın çekim gücüyle yavaşlayıp uçuşunun tepe noktasına ulaştığında, yer çekimini kullanarak bu kez daha büyük bir süratle hedefine doğru tepeden dalışa geçmesidir. Rakamsal bir örnek vermek gerekirse; 250 kilometre (km) menzile sahip, yani 250 km mesafedeki hedefleri vurabilecek kapasitedeki İkinci Dünya Savaşı’nın Alman V-2 füzeleri yerden 100 km (atmosfer-uzay sınırına) kadar yükselmekte ve yere doğru tekrar dalışa geçtiklerinde 2.500 km/saat, yani ses hızının 2 mislinden fazla bir sürate ulaşmaktadırlar.
Balistik füzenin menzili arttıkça, ulaştığı irtifa ve buna bağlı olarak hedefine doğru dalışa geçtiğindeki sürati de artmaktadır. Örneğin, günümüzde İran’ın balistik füze envanterinin temelini oluşturan Şahap-3 füzelerinin 1.300 km menzilli türevi için tepe noktası takribi 300 km’ye, yani 100 km’de sona eren atmosferin bir hayli dışına, yere yaklaşma sürati ise 5.500 km/saat, yani ses hızının 5 misline yükselmektedir. 5.500 km ve daha üstündeki menzillere sahip kıtalararası balistik füzeler söz konusu olduğunda, tepe noktası artık uzayın derinlikleri sayılabilecek birkaç bin kilometreye, yere yaklaşma sürati ise ses hızının 10-15 misline ulaşmaktadır.
Yüksek sürat ve uçuşunun bir kısmını uzayda gerçekleştirerek hedefe doğru tepeden yaklaşma şeklinde özetlenebilecek bu füzelere karşı korunma yolları arayan ülkeler açısından önemli bazı zorlukları beraberinde getirmektedir. Her şeyden önce 250-300 km civarında menzile sahip bir balistik füze için 3 dakika, 1.300 km menzile sahip bir füze içinse 10 dakikadan az olan uçuş süresi, hedef alınan ülkeye tanınan reaksiyon süresini başka hiçbir silah sisteminde görülmediği kadar kısaltmaktadır. Dolayısıyla, balistik füze saldırısının hedefindeki bir ülkenin fırlatılan füzeyi tespit edip yere yaklaşık temas noktasını belirlemek, ardından bu noktada eğer varsa savunma önlemlerini devreye sokmak için sahip olduğu zaman dakikalar, hatta saniyelerle ölçülür. Füze savunmasının özel gereksinimlerine göre yapılandırılıp elden geçirilmediği sürece, Dünya’daki hiçbir ülkenin klasik manadaki hava savunma önlemleri ve mimarisi, bu kadar kısa sürelerde reaksiyon verip arzu edilen sonuçları sağlayabilecek silah sistemlerine, komuta-kontrol unsurlarına, karar ve yetkilendirme süreçlerine sahip değildir.
Savunma önlemleri açısından ikinci zorluk, balistik füzelerin savaş uçakları ve diğer konvansiyonel hava tehditlerine kıyasla hedefe çok daha yüksek yaklaşma süratine sahip olmalarından, ayrıca alışılmışın dışında bir uçuş hattı izleyerek uçuşlarının önemli bir kısmını uzayda gerçekleştirdikten sonra yere neredeyse dik açıyla yaklaşmalarından kaynaklanmaktadır. Bu sıra dışı özellikler, bir ülkenin sahip olduğu ve atmosfer içinde uçan hedeflere karşı geliştirilmiş hava savunma silahlarını ve taktiklerini etkisiz ve çaresiz kılmaktadır. Hava savunma radarlarının pek çoğu balistik füzeleri tespit edecek tarama açı ve tekniklerine sahip değildir. Savaş uçaklarının da balistik füzelere karşı etkili olabilecek silahları yoktur. Normalde uçakları durdurmak üzere dizayn edilmiş uzun menzilli satıhtan-havaya füze sistemleri ise doğru zamanda ve doğru yerde, yani balistik füzenin hedefinin yeterince yakınında konumlanmış olsalar bile, “havadaki mermiyi başka bir mermiyle vurmak” şeklinde ifade edilebilecek füze savunmasının gerektirdiği manevra yeteneğine ve güdüm hassasiyetine sahip değillerdir. Sonuç olarak, füze savunmasının özel gereklerine göre tasarımlanmış veya tadil edilmiş algılayıcı ve silah sistemleri devreye sokulmadığı sürece, geleneksel hava savunma önlemleri balistik füze tehdidi karşısında çaresiz kalmaktadır.
Balistik füzelere karşı savunma önlemlerini güçleştiren üçüncü bir husus ise nispeten kolay gizlenip taşınabilmeleri, ayrıca ateşlenmeleri için kapsamlı altyapı veya tesislere ihtiyaç göstermemeleridir. Dolayısıyla, balistik füzelere karşı “ön alma” olarak tabir edilen ve daha fırlatılmadan önce yerde imha edilmelerine yönelik müdahaleler de kolaylıkla yapılamamaktadır. Balistik füzeler genelde bir ülkenin yollarında yüzlercesine rastlanabilecek sıradan kamyonlardan ayırt edilemeyen taşıyıcı araçlar üzerinde taşınmakta veya yer altındaki korunaklı silolarda muhafaza edilmektedir. Bunların geniş arazi dilimleri üzerinde bulunup imha edilmesi samanlıkta iğne aramaya benzetilebilir. Bu türden bir askeri harekât teoride mümkün olsa dahi, rakip ülkenin hava gücü ve hava savunma unsurlarının daha çatışmanın başında saf dışı bırakılması, büyük miktarda keşif ve muharip unsurun bu göreve tahsis edilmesi ihtiyacı ve girişimin başarıya ulaşması için uzun zamana ihtiyaç duyulacak olması gibi sebeplerle, gerçek hayatta uygulama bulması ve başarıya ulaşması zayıf bir ihtimaldir.
Tüm bu nitelikleri ve avantajlarından dolayı balistik füzeler, özellikle ileri ve modern bir hava gücünün gerektirdiği finansal, insan gücü veya teknolojik imkânlara sahip olmayan ülkeler açısından cazip bir seçenek olarak ön plana çıkmış ve komşularının üstün askeri gücüne karşı stratejik bir denge unsuru arayışı içerisindeki ülkelerce tercih edilir olmuşlardır.
Türkiye’nin komşuları arasında yer alan Sovyetler Birliği’nin 1950’li yıllardan itibaren giderek artan yetenek ve çeşitlilikte balistik füzeleri envanterine dâhil etmiş olması, ardından Soğuk Savaş’ın ilk evresinde ABD’nin Türkiye topraklarına nükleer başlık taşıyan Jüpiter füzelerini konuşlandırması, Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın balistik füzelere hiç de yabancı olmadığına işaret etmektedir.
Diğer taraftan, Sovyetler Birliği’ne ait balistik füzeler Soğuk Savaş yıllarında Türkiye’nin tehdit algılamaları ve ulusal düzeydeki savunma planlamalarında kendine yer bulamamıştır. Yıllar içerisinde Türkiye’nin Yunanistan haricindeki tüm komşuları (Suriye, Irak, İran, Bulgaristan) balistik füzelere sahip olmaya başladığında da Türkiye’nin füze tehdidine yönelik savunma politikaları, NATO çerçevesinde sahip olunan ya da en azından sahip olunacağına inanılan güvenlik garantileri üzerine şekillenmeye devam etmiş ve Batı İttifakı’nın sağladığı garantilerin bölgesel güçlere ait füzeler karşısında da devreye gireceği varsayılmıştır. Fakat, daha önce de değinildiği üzere 1991 Körfez Savaşı ve 2003 Irak harekatı öncesinde bazı NATO müttefiklerinin İttifak’ın ortak savunma hükümlerini devreye sokarak Türkiye’nin yardımına koşmakta sergilediği isteksizlik, Türkiye’yi füze tehdidine yönelik olarak kendi ulusal politika ve savunma önlemlerini şekillendirmeye zorlamış, ama bu kez de füze savunmasının gerektirdiği astronomik mali kaynaklar ciddi bir engel olarak Türkiye’nin karşısına çıkmıştır.
Bölgedeki balistik füzeler.
Menzil (km) | Menşei | Kullanan bölge ülkeleri | |
Scud-B | 320 | SSCB, K.Kore Suriye, İran, Ermenistan, Gürcistan, | |
Scud-C | 600 | K.Kore | Suriye, İran |
Şahap-3 | 1.300-1.900 | İran (K.Kore) | İran |
Sejil-2 | 2.000+ | İran | İran |
DF-3 (CSS-2) | 2.700 | Çin H.C. | Suudi Arabistan |
Jericho-2 | 1.500 | İsrail | İsrail |
Jericho-3 | 4.800 | İsrail | İsrail |
SS-26 İskender | 400 | Rusya | Rusya |
SS-21 Tochka | 120 | SSCB | Suriye, Rusya, Ermenistan |
ATACMS | 145 | ABD | Türkiye, Yunanistan |
Özetlemek gerekirse, kendi başlarına ortaya koydukları tehdidin ötesinde nükleer silahların doğrudan bir uzantısı olarak görülmeleri sebebiyle balistik füzelerin, önümüzdeki 10 veya 20 yıllık zaman diliminde Türkiye’nin güvenliğine yönelik öncelikli dış askeri tehdit kategorilerinden birisini teşkil edeceği ve bu çerçevede balistik füze tehdidi etrafındaki tartışmalar ile girişimlerin de Türkiye’nin dış güvenlik ve savunma gündeminin öncelikli konusu ve meşguliyetini oluşturacağı öngörüsünde bulunulabilir. NATO’nun güvenilirliğini yitirdiği bir ortamda çıkarlarına engel olarak gördüğü Ülkelere yönelik balistik füze saldırılarında bulunmaktan çekinilmeyeceği” aşikardır. İlaveten, “nükleer İran” faktörünün de önümüzdeki dönemde Türkiye’nin güvenlik ve savunma politikalarını şekillendirmekte daha fazla ağırlık taşıyacağı öngörülmelidir. Bu kapsamda Balistik füze tehdidi karşısında Türkiye’nin sahip bulunduğu tek gerçekçi seçenek aktif füze savunmasının tesis edilmesidir.
Uzun menzilli Hava savunma sistemi ihtiyacı:
En gelişmiş istihbarat toplama imkanlarına sahip ülkeler dahi, kendilerine tehdit oluşturduğunu bildikleri aktörlerin ne zaman, nerede ve ne kapsamda bir saldırıda bulunacaklarını tespit etmeleri her zaman mümkün olmamıştır. Bu sebepledir ki, uluslararası güvenlik ve askeri tarih literatüründe “sürpriz saldırı” en önemli konu başlıklarından biri olmuştur. Türkiye’nin hemen güneyinde uzun yıllardan beri yoğun çatışmalar devam etmektedir. Bu süreçte Türkiye’ye yönelik bir kısmı hava unsurlarının kullanıldığı saldırılar ya da tacizler olmuştur. Bundan sonra da olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu düşünmek abartılı olmayacağına göre, Türkiye’nin hava savunma ihtiyacının acil bir ihtiyaç olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır.
Türkiye, artık sadece Doğu’dan değil Batı’dan gelebilecek tehditlere de odaklanmalıdır. Türkiye artık güvenliğine yönelik Doğu’dan bir tehdit gelmesinden ziyade Batı’dan gelecek olası bir hava taarruzuna odaklanmış durumdadır.
Türkiye, NATO’nun “Füze Kalkanı” olarak bilinen ortak hava savunma sisteminin içinde olsa dahi tamamen coğrafi ve teknik sebeplerle hava sahasının tümünün İttifak tarafından korunması mümkün olmayacaktır. Bu sebeple, bir şekilde, ek hava savunma sistemine sahip olması gerekecektir.
Türkiye’nin hali hazırda sahip olduğu kısıtlı sayıda ve kısıtlı kapasitede hava savunma sistemleri bulunmaktadır. Ancak, güncel ve gelecekteki tehdidin boyutları ile “sürpriz saldırı” ihtimali dikkate alındığında kesinlikle yeterli olmayacaktır. İşte tam da bu sebepledir ki, Türkiye aslında oldukça uzun bir süredir kapsamlı hava savunma sistemi kurmak çabası içindedir.
Türkiye çok uzun yıllardır hava savunma sistemlerine sahip olmak için girişimlerde bulunmuştur. 1991 Körfez Savaşı sırasında Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın işgal ettiği Kuveyt’i kurtarmak için bölgeye gelen ve büyük çoğunluğunu Amerikan askerlerinin oluşturduğu Koalisyon Kuvvetleri’nin konuşlandırıldığı Ürdün’e, Suudi Arabistan’a ve hatta İsrail’e Irak’ın attığı SCUD füzelerine karşı Amerikan Patriot hava savunma sistemlerinin kullanılması tüm dünyanın dikkatini çekmişti. Bu tarihten itibaren, Türkiye olarak, hem NATO içinde, hem ikili düzeyde askeri stratejik ilişkilerimizin olduğu Amerika’dan Patriot hava savunma bataryalarını almak için girişimlerde bulunulmuştur. Türkiye ile ABD arasında süren görüşmelere, 1990’lı yılların ortalarında Türk-İsrail ilişkilerinde hızlı gelişmeler kaydedilmesi ve askeri boyutun bu ilişkilerde ön plana çıkmasıyla, İsrail de dahil olmuştur. İsrail-ABD ortaklığında geliştirilen “Arrow-II” adlı hava savunma sistemi geliştirme projesine Türkiye’nin de dahil edilmesi olasılığı gündeme gelmiştir. Ancak, bu konuda uzun yıllar süren görüşmelerden bir sonuç alınamamıştır.
Türkiye Nato’nun Füze kalkanı kapsamı dışındadır. NATO tarafından “Füze Kalkanı’nın kapsama alanı dışında kalan bölgelere Patriot veya benzeri sistemler yerleştirilebileceği” söylensede bugüne kadar bir adım atılmamıştır. Haziran 2012’de Suriye tarafından Türk Hava Kuvvetlerine ait uçak düşürülmüştür. Türkiye konuyu NATO’ya taşımış, talep edilen hava savunma sistemleri Aralık 2012’de yani 6 ay sonra ancak konuşlandırılabilmiştir. Bunun sebebinin önemli ölçüde siyasi olduğunu söyleyebiliriz. Bununla bağlantılı ikinci husus ise, Suriye sınırına yakın bölgelere Patriot bataryalarını konuşlandıran Hollanda ve Almanya,nın Türkiye ile yaşadıkları siyasi sorunlar sebebiyle, iki yıl geçmeden sistemlerini geri çekme kararı almalarıdır. Dolayısıyla, ülke güvenliği açısından stratejik önem arz eden askeri sistemlerin siyasi polemikler yaşanması sonucunda kolayca geri çekilebilecek olmasını da hesaba katılması gerekmektedir.
15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında hava kuvvetlerindeki oluşan pilot açığı sonrası Yunanistan’la Ege adaları üzerindeki gerginlik tekrar baş göstermiştir. Yunanistan’ın arkasındaysa Almanya ve ABD’nin olduğu bilinmektedir. Bu tehdit algılamasına karşı, Türkiye’nin de kendi Hava savunma sistemini kurmasına kimsenin itiraz etmesini gerektirir.
Füze Savunma Sistemleri
Adı Önleme mesafesi İrtifa Hizmete Girdiği/Gireceği yıl
Patriot PAC-2 | 600 | Alt katman (~12 km) | 1990 |
Patriot PAC-3 | 1.000 | Alt katman (20-40 km) | 2002 |
THAAD | 1.000-3.000 | Atmosfer içi ve dışı (100-150 km) | 2010 |
SM3-IA | 3.000 | Atmosfer dışı | 2006 |
SM3-IB | 3.000-5.500 | Atmosfer dışı | 2015 |
SM3-IIA | 5.500 | Atmosfer dışı | 2018 |
SM3-IIB | >5.500 | Atmosfer dışı | 2020 |
GMD | >5.500 | Atmosfer dışı | 2006 |
Arrow
|
1.000-3.000
|
Atmosfer içi (40 km) | 2000
|
ABD, İsrail ve Avrupa ülkelerinin yanı sıra, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti de balistik füzeleri önleyebilecek sistemler geliştirmiş ve geliştirmeye devam etmektedir. Ancak bunlar genelde, kökeni Sovyetler Birliği’ne uzanan S-300 hava savunma sisteminin balistik füze önleme yeteneği kazandırıldığı ifade edilen türevleridir ve özellikle uzun menzilli balistik füzelere karşı etkinliklerinin ne olacağı henüz açıklık kazanmamıştır.
Karar ve Tedarik sürecinde yaşanan gelişmeler
Yukarıda açıklanan gelişmelerden sonra Türkiye ilk olarak, 2015 yılında uzun menzilli füze savunma sistemi satın almak için bir ihale açmıştır. İhaleyi, 3,4 milyar dolar ile Çinli bir şirket kazanmıştır. Şirket aynı zamanda Türkiye’ye teknoloji transfer etmeyi de kabul etmiştir. Ancak, o dönemde ABD ve NATO’nun tepki gösterdiği bu ihale daha sonra iptal edilmiştir. İhalenin iptal edilmesinin ardından Türkiye, farklı ülkelerle füze savunma sistemi için görüşmeler yapmaya başlamıştır.
Türkiye’nin O dönemde ABD savunma şirketi Lockheed Martin ve Avrupa füze ortak girişim grubu MBDA tarafından geliştirilen Orta Menzilli Hava Savunma Sistemi (MEADS) satın alması gündeme gelmiştir. Kasım 2016’da Rusya ile S-400 için görüşmeler yapıldığı açıklanmıştır. Eski Savunma Bakanı Fikri Işık, Nisan 2017’de yaptığı açıklamada, Türkiye’nin “acilen” hava savunma sistemine ihtiyacı olduğunu ve NATO üyesi olarak öncelikle ittifak içerisinde bu ihtiyacını gidermeye çalıştığını ancak bunun mümkün olmaması üzerine farklı arayışlara gidildiğini’’ söylemiştir.
Türkiye’nin hava savunma ihtiyacını karşılamak yönünde girişimlerinde belirleyici unsur, satın alınması düşünülen sistemlerin fiyatından ziyade, ülkemize sağlayacağı hava savunma yeteneği ve en az onun kadar önemli olan, alınacak sistemlerin zaman içinde teknoloji paylaşımı ve ortak üretim yoluyla Türkiye’de de üretilmesidir. Girişimlerden sonuç alınamamasının belirleyici sebebi Türkiye’nin bu yöndeki ısrarlı ancak haklı talebi olduğu söylenebilir.
Yine o tarihlerde dönemin Savunma Bakanı Işık tarafından “Türkiye’nin füze savunma sistemine ihtiyacı olduğu açık; ancak NATO üyesi ülkeler mali açıdan etkili bir teklif sunmadı’’ açıklaması yapılmıştır. Batı bu konuda isteksiz davranmıştır. Bunun sebebi ellerindeki teknolojik sırları paylaşmak istememelerinden kaynaklanmaktadır. Örnek vermek gerekirse, “Arrow-II” projesinde Türkiye’nin, beklenenin aksine, yer alamamasının ardında, gerek İsrail’in, gerek ABD’nin Türkiye ile en ileri seviyedeki bilim ve teknolojinin kullanıldığı silah sistemine ait sırları paylaşmak istememesi olduğu söylenebilir. Bu konuda Amerikalı yetkililer, ABD’nin değil asıl İsrail’in Türkiye ile teknoloji paylaşımı konusunda çekinceleri olduğunu ifade etmişlerdir. Oysa İsrailli yetkililer de asıl ABD’nin böyle bir paylaşım konusunda çekinceleri olduğunu vurgulamışlardır. Türkiye, müttefiklerinin benzer tutumuna, 1960’lardan itibaren nükleer güç santralleri kurmak istediğinde da maruz kalmıştır. Türkiye’nin sivil nükleer alanda bilimsel ve teknolojik kazanımlarını, zaman içinde özellikle Pakistan ile işbirliği yaparak askeri kullanıma çevireceği endişesini Batı her dönemde yaşamış ve ne yapıp edip Türkiye’nin bu yöndeki girişimlerinin sonuçsuz kalmasını sağlamıştır. Bunun sonucu olarak Türkiye nükleer alanda da, Batı’dan umudunu kesince Rusya ile işbirliği yapma yoluna gitmiştir. Nitekim Suriye meselesinde önemli ortak adımlar atan Türkiye ve Rusya’nın arasında böyle bir alımın gerçekleşmesi son derece gerekli ve yerinde olduğu söylenebilir.
Yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye Uzun menzilli Hava Savunma sistemlerindeki zafiyetin giderilmesi için on yıla yakın çeşitli ülkelerle görüşmeler yapmıştır. Türkiye, S-300, Çin füzeleri ve Patriot alımına ilişkin çalışmalar yapmıştır. Son iki yıldır S-400 alım süreci gündeme gelmiştir. Hem Türkiye hem Rusya tarafından gelen açıklamalara göre imzalar atılmış ve tedarik süreci başlamıştır.
Putin, 12 Eylül 2017 Salı günü sabah saatlerinde Kremlin de yaptığı bir açıklamayla S-400 konusunda Türkiye ile anlaşma yapıldığını bildirmiştir. Türk Savunma Sanayi Müsteşarlığı da 29 Aralık 2017 Rusya’dan S-400 füze savunma sisteminin tedariki ile ilgili varılan anlaşmanın ayrıntılarını açıklamıştır. Anlaşmaya göre biri opsiyonlu iki adet S-400 sisteminin satın alınması öngörülmektedir. İlk sistemin 2020’nin birinci çeyreğinde teslim edilmesi planlanmaktadır. Açıklamada, sistemin kontrolünün tamamen Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olacağı da ifade edilmiştir. Sistemin toplam maliyetinin 2,5 milyar dolar cıvarında olacağı hesaplanmıştır. MSB’nı Akar, sistemin idamesi için eğitim maksadıyla Rusya’ya askeri ve teknik personel gönderileceğini ifade etmiştir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rus yapımı S-400 füze savunma sisteminin satın alınması konusunda imzaların atıldığını ve Türkiye’nin kapora ödemesini Moskova’ya gönderdiğini açıklamasıyla bu anlaşmanın toplam maliyetinin 2,5 milyar doları bulabileceğini öngörüleri çıkmaya başlamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, alımla ilgili olarak bundan sonra Rusya’dan Türkiye’ye kredi aktarımıyla ilgili sürece geçileceğini vurgulamıştır. Cumhurbaşkanı, S-400 konusunda hem kendisinin hem de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kararlı olduğunu da sözlerine eklemiştir.
Yerli ve yabancı basın organlarında çıkan haberlerde, hava savunma sisteminin balistik ve seyir füzeleri de dahil hem kara hem de havadaki hedefleri yok etme kapasitesine sahip olduğu ifade edilmektedir. Türkiye’nin satın alacağı sistemin 24 batarya ve 96 uzun menzilli füzeden oluşması ve ilk teslimatın da 2019 yılında yapılması beklenmektedir. Türkiye’nin satın almayı planladığı sistem, NATO’nun savunma sistemleriyle uyumlu değildir. Ayrıca, NATO, Türkiye’ye savunma alanında bazı kısıtlamalar da uygulamaktadır. Bu kısıtlamalar arasında, Türkiye’nin bu tarz füze sistemlerini Ermenistan ve Yunanistan sınırlarına yakın bir noktaya konuşlandırmaması da yer almaktadır. Rusya’nın Türkiye’ye bu tarz bir kısıtlama getirmesi beklenmemektedir.
S-400 sistemi Hakkında bilgi
Yaklaşık 400 kilometrelik menzile sahip olan S-400 füze savunma sistemi, karadan havaya ateşlenebilmekte ve düşman uçaklarının vurularak düşürülmesinde kullanılmaktadır. Şu anda elinde S-400 füze savunma sistemi olan NATO üyesi bulunmamaktadır. Ancak Yunanistan’ın elinde bir önceki versiyonu olan yine Rus yapımı S-300 füzeleri mevcuttur. Yunanistan, bu füzeleri NATO üyesi olmayan Güney Kıbrıs’tan satın almıştır.
S-400 gibi hava savunma sistemleri, dünyada dört ülke, ABD, Rusya, Çin ve İsrail tarafından yapılabilen komplike sistemlerdir.
Teknik Özellikleri:
Şu anda dünyada kullanımda olan en iyi hava savunma sistemlerinden biri olarak gösterilen S-400, Rusya’nın Soğuk Savaş döneminde geliştirmeye başladığı füze savunma sisteminin dördüncü neslini temsil etmektedir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası savunma sanayine uygulanan bütçe kesintileri nedeniyle tamamlanması oldukça uzun zaman almış ve ancak yeni bir teknoloji olarak değil, eski sistemin devamı olarak geliştirilebilmiştir. Bu nedenle mevcut sistemde kullanılan teknolojinin yüzde 70 ile 80’i bir önceki model olan S-300’den alınmıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve müteakip ekonomik sıkıntılar nedeniyle projede aksamalar meydana gelmiştir. Testlerine 1999 sonunda başlanan sistem 2007 yılında faaliyete alınmıştır. Sistemin ilk deneme atışı 1999 yılında yapılmış olup ilk bataryanın hizmete resmen girişi 2007 yılında gerçekleşmiştir.
S-400, halen Rus Silahlı Kuvvetleri’nin envanterindeki en modern ve güçlü hava savunma silahıdır. S-400’ün öncelikli hedefleri olarak seyir füzeleri, taktik balistik füzeler, radarda düşük görünürlüğe sahip uçaklar ile AWACS ve elektronik harp uçakları belirlenmiştir.
Sistem, insanlı ya da insansız her türlü hava aracının yanı sıra hem seyir (cruise) hem de balistik füzeleri imha etme kapasitesine sahiptir. Azami menzili 400 kilometre, ulaşabilme kabiliyetine sahiptir. En yüksek irtifa da 30 kilometre olup, her hedefe iki füze kilitleyerek, eşzamanlı olarak 80 hedefi vurabilmektedir. En fazla 3 bin 500 kilometre uzaklıktan fırlatılan orta menzilli balistik füzeleri imha etme kapasitesine sahiptir. Sistemin içinde yer alan bir füzenin ağırlığı 1,8 ton, uzunluğu 8 metre ve çapı da yaklaşık 50 santimetredir. Ayrıca 145 kilograma kadar savaş başlığı taşıyabilmektedir.
S-400, S-300 gibi yarı seyyar bir sistemdir. Sistem bünyesindeki farklı platformlar ve fırlatıcı araçlar kamyona montelidir. Faaliyete geçmeleri için uygun bir konuma konuşlanmaları ve kurulmaları gerekmektedir. Bu farklı platformlardan müteşekkil bir sistem, hava savunma komuta kontrol ağıyla iletişime geçerek elde ettiği hedef verilerini paylaşabilmekte, kendisine iletilen bilgileri kullanabilmektedir. Bir S-400 bataryası, bir adet 30K6E muharebe yönetim sistemi, her birinde en fazla 12 adet fırlatıcı bulunan en fazla 6 adet 98J6E atış ünitesi ve bir adet 30Ts6E ikmal biriminden oluşmaktadır. 30K6E muharebe yönetim birimi bünyesinde, 55K6E komuta kontrol birimi ve azami menzili çoğu kaynakta 600 km civarı olarak geçen 91N6E arama radarı bulunmaktadır.
91N6E radarının tespit ettiği tehditler, 92N6E angajman ve atış kontrol radarıyla takip edilmektedir. Açık kaynaklarda 92N6E radarının menzilinin 340 km civarında olduğu kaydedilmektedir. Sistemde farklı fırlatıcı araç ve fırlatıcılar kullanılabilmektedir. Bunlar, 5PE85TE2 çekili fırlatıcı ile MAZ-7910 model araca monteli 5PE85SE2, BAZ-6909-022 model araca monteli 5P90S ve BAZ-64022 model araca monteli 5P90TMU fırlatıcı sistemlerdir. Benzer şekilde tehdit ve hedeflerin niteliğine göre farklı tiplerde füzeler de kullanılabilmektedir. Açık kaynaklara göre bunlar 150-200 km menzilli 48N6E ve 48N6E2 ile 250 km menzilli 48N6E3, 400 km menzilli 40N6E ile balistik füzelere karşı kullanılan 40 km menzilli 9M96E ile bunun 120 km menzilli versiyonu 9M96E2 modelidir. 9M96E ailesinin, hedefin fiziksel olarak çarpma ile imha edildiği “hit-to-kill” prensibine dayandığı bilinmektedir. S-400 sistemi ile birlikte ayrıca opsiyonel olarak 600 km’ye kadar menzile sahip olduğu belirtilen 59N6E ve VHF bandında çalışan 3 boyutlu 1L119 radarlarının da kullanılabildiği kaydedilmektedir.
S-400 Füze Sisteminin Künyesi aşağıdaki gibidir:
Üreticisi : Almaz-Antey silah şirketi
Konuşlandığı Yerler : Moskova, Suriye, Kaliningrad, Kırım
Kullanılmaya BaşlanmaTarihi : 2007
Menzil : 400 kilometre
Hız : Saniyede 4,8 km
Azami Hedef İrtifası : 30 km
Eşzamanlı Takip : 80 hedef
Hedef Türü : Uçak, seyir füzesi, orta menzilli füzeler, İHA ve diğer havadan izleme sistemleri
Sistemin çalışma prensibi :
Uzun menzilli izleme radarı, havadaki nesneleri takip ederek ve gelen bilgiyi komuta aracına göndermektedir. Potansiyel hedefler, komuta aracında değerlendirilmektedir. Hedef tanımlandıktan sonra komuta aracı füzenin fırlatılmasına karar vermektedir. Fırlatmayla ilgili veriler, hedefe göre en iyi konumda bulunan fırlatma aracına gönderilmekte ve buradan karadan havaya füzeler ateşlenmektedir. Angajman radarı ise füzenin hedefine ulaşmasına yardımcı olmaktadır. (Resim-1)
S-400 sistemi nerelerde konuşlanmıştır.
S-400 sistemi ilk olarak 2007 yılında başkent Moskova’nın savunulmasında kullanılmak üzere devreye sokulmuştur. Ancak daha sonra, özellikle Rusya’nın uyguladığı dış politikaya paralel olarak, bazı kritik noktalarda da konuşlandırılmıştır. Bunların başında Suriye’nin Tartus kentinde bulunan Rus hava üssü gelmektedir. Rusya, 2015 yılında hem kendi hem de Suriye hükümetine ait donanma ve hava unsurlarını korumak amacıyla S-400 savunma sistemi yerleştirmiştir. Moskova yönetimi, Kasım 2016’da Baltık Denizi kıyısında Rusya’ya ait olan ancak anakarayla bağlantısı bulunmayan Kaliningrad’a füze savunma sistemi ve İskender füzeleri konuşlandırmıştır. O dönem, ABD bu kararı, “Avrupa’yı istikrarsızlaştırmaya dönük bir adım” olarak eleştirmiştir. Rusya’nın ayrıca Kırım’da da S-400 savunma sistemi bulunmaktadır.
Son dönemde Rusya, çeşitli ülkelerle bu füze savunma sistemini satmak üzere anlaşmalar da yapmaya başlamıştır. Rusya, 2015 yılında Çin’e altı tabur, 2016’da da Hindistan’a 6 milyar dolar karşılığında beş tabur satılması konusunda anlaşma imzalamıştır. Bir tabur, sekiz fırlatıcıdan oluşmaktadır.
NATO ve ABD neden bu anlaşmaya tepki gösteriyor?
Şu anda elinde S-400 füze sistemi olan bir NATO üyesi bulunmamaktadır. Türkiye’ye bu sistemin konuşlandırılması halinde, bu açıdan bir ilk olacaktır. Bununla birlikte, Yunanistan’ın elinde bir önceki versiyonu olan yine Rus yapımı S-300 füzeleri mevcuttur. Yunanistan, bu füzeleri NATO üyesi olmayan Güney Kıbrıs’tan satın almıştır. ABD ve diğer başka NATO üyeleri, bu anlaşmaya iki açıdan karşı çıkmaktadır. İlk olarak askeri açıdan, bu sistemin NATO sistemleriyle uyumlu olmayacağı ve bunun da pratikte bazı sıkıntıları beraberinde getirebileceği uyarıları yapılmaktadır. Uzmanlar, NATO’nun birbirine entegre hava savunma sisteminin bulunduğunu ve Türkiye’nin S-400’ü satın almasının maliyet, nitelik ve teknoloji transferi gibi birçok teknik sorunu beraberinde getirebileceğini ifade etmektedirler. Ayrıca, NATO sistemleriyle ilgili bazı teknik detayların Rusya’nın; Rusya’nın savunma sistemiyle ilgili bazı bilgilerin de NATO’nun eline geçmesinden endişe edilmektedir.
Yapılan itirazın ikinci nedenini ise siyasi gerekçeler oluşturmaktadır. Bu alımın tamamlanması halinde bunun Türkiye’nin NATO ile ilişkilerini yeniden tanımlamak adına attığı bir adım olarak yorumlanabileceği de belirtilmektedir. ABD Savunma Bakanlığı’ndan Ağustos 2018 ayında yapılan açıklamada, bu anlaşmadan “endişe duyulduğu” ve NATO müttefiklerinin ittifakı daha ileriye götürecek şeylere yatırım yapmasının beklendiği ifade edilmiştir.
Sistemin teslimi halinde, Türkiye, S-400 kullanan ilk NATO üyesi olacaktır. ABD Savunma Bakanlığı Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alma planlarını eleştirmiştir. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Albay Jeff Davis, ‘’Türkiye’nin Rusya’dan S-400 karadan havaya füze savunma sistemi alma planlarından endişe duyduklarını ve bu sistemin NATO’nun kullandığı diğer donanımlara uyumsuzluk gösterebileceğini’’ ifade etmiştir.
Davis, Washington’da düzenlediği günlük basın toplantısında, “Genel olarak, müttefiklerin birbiriyle uyum içinde çalışabilen ekipman almasının iyi bir fikir olacağını düşünüyoruz. Birlikte çalıştığımız tüm müttefik ve ortaklarımızın, (NATO) ittifakını daha da ileriye götürecek şeyler satın almasını ve bunlara yatırım yapmasını isteriz” demiştir.
İngiltere’de yayımlanan haftalık The Economist dergisi Türkiye-Rusya ilişkilerine değinmiştir. İki ülkenin “füzelerle” yakınlaştığını savunan dergi, Türkiye ile Rusya’nın dostluğunun NATO’yu kaygılandırması gerektiğini yazmıştır. Yazıda ‘’NATO ile Rusya arasındaki gerginliğin Soğuk Savaş’tan bu yana en üst düzeyde olduğu bir dönemde böylesi bir satış, eğer tamamlanırsa, ittifaka yönelik hesaplanmış bir hakaret olarak görülecektir. Aynı zamanda son yıllarda gözlenen, Sayın Erdoğan’ın, Türkiye’nin esasında NATO’nun ittifakla yüzde yüz entegre olmamış bir üyesi olarak kalmasından memnun olacağı yönündeki algıyı da pekiştirecektir.” ifadelerine yer verilmiştir. Economist, Türkiye’nin NATO’yu sinirlendirmeye 2013’te başladığını, o dönem de Çin’den füze savunma sistemi alma niyetinde olduğunu duyurduğunu belirterek Avrupa Birliği’nin ve ABD’nin o dönem Çin’e yaptırım uyguladıklarını hatırlatmıştır. Türkiye, Çin’in teklifini kabul etmesine gerekçe olarak sistemin daha düşük maliyetli olmasını ve fikri mülkiyet transferi açısından daha iyi koşullar içermesini göstermişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da iki yıl önce yaptığı bir konuşmada “Amacımız, 2023 yılında savunma sanayimizi dışa bağımlılıktan tamamen kurtarmaktır” demişti.
Economist, Türkiye’nin Çin’le anlaşmaktan neden vazgeçtiğinin net olmadığını, bu kararın Antalya’daki G20 Zirvesi’ne yakın bir zamanda alındığını, muhtemelen Türkiye’ye karşı “havuç-sopa politikası” izlendiğini belirtmiştir. Dergiye konuşan Londra merkezli Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nden askeri havacılık sanayi uzmanı Douglas Barrie’ye göre Çinliler Türkiye’ye istediği teknolojik teknik bilgiyi verememiş olabilir. Zira sistemlerinin fikri mülkiyeti Rusya’nın sahip olduğu S-300 füze savunma sistemine dayalıydı.
Economist’teki haber şu satırlarla noktalanmaktadır. “S-400 halen dünyanın en iyi füze savunma sistemlerinden biri. Ancak Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, Türkiye’nin bu sistemi NATO altyapısına entegreye çalışmayacağını kabul ediyor. Douglas Barrie’ye göre bu durum da S-400’ü en yüksek standartta olmayan bir sisteme dönüştürüyor. S-400’ün pahalı olduğu da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’nin bu sistemi almaktaki hevesi ancak istediği teknolojiye erişme arzusu ve Sayın Erdoğan’ın Batı’ya boyun eğme ihtiyacı olmadığını göstermek istemesi ile açıklanabilir. “Türkiye ile böyle bir anlaşma, dünyanın en büyük ikinci silah satıcısı Rusya’nın da menfaatine olacaktır. Çin, bir süre öncesine dek Rusya’nın en iyi müşterilerindendi ancak artık bu iki ülke de kendi üretimlerini artırıyorlar. Rusya’nın silahları için yeni pazarlara her zamankinden fazla ihtiyacı var ve Sayın Putin de NATO’yu güçsüz görmekten hoşlanıyor.” denmektedir.
Putin’in 6 yeni silah sistemi:
Rusya lideri Vladimir Putin parlamentoya yaptığı yıllık ‘ülkenin durumu’ konuşmasında, Rusya’nın yeni nükleer ve diğer türlerde stratejik silahlar geliştirdiğini söyledi ve bunları birkaç kez herhangi bir düşman savunma sistemini geçebilecek “yenilemez” silahlar diye tanımlamıştır.
Putin altı farklı silah sistemini, her biri için hazırlanan kısa videolarla tanıtmış ve en sonunda tüm listenin bu kadarla sınırlı olmadığını da eklemiştir. Putin konuşmasının 25 dakikalık “askeri” bölümüne ABD’nin son yıllarda Rusya’nın etrafına bir küresel füze savunma sistemi kurduğunu söyleyerek başlamış ve şöyle devam etmiştir; “Peki biz ne yaptık uyarılar ve kınamalardan başka? Rusya bu meydan okumaya nasıl yanıt verdi? İşte böyle: ABD’nin Anti Balistik Füze anlaşmasından çekilmesinin üzerinden geçen tüm bu yıllar boyunca, ileri ekipman ve malzemeler üzerine sıkı bir şekilde çalıştık. Böylelikle yeni stratejik silah türlerini yaratmakta çabuk ve büyük bir adım atabildik.”
ABD’nin küresel füze savunma sistemi, balistik stratejik füzelere karşı tasarlandığını biliyoruz. Putin ise “Rusya bu durumda sürekli olarak füze savunmalarını delme sistemlerini geliştirdi ve mükemmelleştirdi. Kıtalararası balistik füzelerimizin tümüne takılan bu sistemlerin fiyatları çok uygun ve aşırı derecede etkili” demiştir.
Sarmat ağır kıtalararası füze sistemi
Putin “Buna ek olarak, yeni kuşak füzeler geliştirdik, kod adı Sarmat olan yeni bir ağır kıtalararası füzeyle yapılan bu yeni füze sistemi denemelerinin faal bir aşamaya girdiğini” söylemiştir.
Sovyet döneminden kalan Voyevoda füzelerinin yerine geliştirilen Sarmat’ın kabiliyetleri çok daha yüksektir. Menzili daha büyük ve çok daha güçlü savaş başlıkları vardır. Aktif uçuş süresi kısadır ve bu da füze savunma sistemleri tarafından tespit edilmesini zorlaştırmaktadır.
Putin “Bir dizi yüksek verimli nükleer savaş başlığı taşıyabilir, buna hipersonikler de dâhil. Ayrıca en güncel füze savunma sistemi delme sistemine sahip” demiş ve “her koşulda kullanılabildiklerini” de eklemiştir. Putin kısa bir video sunumunun ardından “yeni sistemin herhangi bir menzil kısıtlaması yok. Güney Kutbu’ndaki, Kuzey Kutbu’ndaki hedefleri de vurabilir. Özellikleri sayesinde hiçbir füze savunma sistemi, hatta gelecekte geliştirilecek olanlar da engel olamaz” diye konuşmuştur.
Sınırsız menzilli nükleer enerji güdümlü füze (henüz bir adı yok)
Putin daha sonra şöyle devam etmiştir: “Orada da durmadık. Hedefe doğru giderken balistik uçuş rotaları kullanmayan yeni stratejik silah türleri geliştirmeye başladık. Bu da füze savunma sistemlerini işe yaramaz kılıyor ve atıl hale getiriyor.” Putin yeni silahların “Rus bilim insanları, tasarımcılar ve mühendislerin en son müstesna başarıları temelinde” yapıldığını belirtmiştir. “Bunlardan biri, tıpkı havadan atılan Kh-101 ya da ABD’nin Tomahawk füzeleri gibi bir güdümlü füzenin içine yerleştirilen, küçük boyutlu bir nükleer santral. Ama bizimkinin uçuş menzili 10 kat daha fazla ve etkisi sınırsız. Bu alçaktan uçan hayalet güdümlü füzenin pratikte menzil sınırlaması yok, uçuş rotası tahmin edilemez ve engelleme hatlarını bypass edebilme faaliyeti bu sistemi tüm mevcut ve gelecek füze savunma ve hava savunma sistemlerine karşı yenilmez kılıyor.” demiştir.
Putin “En son nükleer enerji santralli Rus güdümlü füzesi 2017’nin sonunda Rusya Federasyonu’nun merkezi test alanında başarıyla denendi. Uçuş sırasında nükleer santral öngörülen enerji üretimini yaptı ve gereken itiş gücünü sağladı. Füze denemeleri, tamamen yeni türde silahların, nükleer güçle çalışan stratejik nükleer silahın yaratılmasını sağladı.” demiştir. Putin kısa bir video sunumunun ardından “Anlayabileceğiniz gibi, dünyada hiç kimse henüz böyle bir şeye sahip değil” demiştir.
İnsansız, nükleer enerjili su altı araçları (henüz adı yok)
Putin “Rusya’da çok derinlerde, çok çok derinlerde, kıtalararası menzilde, denizaltılardan, en son model torpidolardan, en hızlıları da dahil gemilerden birkaç kat daha hızlı insansız denizaltı araçlarının geliştirildiğini söyleyebilirim” demiştir.
“Az gürültü yapıyorlar, yüksek manevra kabiliyetine sahipler ve yenilmezler. Dünyada onlara karşı etkili olabilecek hiçbir silah yok. İnsansız su altı araçları hem konvansiyonel hem de nükleer savaş başlıkları taşıyabiliyor. Böylece, geniş yelpazede hedefleri vurma kabiliyetine sahip oluyorlar. Bu hedefler arasında uçak gemisi vurucu grupları, kıyı savunmaları ve altyapıları da var.” ifadesini kullanmıştır.
“Bu kendi kendine yeten, insansız araçların yenilikçi nükleer itici gücünün testleri de tamamlandı. Nükleer santral bir örneği olmayacak derecede küçük ve buna karşın süper bir güç ağırlık oranına sahip. Boyutu, modern nükleer güçle çalışan denizaltılardaki santrallerin yüzde biri. Ama daha çok güç üretiyor ve çatışma moduna yani gücünün zirvesine 200 kat daha hızlı çıkabiliyor.” Putin kısa bir video sunumunun ardından “Bu testlerin sonuçları yüksek verimli nükleer başlıklar takılabilen, tamamen yeni bir stratejik silah türü yaratmamızı sağladı” demiştir.
Putin bu proje ve nükleer enerji güdümlü füze için henüz bir isim bulunmadığını ve Savunma Bakanlığı’nın internet sitesi üzerinden öneriler yapılabileceğini söylemiştir.
Kinzhal (“Hançer”) havadan atılan hipersonik füze sistemi
Putin daha sonra hipersonik silahlara geçmiştir. “hızları, bunları günümüzün hava savunma ve füze savunma sistemlerine karşı yenilmez kılıyor. Basitçe söylemek gerekirse, yakalanamıyorlar” demiştir. Putin daha sonra “Dünyanın önde gelen ordularının bu silahları edinmeye çalıştığını anlamak kolay. Sevgili dostlar, Rusya bu silahlara sahip” diye konuşmuştur. Putin “dünyada herhangi bir benzeri yok” derken testlerinin başarıyla yapıldığını anlatmıştır.”Yüksek hızlı taşıyıcı uçağın müstesna performans özellikleri, füzenin atılacağı yere dakikalar içinde taşınmasını sağlıyor ve füze sesten 10 kat daha hızlı gidiyor. Uçuşu sırasında manevralar yapıyor ve tüm mevcut ve inanıyorum ki gelecekteki de savunma ve füze sistemlerini aşabiliyor. 2 bin kilometreye kadarki hedeflere nükleer ve konvansiyonel başlıklar taşıyabiliyor.”demiştir.
Avangard (“Avantgarde”) hipersonik kanatlı planörlü stratejik füze sistemi
Putin “Bugün söyleyeceklerim bu kadar da değil. İleri stratejik füze sistemlerinde gerçek bir teknolojik buluş, tamamen yeni bir tür silahla, bir kanatlı planör parçasıyla yapıldı ve testleri de başarıyla tamamlandı” demiştir. “Bu sistemi mevcut silah sistemlerinden ayıran şey atmosferde, kıtalararası menzilde Mach 20’nin üzerindeki hipersonik hızlarda uçabilmesi. Binlerce kilometrelik yana doğru ve dikey manevralar yapabiliyorlar ve tüm hava ve füze savunma sistemlerine karşı yenilmez oluyorlar. Kompozit manevraların kullanımı uzun güdümlü uçuşlara izin veriyor ve kanatlı planör parçası plazma formunda. Bir meteor gibi, ateş topu gibi gidiyor ve yüzey sıcaklığı 1600-2000 dereceyi bulabiliyor.” İfadesini kullanmıştır.
Laser silah sistemi (Henüz adı yok)
Putin bu konuda da “Lazer silahlarının yaratılmasında önemli sonuçlar alındı. Bu artık, teori ya da planlama aşaması, hatta üretime başlama aşaması değil. Lazer sistemleri geçen yıldan beri askerlerimize veriliyor. Bunun detaylarına girmek istemiyorum. Doğru zaman değil. Ancak işin uzmanları Rusya’nın güvenliğini sağlama kapasitesini kat kat artırdığını anlayacaktır” demiştir.
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi alma kararı hem askeri hem de siyasi açıdan önem taşımaktadır. Bu durum Ankara’nın Batılı müttefiklerinden uzaklaşması konusunda attığı yeni bir bir adım olarak görülmektedir. Bölgesel politikalarda Ankara ve Moskova yakın bir şekilde konuşlanmıştır. Türkiye uzun zamandır yeni hava savunma sistemi için piyasa araştırması yapmıştır. Dört yıl önce Çinli sistemi almak için görüşmeler yapmış ancak NATO’lu müttefiklerinin baskısıyla bu anlaşmadan çekilmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın S-400 anlaşmasının tamamlandığına dair açıklamasından sonra hem NATO hem de AB içerisinden itirazların daha da yüksek sesle çıkmaya başladığını görüyoruz. BATI, bilindiği gibi Türkiye’nin Çin ile yaptığı anlaşmayı iptal ettirmeyi başarmıştı. Fakat 15 Temmuz FETÖ Darbe girişiminden sonra Batı’nın Türkiye üzerindeki hâkimiyetinin önemli ölçüde sons erdiğini söyleyebiliriz. Türkiye kendi sınırlarınla terör tehdidi ile yüz yüze iken NATO müttefiklerinden gerekli desteği görememiştir. Türkiye gibi bölgede önemli bir güç olan ülkenin kendi siyasetinin olması da normaldir. Fakat Batı bu sürece alışık olmadığından kendine bağımlı bir Türkiye istemektedir. Bu anlamda Türkiye’ye seçim hakkı da bırakmak istememektedir.
Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri yavaş ama istikrarlı biçimde ilerlemektedir. Avrasya coğrafyasında her iki ülke de işbirliği yapmanın çıkarlarına uygun olduğunu fark etmiştir. ABD, Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkilerini anlamak istememektedir. Bu ilişkiyi ABD’ye karşı yapılmış bir süreç olarak görmektedir. Aslında Türkiye’nin bölgedeki politikaları ne Rusya’ya ne de ABD’ye karşıdır. Türkiye’nin kendi çıkarları ve kendi politikaları vardır. ABD’nin ve Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik bazı silah ambargoları da Rusya ile işbirliğini kaçınılmaz hale getirmiştir.
Uluslararası ilişkilere baktığımızda ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın bir versiyonu olan PYD ile işbirliğinde bir sakınca görmemesi, FETÖ terör örgütü üyelerinin ABD, Almanya, Yunanistan vd. ülkelerde korunuyor olmaları sadece hükümet açısından değil Türk toplumu açısından da bir tercih yapma noktasına gelmiştir. Yapılan araştırmalarda Türk toplumunun Avrupa Birliğine girmek istemediği, ABD’yi de Türkiye için en tehlikeli düşman gibi görmeye başladıkları ortaya çıkmaktadır.
Rusya’dan S-400 alımı askeri işbirliğinin de başlangıcını oluşturmaktadır. İki ülke arasında bundan sonra daha stratejik askeri işbirliğinin kapıları aralanmıştır. İki ülkenin zaten ortak silah üretimi konusunda görüşmeleri vardır. Ayrıca Türkiye’nin Rusya’dan silah alması diğer NATO ülkelerini de cesaretlendirecektir. Hasta Adam Avrupa’nın askeri silah ticaretini elinde bulunduran Almanya ile dünyanın geriye kalan kısmına askeri ambargo koyan ABD’nin ticareti de tehlikeye girecektir. Türkiye diğer Batı müttefikleri için Almanya-ABD açısından kötü örnek olarak görülmektedir. Bu sürecin baş sorumlusu olarak Recep Tayyip Erdoğan’ı gördükleri için de birçok kriz senaryosuna destek vererek hükümeti düşürmek, Erdoğan’ı da halkın gözünde kötü göstermek politikasına hız vermektedirler.
Bir NATO ülkesinin önemli bir askeri ekipmanı Rusya’dan alması en hafif tabiriyle sıra dışı bir gelişme olacaktır. Bunun gelişmiş bir hava savunma sistemi olduğu göz önüne alınırsa veri paylaşımı ve Türkiye’nin Rus sistemlerini NATO standardındaki hava savunma sistemlerine entegre etmesi gibi bir dizi başka tartışma da beraberinde getirecektir.
Kasım 2015’te Türkiye’nin hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle bir Rus jetini düşürmesinin ardından iki ülke ilişkileri de tarihinin en kötü dönemlerinden birine girmişti. Şimdi ise iki ülke Suriye’de önümüzdeki döneme ilişkin daha yakın bir anlayışa sahip gibi görünmektedir. Türkiye, sınırlarının güneyinde bir Kürt kuşağının oluşmasını istememektedir ve bunun için hava operasyonları düzenlemektedir. Ancak Türkiye’nin vurdukları, aynı zamanda ABD’nin Suriye’deki müttefikleridir. Türkiye’nin eylemleri Washington tarafından kınanmaktadır. Bu durum Türkiye ve Rusya arasındaki yakınlaşmanın artmasına zemin hazırlamıştır.
Türkiye, S-400’lerden sonra batı için daha ciddi bir tehdit olarak algılanacaktır. Batı’nın Türkiye’den rahatsızlığının başlangıcını aslında Türkiye-Rusya arasındaki nükleer işbirliği ile Türk Akımı Projesi de oluşturuyor. Rusya’nın gaz ithalatını engellemek isteyen Batı’nın bu kapıyı Türkiye’nin aralamasına çok içerlediğini görüyoruz.
Yine Rusya-İran nükleer işbirliğini engelleyen Batı’nın Rusya-Türkiye nükleer işbirliğini engelleyememesi de bir sorun gibi duruyor. BATI-Türkiye rekabetinde Rusya’nın duruşu sonucu belirleyecektir. Rusya eğer Türkiye ile ilişkileri sadece kazan kazan politikasına dayandırırsa herhangi bir hükümet değişikliğinde Rusya ile yapılan tüm anlaşmaların iptal edilmesi riski de oluşabilir. 2019 yılının Rusya-Türkiye işbirliğinde kritik bir eşik olduğunu söyleyebiliriz.
E. Albay Hayrettin Güler
RUSEN Güvenlik Danışmanı
YENİ HABERLER
YORUMLAR
Henüz hiç yorum yapılmamış.