Medrese Yapılanması Öncesi İslami Eğitim Sistemi
İbni Mukaffa’nın zendeka suçlamasıyla öldürülmesinden yıllar sonra Abbasi halifeleri Harun el-Raşid ve el-Me’mun tarafından, Bağdat’ta Beytü’l Hikme adında bir tercüme merkezi ve kütüphane kurulmuştu. Farsça, Yunanca ve Hintçe gibi kadim dillerdeki eserlerin Arapçaya çevrildiği bir ilim merkezi, aslında Müslüman kültürel yapısını temelden değiştirecek bir devrin başlangıcını gösteriyordu. Daha sonra, Beytü’l Hikme’ye rakip olarak Fatımi Devleti’nde halife El-Aziz ve El-Hakim tarafından Kahire’de Daru’l-İlm (veya Daru’l-Hikme) kurulmuştu. Daru’l-İlm de geniş çapta çeviri hareketlerine katılmış ve kurulduğunda dönemin Müslüman dünyasındaki en zengin kütüphane olmuştu. O dönem İslam Devletleri arasındaki siyasi rekabetin bilimsel gelişmelere de yansıması neticesinde El-Ezher ve Nizamiye Medreseleri kurulmuş ve İslami eğitim kurumsallaşma yolunda tekamül safhasına ulaşmıştır.
İslami eğitimde bilimler ikiye ayrılır: Dini bilimler (ulûmu’l-nakliye) ve kadim bilimler (ulûmu’l-kadime). Dini bilimler; fıkıh, kelam, hadis gibi kolları olup genellikle cami ve mescidlerde okutulurdu. Tıp, matematik, geometri, mantık ve astronomi gibi kadim bilimler de kütüphanelerde, hastanelerde veya kendilerine ait mekanlarda öğretilirdi.
Camiler ve mescidler medrese-öncesi eğitim kurumlarının en yaygınıdır. İslam’ın ortaya çıktığı dönemlerde Peygamber Mescidi’nin yanındaki Suffe‘de başlayan eğitimde kurumsallaşma, camilerin ve mescidlerin ihtiyaca binaen değişmesi ve gelişmesiyle devam etmiştir. Camiler, içinde verilen eğitim ve ders veren hocalar bakımından mescidlerin üstündeydi. Mescid açmak ve orada ders vermek camilere nazaran daha kolaydı. Çünkü camiler cuma hutbesinin ve namazının eda edildiği yerler olduğu için devlet kontrolüne bağlıydı. Camilerde verilen dersler ve ders veren hocanın tayini ve seçiminde devletin müdahalesi vardı.
Bu dönemde Beytü’l-Hikme ve Daru’l-İlm örnek alınarak Bağdat’tan Kurtuba’ya İslam coğrafyasındaki şehirlerde büyük küçük birçok kütüphane kurulmuştu. Bu kütüphaneler genellikle halka açık olup içeride kitap okuma ve mevcut kitapları kopyalama imkânlarının olduğu ve kitap tartışmalarının yapıldığı bir çeşit eğitim kurumlarıydı.
Hanlar, kervanlar için konaklama yeri olmakla beraber İslami eğitim kurumlarının kurumlaşmasında da önemli rol oynamıştır. Birçok yerde vakıflar için gelir kaynağı olan hanlar, medreseler için de mali kaynak haline gelmiştir. Bazı alimlerin orada konakladığı ve derslerini orada verdiği rivayet edildiği gibi birçok hayırsever de öğrencilerin kalması için hanlar kurmuşlardı. Makdisi’ye göre medrese, bir mescid ve han kompleksidir. Başka bir deyişle, ilk eğitim kurumları olan mescidler, yanlarına hanların kurulmasıyla kapasitesini artırmış ve daha sonra büyüyen bu yapı, kurumsallaşarak medrese halini almıştır. İşte bu mescid-han kompleksine cami, kütüphane, hastane gibi kurumlar da eklenince tekmil bir medrese kurumu tamamlanmış oluyordu.
Ders Halkaları: Medrese Öncesi Eğitim Biçimi
Tibawi’ye göre hicri dördüncü asra geldiğimizde iki temel eğitim kurumundan bahsedebiliriz: mektep ve meclis. Mektepte okuma yazma öğretildiği gibi hesap yapma, dilbilgisi, şiir, tarih ve bilhassa Kur’an öğretilirdi. Meclisler ise ehl el-ilm (bilimler), ehl el-edeb (edebiyat), ehl el-hikme (felsefe) gibi onu düzenleyen muallimin ihtisas alanına göre şekillenirdi. Mektepler muallimin kendi evi, bir dükkân veya herhangi bir mekânda oluşturulurken; meclisler ise bir cami, kitap satıcısı veya kütüphanede toplanırdı.
Bu meclislerde öğrenciler ve hocalar, yüzyıllar boyunca İslami eğitimin sembolü, halka adı verilen bir düzende ders işlerdi. Her halka belli bir ilmi alana (fıkıh, hadis ve kelam gibi) ait olup sadece bir müderrise bağlı olurdu. Halkalarda öğrenci sayısında sınırlama olmadığı gibi halkalara katılım sayısı, ders veren hocanın kalitesine ve verilen dersin içeriğine göre değişirdi. Halkalara katılma herkese serbest olsa da öncelikle halkanın hocasının iznine bağlıydı ve katılan öğrencilerden ücret alınmazdı. Her hocanın kendisine münhasır bir halkası olduğu gibi birden fazla halkaya ders verenler de olmuştu. Öğrenciler de istedikleri halkaya iştirakte serbestti. Genellikle sabah namazı öncesi veya sonra başlayan bu dersler bazen öğle namazı sonrasına kadar sürdüğü gibi güneşin batışına dek uzadığı olurdu. Dersi takip etmek ve zamanında katılmak bir öğrenci için önemliydi; ancak bazı zamanlarda şehir dışından gelen öğrencilerin derslere geç kalması hoş görülürdü.
Eğitim metotlarına bakıldığında ilkin mevcut malumatların imla (dikte etme) edilerek ezberlenir ve bu malumatlar daha sonra karşılıklı soru cevap halinde müzakere edilirdi. Bu soru cevap faslı bazen bir nevi tartışma şekline dönüşse de amaç öğrenilen bilgiyi doğrulayabilmek ve savunabilmekti. Ayrıca kendini ilme adamış her öğrenciden Arapça ve Farsça bilmesi beklenirdi. Aslında bu durum Müslüman kültürel birliği hususunda önemli bir etkendi.
Medrese öncesi eğitimde ne hoca için ne de talebe için belli bir yaş düzenlemesi vardı. Yine bu kurumlarda öğrencilerin tahsil süresi ile ilgili genel kural mevcut değildi. Öğrencinin takip ettiği ilim dallarına göre eğitim süresi belirlenirdi. Bazı ilim kollarında (örn. hadis) eğitim süresi yıllarca sürdüğü gibi farklı hocalardan ders alma veya farklı şehirlerde okullara gitmekle de tamamlanmaktaydı. Eğitimini başarıyla tamamlayan öğrencilere icazet verilirdi. İcazet-nâmenin yanında o öğrencinin ders aldığı hocaların isim listesinin olduğu mu’cem el-meşayıh adlı belge de verilirdi.
Ayrıca ilim talep eden öğrencilerin seyahat ederek farklı şehirlerde farklı hocalardan ders aldıkları Rıhle adı verilen bir eğitim metodu mevcuttu. Bu uygulama sayesinde öğrenciler, uğradığı her şehirde farklı bakış açılarıyla tanışıyordu. Günümüzdeki Erasmus programının iptidai hali olan bu uygulama ortaçağ eğitim sisteminin karakteristik özelliklerinden biriydi.
Burs sistemine baktığımızda, çoğunluğu devlet destekli veya yönetici ve zengin ailelerin kurduğu vakıflarla öğrencilere düzenli burs verilmekteydi. Bazen de varlıklı âlimlerin kendi öğrencilerine maddi destekte bulunduğu vaki olduğu gibi zengin ailelerden gelen çocukların da fakir arkadaşlarına düzenli harçlık vererek maddi yardımda bulunmalarına şahit olunurdu. Zamanla İslam devletlerinde eğitime yatırımlar artacak ve bu yatırımları düzenlemek için vakıflar kurulacaktı. Bu vakıflar ilerleyen dönemlerde medreselerin yaygınlaşması ve gelişmesinde önemli katkılar sağlayacaktır.
İslam, ortaya çıkışından bu yana sürekli yeni kültürler ve farklı bakış açılarıyla karşılaşmış ve onlarla etkileşim halinde olmuştur. Kimi kültürlere hakim olurken kimisiyle de sürekli mücadele etmiştir. Ancak her iki durumda da İslam, kendi nasslarını savunmak zorunda kalmış ve dini ilimler de bu duruma müvazi olarak gelişim göstermiştir. İşte bu mücadeleler neticesinde müslüman eğitim sisteminin zaman içinde kurumsallaştığı görülecektir.
Medrese öncesi eğitim; öğrencilerin ve hocaların kabiliyeti, bölgesel şartlar ve eğitim verilen bilim kollarına göre değişiklikler ve esneklikler göstermekteydi. Öğrenciler ve hocalar, kendi ilmi kariyerlerini kendileri çizmekte ve bu yoldaki faaliyetlerini sınırlandırılmış ve belirlenmiş bir plana (müfredat) dahil olmadan kapasitelerine göre takip etmekteydi. Bu sistemde zaman ve mekan sınırlaması yoktu. Bölgesel farklılıklara göre eğitim verme şekilleri oluşturulmuş ve farklı metotlar ortaya çıkmıştı. Bu çeşitlilik sayesinde o dönem İslam dünyasında birçok mezhep, bakış açıları, nazariyeler ve yorumlamalar ortaya çıkmıştı. Her yeni fikirsel hareket ve nazariyeler eğitim biçimlerinde ilerlemeye yönelik değişimlerle sonuçlanıyordu. O dönemde eğitim sabit bir mekanla bir mekanla sınırlı kalmamış; kütüphaneler, sahaflar ve bazı evlerde de dersler verilmişti. Yolculuk yapan insanlar için dahi bazı hanlar birer derslikti. Ancak böyle farklı ve geniş imkanlar oluşturan bu eğitim sistemi, kurumsallaşma neticesinde zamanla önemini kaybedecektir.
Osman SÜREYYA
Bu yazı ilk olarak Aks-i Tarih´te yayınlanmıştır.
YENİ HABERLER
YORUMLAR
Henüz hiç yorum yapılmamış.