Hafız Esad’dan Soçi Zirvesine: Suriye Krizi
Erdem EREN ANALİZ
RUSEN Dış Politika Uzmanı
Soçi’ye giden yol neydi?
Rusya’nın Soçi şehri Suriye’nin kaderi için çok önemli bir zirveye daha tanıklık etti. 15 Mart 2011 yılında başlayan Suriye’deki kanlı iç savaş, 6. yılını geride bırakırken siyasi çözüme ilk defa bu kadar çok yaklaşıldı. Türkiye, Rusya ve İran’ın girişimleriyle Astana’da başlayan müzakere süreci, Soçi’ye de taşındı. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye’deki krizin sona ermesi için başta Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Suriye’deki iç savaşın ana sorumlularından mevcut devlet başkanı Beşer Esad ile birçok zirve gerçekleştirdi. Erdoğan ile Putin arasındaki en son zirve ise 13 Kasım’da Soçi’de gerçekleşmiş, Suriye konusunda siyasi çözüm adına 22 Kasım’da İran’ın da katılımıyla üçlü bir zirve yapılması kararı alınmıştı. 13 Kasım’daki Erdoğan ve Putin zirvesinde Türkiye’nin Afrin’e olası müdahalesi ve PYD/YPG terör örgütünün Suriye Ulusal Diyalog Toplantısına katılımı ile ilgili ile net bir karara varılamamıştı.
Soçi Zirvesinde ne oldu?
22 Kasım’da yapılacağı duyurulan Rusya, Türkiye ve İran üçlü zirvesi Suriye’nin kaderi ve Orta Doğu’daki barış için büyük bir umuda neden oldu. Toplantı sonucunda Suriye’deki siyasi çözüm konusunda net kararlar alınacağı bekleniyordu, beklenende oldu. Üçlü zirveye devlet başkanlarının yanı sıra, dışişleri bakanları, genelkurmay başkanları ile istihbarat teşkilatlarının yetkilileri katılım gösterdi. Zirvede Suriye’deki siyasi çözüm ve geleceği, Türkiye ile İran’ın hassasiyetleri ayrı ayrı ele alındı. Erdoğan, Türkiye’nin Afrin’e müdahale isteğini ve PYD’nin hiçbir şekilde taraf kabul edilmemesi gerektiğini ısrarla vurguladı.
Zirvede üç liderce Suriye’de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı çerçevesinde barış ve istikrarın tesis edilmesi ve üç ülke arasındaki aktif işbirliğinin kararlılıkla sürdürülmesi gerektiği teyit edildi. Yine üç garantör ülkenin Suriye’de ateşkes rejiminin muhafaza ve tahkim edilmesindeki eşgüdümleri olumlu bulundu.
Suriye Barışında BM’ni rolü ne?
Astana süreciyle birlikte ateşkes tesis edilen, gerginliğin ve şiddetin azaltılması ile insani mağduriyetlerin giderilmesi, mülteci akımının engellenmesi ve mültecilerin yerlerine güvenli bir şekilde geri dönebilmesi adına uygun koşulların hazırlanması adına güvenli bölgelerin oluşturulması kararı alınmıştı. Bilindiği üzere 29 Aralık 2016’da ateşkes ilan edilmişti. O tarih itibariyle BM Güvenlik Konseyi’nin terör örgütü olarak tanımladığı başta DAEŞ olmak üzere ilgili terör örgütlerinin ortadan kaldırılmasında işbirliğine varılmıştı. Bilindiği üzere Türkiye’nin girişimleriyle ilk olarak Fırat Kalkanı Harekâtıyla Azez ile Cerablus hatlarını kapsayan bölgede ve Astana süreciyle 2016’da ateşkes imzalandıktan sonra yine Türkiye’nin dahliyle İdlip’te de güvenli bölgeler oluşturulmuştu.
Zirvede Devlet Başkanları; Astana süreci ile kazanımlarının devam ettirilip, siyasi çözümü sağlama amacıyla Suriyelilerin ülkenin birliğini yeniden tesis etmeleri ve bir anayasa oluşturmalarında, yine BM’nin gözetimi altında adil ve şeffaf bir süreç doğrultusunda tüm Suriyelilerin katılacağı serbest ve adil seçimlerin yapılmasında mutabık kalmıştır. Yine üç lider Suriye Arap Cumhuriyetinin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü konusunda taahhütte bulunmuş, aksi görüşte olan siyasi girişimlere karşı durulacağını ifade etmiştir.
Soçi zirvesi mültecilerin evlerine dönmesi için umut oldu
Devlet başkanları siyasi çözümün sağlanması amacıyla Soçi’de düzenlenecek Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne yukarıda sayılan hassasiyetlere sahip muhalefetin, Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti temsilcileri ile birlikte katılabileceğini de deklare ettiler. Ayrıca Kongre katılımcılarının Türkiye, Rusya ve İran tarafından istişare edilerek kararla belirleneceği duyuruldu. Son olarak üç lider insani yardımların hızlı, güvenli ve kesintisiz bir şekilde Suriye’deki kriz bölgelerine eriştirilmesi, ayrıca İdlip ile Afrin’deki sorunların giderilmesini de ele aldılar. Erdoğan bölgenin asli sakinlerinin geri dönmesi için Afrin’de de İdlip gibi güvenli bölgeler ve gözlem noktaları oluşturulması gerektiğini açıkladı.
Suriye’deki iç savaş neredeyse 7. yılına doğru gidiyor. 15 Mart 2011’de başlayan olaylardan beri tam 6 yıl 229 gün geçti. Suriye 2011’de 22 milyonunda üzerinde bir nüfusa sahipti. Suriye’nin Dera kentinde hükümet karşıtı olaylarla başlayan iç savaş ile birlikte, Suriye İnsan Hakları Gözlemevinin ve diğer kuruluşların raporlarına göre geride kalan 6 yılda 400 binden fazla insan hayatını kaybetti. 2 milyonunda üzerinde yaralı olduğu söyleniyor. 11,2 milyon Suriye’li ise evsiz kaldı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine göre 7 milyondan fazla insan ise ülkeden göç etti. 2017 yılı resmi verilerine göre Suriye’li mülteci sayısı 5,5 milyonu da geçti. Bu oranın 3,6 milyonunu kadınlar, 1,3 milyonunu ise yetişkin erkekler oluşturuyor. Suriye’li mültecilerin akın ettiği ülkelerin başında ise Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak geliyor. Güncel verilere göre Türkiye’de 3 milyonunda üzerinde Suriye’li var. Ardından gelen Lübnan’da ise bu oran 1 milyon civarında.
2011’de başlayan iç savaşın arka planında görünen sebep Arap Baharı olsa da aslında Suriye’deki politik kutuplaşmanın da etkisi oldukça büyük. Ülke Arap Baharı sonrasında olduğu gibi öncesinde de uzun yıllar süren olağanüstü haller ile yönetiliyordu. Baas rejiminin mezhepsel yönetimi, sosyal eşitsizlik ve baskıcı yönetim modeli özgürlüklerin ve demokrasinin ülkede tesis edilmesini engelledi. Ülke neredeyse 1954’teki askeri darbeden beri Baas Partisi tarafından yönetiliyor. 1950’lilere kadar azınlık konumunda olan mezhepçi ve aşiretçi bir grup olan Nusayrilerin ve siyasal organı Baas’ın ülkede ciddi bir gücü yoktu. Nusayriler orduda yuvalanarak ve askeri darbelerle Sünni grupları tasfiye ederek ülkede önemli bir nüfuza sahip oldular.
Suriye’de krize giden yolda Esed’in rolü büyük
1963 yılındak, askeri darbe sonrası Nusayriler ve Baas Partisi ülkeyi tamamen ele geçirdi ve ülkenin en önemli politik ve askeri kurumlarından Sünni gruplar tasfiye edilmeye başlandılar. Ülke bu tarihten sonra tamamen mezhepsel bir hegemonyanın kontrolüne girdi ve Hafız Esad 1971’de Suriye’nin ilk Nusayri Devlet Başkanı oldu. İşte ülke o tarihten beri Esad ailesi tarafından yönetiliyor. İktidarı eline geçiren Hafız Esad eski askeri darbelerden örnek alarak ordu ve devlet içerisindeki en kilit noktalara Nusayrileri atamaya başladı. Sünni isimlere ise kabine ve orduda bazı görevler vererek tepkilerini azaltmaya çalıştı. Esad’ın ordu-parti işbirliğiyle devleti yönetmesi rejimin hem hayati varlığını hem de ülkedeki meşruiyetini garanti altına en önemli etken olmuştu. Ordu ve partinin yanında Esad’ın rejimini koruyan en önemli aktörlerden biri de “Muhaberat” adı verilen istihbarat örgütünün de tamamen Baas’ın kontrolünde olmasıdır.
1982 yılı Hafız Esad’ın iktidarına yönelik en ciddi direnişe şahit olmuş, Müslümanlar Kardeşlerin başta Hama olmak üzere Esad yönetimine yönelik başlattıkları itirazlar kanla sonuçlanmıştır. Hafız Esad’ın kardeşi Rıfat Esad’ın komutasındaki ordu tarafından Sünni Müslümanların yaşadığı Hama’da 40 binden fazla insan katledilmiştir. Bu katliam Esad’ın despot bir yönetime evrildiği en önemli kırılma noktalarından biri olmuştur. Bu süreç ile birlikte Sünni Müslüman Kardeşler ile Nusayri Baas Partisi arasında ciddi bir mezhepsel kırılma yaşanmış, o tarihten beri ülkede büyük bir kutuplaşma hep süregelmiştir. Sünni Müslümanlar siyasal açıdan ötekileştirilirken, Kürtlere ise vatandaşlık dahi verilmemiştir.
2000 yılında ise Hafız Esad’ın ölmesiyle yerine oğlu Beşşar Esad geçmiştir. Esad ise babasının aksine ilk yıllarında reform yanlısı bir tutum sergilemiştir. Siyasi serbestliklerin görüldüğü bu yıllara “Şam Baharı” adı da verilmiştir. Ancak bu bahar da kısa sürmüş, birkaç yıl içinde siyasi yasaklar ve tutuklamalar yeniden başlamıştır. Arap Baharının ülkede etkili olduğu 2011’li yıllara kadar ise bu politik kısıtlama, mezhep temelli ayrımcılık, düşünce, ifade ve basın özgürlüğü kısıtlamaları, işkence ve adil yargılama sorunu, kitlesel gözaltı, katliam ve infazlar, Sünni çoğunluk aleyhine ve Nusayri, Dürzi ve Hıristiyan azınlık lehine sosyal adaletsizlikler, yüksek işsizlik oranı, askeri yönetimin hegemonyası ve sivil örgütlenmenin engellenmesi gibi durumlar artan oranda devam etmiş ve güçlenmiştir. Beşşar Esad sürecin başında “demokratik reformlar” yapacağını söylese de yapmamış, Suriye’deki rejimin katliamları da gün geçtikçe artmıştır.
Suriye’de sona mı geliniyor?
Suriye’deki iç savaş tarihsel boyutlarıyla bu şekilde ele alındığında artık son evrelerini yaşıyor da denebilir. Soçi Zirvesi, tarihsel bir politik kutuplaşmanın kökeniyle başlayan iç savaşın yeniden bir siyasal düzlemde çözülebilmesi adına önemli bir dönemeci ifade ediyor. Bugün Suriye’de Beşşar Esad yönetimi ile Türkiye’nin de desteklediği Sünni muhalifler ayrı bir güç bloğunu, son olarak ise ABD’nin desteklediği PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD/YPG diğer adıyla sözde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ise ayrı bir güç bloğunu temsil ediyor. Kontrol alanı olarak önce rejim, sonra PYD ve son olarak da muhalifler önemli bir nüfuzu elinde tutuyor. DAEŞ’in Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtı, rejimin operasyonları ve ABD destekli PYD/YPG’nin pazarlıklarıyla Suriye’den kazındığını söylemek artık neredeyse mümkün. Nüfus ve nüfuz olarak ise Türkiye, Sünni Müslümanlar üzerinde ciddi bir etkiye sahip. Bu siyasi çözüm noktasında Türkiye’nin elini oldukça güçlendiriyor.
Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekâtıyla sahaya müdahil olması Suriye’deki siyasi çözümde Türkiye’nin de masada yer almasına imkân sağladı. Türkiye masadaki diğer aktör ABD’nin elindeki gücü kırmak adına Afrin’e de müdahale edip orayı PYD/YPG militanlarından arındırmak ve böylelikle nüfuz alanını genişletmek istiyor. Rusya, İran ve Esad yönetimi ise Cenevre’de ki siyasi çözümün öncesinde Türkiye’nin elindeki gücün farkında. Aynı şekilde Trump’ta bunun farkındaki Erdoğan ile Soçi’den dönmesinin ardından hemen bir telefon görüşmesi yaptı ve YPG’ye artık silah verilmeyeceği taahhüt etti. Ancak ABD’nin askeri kanadı Pentagon bunu yalanlayarak YPG ile ittifakın süreciğine dair söylemlerde bulundu. Buna müteakip, ABD bugüne kadar 4 bin tıra yakına destek gönderdiği YPG’ye yeni tırlar da göndermiş, Suriye’de PKK’nın yayın organı El Yevm (Bugün) TV’yi de açmıştır. Trump ile Pentagon arasındaki görüş ayrılıkları, ABD yönetiminin iki başlı sürdüğünü gösteriyor ki aslında bu Rusya, Türkiye ve İran’ın ABD’ye karşı elini güçlendirebilir. Türkiye’nin Suriye meselesinde Trump’ı değil Pentagon’daki iradeye dikkat etmesi gerekiyor. Çünkü Trump’ın Pentagon’a söz geçiremediği gibi bir izlenim söz konusu.
Sonuç olarak Hafız Esad’tan Soçi’ye gelinen süreç Suriye’de insanlık tarihi adına çok büyük bir krize hatta vahşete tanıklık edilmesine neden oldu. İşte Soçi, Cenevre öncesinde siyasal açıdan sorunun çözümüne yönelik en etkili adımın atıldığı bir zirve olarak tarihe geçti. Suriye’nin siyasal, ekonomik ve toplumsal açıdan yeniden inşası için Soçi’den sonra Cenevre sürecide büyük bir önem taşıyor. Türkiye’nin Suriye’deki siyasal çözüme daha çok odaklanması, elindeki kozları iyi savunması ve ABD’nin PYD/YPG kartına karşı son ana kadar karşı durması gerekiyor. Suriye için tarih yeniden yazılıyor.
Erdem EREN
erdemeren2234@gmail.com
YENİ HABERLER
YORUMLAR
Henüz hiç yorum yapılmamış.